25 Nisan 2024 Perşembe

Efe Dağlı yazdı: Bu tarih bizim

Devrimci sosyalistler 'parti'li formda mücadeleyi sürdürmeye başladıklarında iki önemli refleks geliştirdi. İlki '71 devrimci çıkışışının her üç akımını kendi tarihi saydı. Bir o kadar önemli refleks de parçalılığa karşı bir araya gelmesine vurgu dolayımı ile de olsa 1920 TKP'sine atıftı. Atıf yapılan TKP'nin sorunlu bir örnek olması, bu atıftaki cesareti ve geniş bakışı gölgeleyemez. 

1971 devrimci çıkışın sembol isimlerinin ölümsüzleştiği günlerin yıl dönümündeyiz. Aradan geçen zaman ne olursa olsun onlar bizim gençliğimiz. Siyasal ve toplumsal devrim mücadelesi her vesileyle, bütün ölümsüzleri, onların şahsında anmaya, kendi yürüyüşüne onların manevi hatırasını da katmaya devam edecektir.

Genel anlamda Türkiye sosyalist hareketinde zaman zaman "71'i aşmak" biçiminde tartışmalar yürütülüyor. 71'i aşmak… Tartışmayı yürütenlerin, genellikle mücadelenin bir biçimine, '71 çıkışıyla genel sosyalist mücadeleye "devrimci aşı" olarak katılan zora dayalı mücadeleye oldukça mesafeli bir yerde konumlanmalarını düşününce, hiç değilse bir kesim tartışmanın "aşmak" ile neyi kast ettiği anlaşılıyor.

Bu bir tercih. Kırılma dönemlerinde örneklerine sıklıkla rastlanmıştır. Karşıdevrimci basınç, bazı dönemlerde kimilerinde özeleştiri yerine günah çıkarmaya vesile olabilmektedir. Kendinden, amaçlarından, yürüdüğü yoldan şüphe ile başlayan bu tür 'günah çıkarma' ayinleri genellikle savrulma ile sonuçlanır.

Bundan bağımsız olarak "aşılma" tartışması etrafında '71 devrimci çıkışına bir kez daha bakabiliriz, bu arada devrimci sosyalist hareketin 1920 TKP'sine atıf yapan ayırıcı pozisyonu hakkında düşünebiliriz.

Mahir-İbo-Deniz isimleriyle sembolize olan '71 devrimciliği Türkiye sosyalist hareketinde bir ilke denk düştü. Genel sosyalist mücadelede ilk defa "devrimciler" sahne alıyordu. Sosyalist ile devrimci arasındaki temel fark, karşıdevrime karşı, kendini yürürlükteki yasalarla sınırlamayan zora dayalı mücadeleyi de pratik politik mücadelenin bileşeni haline getirerek uygulamaktı.

1971 devrimciliğinden önce Türkiye'de böyle örnekler yoktu. Saygın sosyalistler vardı elbette. H. Kıvılcımlı onlardan biriydi. Ancak devrimcilik başka bir düzlemi gerekli kılar.

Bu ayrım, tarif ve tasnif bugün de geçerlidir. Devrimci oluş hali, önsel olarak, sırf bu nedenle de kıymetlidir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin kurucu ve yürütücüleri kırk yılı aşkındır bunu kesintisiz olarak sürdürmektedir ve fakat, bilhassa "devrimci" oluştan, 12 Eylül'ün ağır basıncı ile dizginlenerek genel "sosyalist" çevrelere dönüşen organizasyonlar bunu üzerinden atlamakta, hatta onlara "devrimcilik" öğretmeye dahi çalışmaktadır. Hazin insanlık hallerinin ve ideale yabancılaşmanın görünümleri olarak bu tavırlar akıllardadır.

'71 devrimciliği, belli bakımlardan bir "tepki" hareketidir. Somut olarak TİP'e, daha genel manada legal sosyalistlere dönük bir tepki. TİP, o devrimcileri tecrit etmeye, dahası haklarında spekülasyonlarla itibarsızlaştırmaya çalıştı. TİP ve TKP'nin o devrimci çıkışa bütünüyle karşıt pozisyon alışı tesadüf değildir.

Mahir, İbo ve Denizler, bilinen devrimci mücadelelerine bir tepki ile ortaya koymaları aynı zamanda zorunluluktu. Onlar en başta TİP-TKP'de konumlanan statükocu, konformist eğilim sahiplerinin katı ve duvarı andıran yaklaşımları nedeniyle bazı bakımlardan legal olan ne varsa tamamına karşı çıkmak durumunda kaldılar. TİP-TKP'deki yozlaşma ve bozulmanın "legalite"den de kaynaklandığını düşünmek, dönem devrimcilerinde ağırlıklı eğilimdi.

O çıkış bir anlamda "bölünme" anlamı da taşıdı. TİP-TKP (ve türevleri) zora dayalı mücadeleye karşıt pozisyonu kültür ve kimliğe dönüştürürken, silahlı mücadeleyi (de) kullanan devrimci hareket "legal" mücadeleye ve yürütenlere  karşı uzun yıllar boyunca güvensizlik besledi, onları ciddiye almadı, düzen içi saydı. Şayet, mutlaka 'legal' mücadele sahasında olunacaksa bunu bizzat orada olarak, çoğu zaman alanın özgünlüklerine eğilmeden iki alanın dilini tekleştirdi. O vesileyle yayılma-genişleme imkanları, haliyle yeterince değerlendirilemedi.

