21 Aralık 2024 Cumartesi

Durum ve dönemin devrimci görevleri

Başarının düzeyi, örneğin fiili meşru mücadele alanında devrimci görevlerin, dar formüllere sıkıştırılmadan ele alınması ve uygulamasıyla sıkıca bağlı. Her şeyden önce, öncünün ve tek tek kolektiflerinin yüzü, kitlelere, onların sorun, talep ve özlemlerine dönük olmalıdır. O nedenle, talebin, "olayın" "önemi", "büyüklüğü" kadar, zamanında müdahalenin, kitlelerin mücadeleye katılmaya ikna edilmesi çalışmalarındaki kararlılık ve yaratıcılığın, düşmanın ilk sert saldırılarını göğüslemenin, yangını yayma perspektifiyle hareket etmenin, hızla isabetli ittifaklar oluşturmanın önemini, işlevini akılda tutmak gerek.

Olup biten ve verilerin öngörülebilir kıldığı her şey, faşist saray cuntasının, rejimle organik bütünlük içindeki kesimler önde olmak üzere, tekelci burjuvazinin, bir başka ifadeyle, kapitalist düzenin çıkarları için, faşist devlet terörü ve sömürgeci savaş rejimi olarak halk düşmanlığında sınır tanımayacağını gösteriyor.

Başta faşist şef, eşi, çocukları, damatları olmak üzere, saraylıların, AKP'li bir avuç yöneticinin ve faşist şeflik rejiminin kadrosu olarak çalışan silahlı ve silahsız yüksek bürokratların, medya borazanlarının bu yağma ve talan düzeninden gözü dönmüş bir arsızlıkla besleneceklerini ortaya koyuyor.

Irkçılık ve şovenizmde, haksız, yağmacı savaşta, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspında, kadın cinsinin eşitsizliğe prangalanmasında, LGBTİ+'lara dünyanın zehir edilmesinde, emekçi memurları devlet kuluna dönüştürmekte, gençliğin geleceğini karartmakta, işçi sınıfını iliğine kemiğine dek sömürmekte, kentin ve kırın emekçi küçük mülk sahiplerini iflas ve yoksulluğa gömmekte, doğanın talan edilmesinde kuduz köpek saldırganlığı içinde olmaya devam edecekleri sayısız örnekte ortaya çıkıyor.

Kürt ulusu ve ulusal topluluklar karşısındaki ırkçılıkları, Alevilere, antikapitalist Müslümanlara, antişoven Müslümanlara, Ezidilere, Hristiyanlara, dinsel inanç taşımayanlara düşmanlıkları şahit gerektirmiyor.

Zindanları faşist toplama ve ölüm kampları haline getirmek için tüm imkânlarını kullanarak, gidebileceği en son sınıra kadar gitmeyi hedeflediği görülüyor.

İnsanın insanı sömürüsünün, sermayenin, faşizmin, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının, şovenizmin, din tüccarlığının, sömürgeci savaş ve işgalciliğin reddedildiği bir zeminde üretimde bulunan edebiyatçıları, sinemacıları, müzisyenleri, tiyatrocuları, ressamları, heykeltıraşları, ürettiklerini insanlara ulaştıramaz ve yoksulluğun pençesinde kıvranır duruma getirmek için bugüne değin yaptıklarından fazlasını yapmayı planladığı anlaşılıyor.

Tüm saldırılarına karşın ele geçiremediği ve teslim alamadığı doktor, mühendis-mimar, savunman örgütlerini, değişik meslek birliklerini, sendika ve konfederasyonları güçsüzleştirmek, dağıtmak, etkisizleştirmek hedefiyle yeni saldırılara başvuracağını, faşist düzenlemelere girişeceğini açıkça ortaya koyuyor.

Devrimci ve antifaşist basını yok etmek için faşizmin ve kapitalist düzenin tüm imkânlarını zorlayacağını saklama gereği bile duymuyor.

Başta HDP olmak üzere, antifaşist, antişovenist pratikler içindeki emekçi sol partileri yıkmak, dağıtmak için, faşist devlet terörüne, mahkeme ve hapishane çarkını çevirmeye hız vereceğini; kayyum politikası, HDP'ye, halkçı vekillere uygulanan faşist baskılar ve fezleke kelepçesi sistemiyle, Kuzey Kürdistan'da genel oy ve seçim kurumunu tasfiye kararı alıp uygulamaya soktuğunu, bu hattı güçlendirmeyi amaçladığını gözler önüne seriyor.

Faşist şeflik rejiminin değişik politikalarını desteklemeyen, kimi konularda itirazlar yönelten ve bazı gerçeklere sayfalarında yer veren burjuva basını, televizyon kanallarını, yazarları, televizyon ve radyo sunucularını, haber programcılarını teslim almak için mali darbeleri, gözaltı, mahkeme ve hapishane tehdidini yoğunlaştıracağını yansıtıyor.

Sefil ve korkak burjuva muhalefet partilerini aşağılamakta, daha fazla iradesizleştirmekte, muhalefet edemez, seçim sistemi içinde bir yol bulamaz hale getirmekte saldırganlığını artıracağını açığa vurmakta sakınca görmüyor.

Salt Kuzey Kürdistan'da değil, yaşadıkları her yerde, özgür Kürt ve özgür Kürdistan adına ne varsa yok etmeyi, Rojava'yı ve Medya Savunma Alanlarını işgal edip soykırım uygulamayı ve son hamle olarak, bugün, ırkçı-sömürgeci emirlerini yerine getiren Güney Kürdistan'ı tasfiye etmeyi hedeflediği tüm pratiğinde açığa çıkıyor.

Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da kapitalizmin, tekellerin ve sömürgeciliğin çıkarları için, doğal çevrenin tahrip edilmesinde ısrar edeceğini, halkın ekolojiyle ilişkilerinde yıkıcı sonuçlar yaratacak bir saldırganlık içinde olacağını gözler önüne seren veriler, işçiler ve sağlık emekçileri hariç, sokağa çıkma yasaklı koronavirüs günlerinde bile artmaya devam ediyor.

Tüm bunları, AKP kadroları durumundaki, sermaye ordusu generalleri ve polis şefleri, AKP militanı durumundaki polisler, subaylar, HSK, Danıştay, Yargıtay yönetimleri, valiler, kaymakamlar, diyanet işleri başkanı, il müftüleri, mahkemeler ve hapishaneler çarkıyla yönetiyor. Aynı amaçla, faşist 12 Eylül anayasasını ve faşist yasaları sıkıca koruyup, faşizmin, sömürgeciliğin ve kapitalizmin yeni ihtiyaçlarına göre düzenliyor.

12 Eylül cuntasının ve Çiller, Güreş, Ağar kontrgerillacılığın sadık öğrencisi ve yeniden üreticisi olan faşist şeflik rejimi, politik İslamcılığın alameti olarak, sınır tanımaz biçimde padişahlık ve halifelik övgücülüğüne devam eder, arsız bir din tacirliği yürütürken, İttihat ve Terakki'nin ve Kemalizmin en ırkçı, en şoven, en saldırgan, en antidemokratik görüşlerini özümseyip uyguluyor. Kürt halkına, ulusal topluluklara karşı ırkçılık, soykırımcılık, inkâr, sermayenin çıkarları için işçi ve ezilenlere karşı sınırlanmamış terör, bölgede savaş ve yayılmacılık siyaseti bunun özünü oluşturuyor. Bu, "Ergenekoncularla ittifak"ın gereğinden öte bir durumdur ve Kemalist Ergenekoncuların bir bölümüyle ve ırkçı faşist MHP'yle bu ölçüde sıkı bir ittifak içinde oluşun temelini ortaya koymaktadır.

DİRENİŞ VE SAVAŞIMI YÜKSELTME İRADESİ
Emekçi sol hareket, 20 Temmuz 2015'ten günümüze "yok etme" stratejisine bağlı aralıksız bir faşist, sömürgeci terör altında. Saldırının öncelikli hedefi, faşizme ve sömürgeciliğe karşı savaşımın örgütlülük, askeri kapasite ve kitle desteği bakımından en büyük ve en etkin gücü PKK'dir. Sıralamayı, (faşizme ve sömürgeciliğe karşı savaşım bütünlüğü içindeki) MLKP, (faşizme karşı savaşım zeminindeki) DHKP-C biçiminde sürdürmek gerçeğe uygun olacaktır. Düşmanın hedef öncelikleri bir yana, devrimci hareketin tüm bölükleri aralıksız saldırı ateşi altındalar ve yürüyüşü bu koşullarda sürdürmek zorundalar. Dahası, devrimci hareketin, politik mücadeleyi faşizmin ve sömürgeciliğin yasaklarından özgür biçimde sürdürme ihtiyacına cevap veren silahlı veya silahsız illegal çalışmaları, düşmanın teknolojik avantajları nedeniyle ağır bedeller gerektiriyor. Politik mücadele içindeki devrimci varoluş, bütün bunları taşıma gücü, kapasite ve yeteneğiyle sımsıkı bağlı.

Emekçi sol zemindeki yasal partiler ve gruplar, aynı saldırıya, ideolojik-politik duruşları ölçüsünde muhatap oldular ve oluyorlar. Faşist şeflik rejimi, yasal partilerin, Halkevleri gibi kurumların, kültür-sanat merkezlerinin, yayınevlerinin bir bölümüne, radyoların, televizyonların, gazete ve dergilerin neredeyse tümüne karşı, yok etme stratejisi uyguladı. Aynı saldırı kapsamında, EMEP, ÖDP örneğindeki partilere, gruplara, çevrelere yönelik faşist baskı ve terörün öncelikli hedefi ise çizilmiş sınırlara daha sıkı riayet etmelerini sağlamak, ulusal demokratik hareketle, devrimci hareketle, antifaşist-antişovenist birleşik cephe gibi öznelerle aralarındaki duvarları kalınlaştırma çizgisinde tutmaktı.