Devrimci sosyalistler 'parti'li formda mücadeleyi sürdürmeye başladıklarında iki önemli refleks geliştirdi. İlki '71 devrimci çıkışışının her üç akımını kendi tarihi saydı, öncelik sonralık tartışması yürütmedi. Önemi şuradaydı: Devrimci hareketin neredeyse bütün bileşenleri kendini '71 devrimciliğini oluşturan üç devrimci parti ve örgütlerin birisine yaslanmayı ve onu 'politik mülk' haline getirmeyi alışkanlığa dönüştürmüştü. Bu sorunlu yaklaşım böylece aşıldı.

Bir o kadar önemli refleks de parçalılığa karşı bir araya gelmesine vurgu dolayımı ile de olsa 1920 TKP'sine atıftı. Orayı da miras saymak, kendini sadece '71'le sınırlı saymamak kıymetliydi.

Birazdan değineceğimiz gibi, atıf yapılan TKP'nin sorunlu bir örnek olması, bu atıftaki cesareti ve geniş bakışı gölgeleyemez. Devrimci sosyalistler organik bağ bakımından '71 devrimci zeminine yaslandılar ancak oradan, bütün sol sosyalist birikimi kapsama hedefiyle 'tarihe sıçradılar'. Bunu o günün bilgileri, belgeleri üzerinden gerçekleştirdiler.

TKP, iki nedenle sorunlu bir örnek. Bugün ortaya çıkan belgeler, genel teorik-politik bilgi imkanları şunu söylüyor: Türkiye'de sosyalist mücadele TKP'den, hiç değilse kırk elli yol önce başladı ki bu da 1880'lere denk düşüyor. O sosyalist mücadelenin iki kaynağı vardı. Biri Kürdistan'da (Van) diğeri İstanbul'da örgütlü olarak ortaya çıkan Ermeni sosyalistlerdir. Manifesto daha o yıllarda, elden ele dolaşmaktadır.

Diğer kaynak, Balkanlar kaynaklı olarak Yahudi sosyalistlerdi. Onlar da teşkilatlanmışlardı. Nitekim, sonraki on yıllarda, sosyalist harekette çok sayıda Ermeni ve Yahudi'nin de bulunması, bu kaynaklarla ilgilidir.

Diğer neden, bizzat Mustafa Suphi gibi isimlerin ki bunlar TKP'nin merkezi kadrolarıdır, ittihatçı geçmişlerindeki düşünce yapılarını korumaları ve mesela Mustafa Suphi'nin ölümünden çok kısa bir süre önce dahi Ermeni soykırımını savunmuş olmasıdır. Bu şekilleniş ideolojik ve politik sığlıkla "ulusçuluk" baskısından kurtulamama hissiyatıyla ilgilidir.

TKP aynı zamanda bütün sosyalist birikimi kapsamamaktadır. İdeolojik sorunları daha kuruluşunda, esaslı biçimde bağrındadır. Bugün çok daha esaslı olarak bütün o tarihin başlangıcını araştırma konusu olması gerekir. Alaşehir kaymakamıyken Rum katliam ve sürgününde yer alan, Everek kaymakamıyken Ermeni tehcirini Kayseri civarında yürüten, daha sonra Der Zor'da Ermenilere karşı zalimliğiyle bilinen Salih Zeki isimli bir soykırımcının TKP'de merkezi kadro olarak yer bulması rastlantısal değildir.

Son derece sorunlu olan bu durum başka bir konudur. Tartışmanın bağlamını oluşturan ve '71 ile yetinmeyen, öncesini de kapsamaya çalışan yönelim, tekrar edelim, çok kıymetlidir. Sabit kimlikler, konumlanışlar ve tercihler ile yol alınan dünün dünyasında, o dünyanın tıkandığını görecek böyle bir düşünsel genişlemeye karar verildiği içindir ki mücadele biçimlerinden birini temel alan, kendisini öngörülebilir sabit tercihlere kilitleyen varoluş biçimini eylemli olarak eleştirerek geride bırakmıştır.

'71 devrimciliğini aşma iddiası, onun kendisini 'devrimci' gerçekleştirme biçiminin reddiyse bu boş bir uğraştır. Onu daha derin, daha yaygın, daha zengin biçimlerle uygulama, günün adalet ve özgürlük mücadelesi ihtiyaçları temelinde toplumsallaştırma ihtiyacı ise günceldir. Yorgunluk alameti olan ve devrimci varoluş biçiminden genel sosyalist etkisiz varoluş özlemini ifade eden bu gibi yaklaşımlarla aramızda aşılmaz duvarlar vardır.

Kimlik, değer ve yaşam ölçüsü erozyonuna olduğu kadar sekterliğe, vasatlığa, yetinmeciliğe ve dogmatizme de mesafeli bir yerden kendisini günden güne daha çok içi içe geçen siyasal ve toplumsal devrimin zaferi için, durmaksızın kuran ve yenileyen bir devrimcilik pratiği açık ve örtük umutsuzlukların ilacıdır.