Faşist şeflik rejimi ve sömürgecilik, bu beş yıl boyunca emekçi sol saflarda yer alan ve yüzü oraya dönük milyonlarca işçi ve emekçinin bu kanlı ve sınır tanımaz faşist terör koşullarında, sinmekten, geri çekilmekten öte, umudunu yitirmesini, emekçi sol öznelerle bağlarını koparmasını, teslimiyet ruh haline girmesini, çözülüp dağılmasını hedefledi. Klasik ifadeyle, "denizi kurutma" hayaliyle hareket etti.

Faşist şef ve saray cuntası, 12 Eylül darbesinin arkasından oluşan manzaranın yeni bir baskısını yaratmayı amaçlıyordu. Fakat başaramadı. Binlerce kadın ve erkeğin faşizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelede ölümsüzleşmesi, çok sayıda savaşçının bedenini eski tarzda kullanamama gerçeğini omuzlaması, on binlerce işçinin, kadının, gencin, işsizin, yoksulun gözaltına alınması, binlercesinin tutuklanması, tutsakların sistematik tarzda tecrit ve sürgün saldırısına maruz bırakılması pahasına, 20 Temmuz 2015'ten günümüze, bu bedelleri omuzlayan Kürt ulusal demokratik hareketi ve devrimci partiler, gruplar direndiler, değişik süreçlerde aktif savunmadan saldırıya geçişi zorladılar. Kuşkusuz, gerek direniş ve mücadele, gerekse de bedel ödeme düzeyi bakımından aralarında önemli eşitsizlikler oldu. Öyle ki, devrimci parti ve grupların bir bölümü, dönem içinde özgür politik faaliyet araç ve biçimlerini kullanmadıkları için anılan bedellerin çok büyük bir kısmının omuzlayıcıları arasında olmadılar.

Bu beş faşist sömürgeci terör ve direniş yılında, kadın özgürlük mücadelesi kuvvetleri, Kürt yurtsever kitleler, yasallık ve fiili meşru mücadele arasında salınan kimi antifaşist yapılar, Aleviler, antifaşist, yasalcı emekçi sol güçler, akademisyenler, kimi işçi ve emekçi memur sendikaları, meslek odaları ve antikapitalist Müslümanlar, faşist şeflik rejimine, sömürgeciliğe ve erkek egemenliğine karşı direnişin değişik düzeylerde etkin veya pasif özneleri oldular.

Faşist saray cuntasına ve faşist şeflik rejimine karşı direnişin, siyasi, iktisadi, toplumsal gerçeklerin teşhirinin, demokratik hak ve özgürlük taleplerinin, politik özgürlük, ulus ve cinslere eşitlik haykırışının kesintisizce sürdürülmesinin sonucudur ki, geldiğimiz aşamada, faşist şeflik rejiminin ittifak kuvvetleri, düzenin en ırkçı, en şoven; işçilere, Kürtlere ve kadınlara en fazla düşman olan kesimlerine, Bahçeli ve Perinçek'in kontrgerilla partilerine, Ergenekoncuların bir bölümüne daralmış ve kitlelerde karşılık bulacak anlamlı bir genişleme imkânını kaybetmiş bulunuyor. İktisadi ve sosyal politikaların emekçilerde ve ezilenlerde yarattığı tepkilerin de katkısıyla, faşist şeflik rejiminin kitle desteği her geçen gün zayıflamaya devam ediyor. Saray cuntası her iki konuda da derin bir çıkmazdadır.

Sömüren-sömürülen, ezen-ezilen, zengin-yoksul, diktatörlük-halklar çelişkileri üzerinde yükselen mücadelenin yarattığı yeni maddi koşullarda, eski tarzda yönetememe hali, faşist devlet terörü ve sömürgeci savaşa mahkûm olmaktan öteye geçmiş, faşist yasaların ve fiili yasakların cenderesindeki genel oy, seçim, vekillik, belediye başkanlığı gibi kurumların, Kürdistan bakımından fiilen tasfiye edilmesine varmış bulunuyor. Şimdi sıra Türkiye'de. Kuzey Kürdistan'daki faşist uygulamalar daha sınırlı, daha temkinli biçimde de olsa Türkiye'ye taşınmak, burjuva partileri kapsayacak bir yönde geliştirilmek isteniyor.

"Durum", işçi sınıfı ve ezilenlerin öncü kesimlerinin, hiçbir hayale kapılmadan, günlük her türlü ekonomik, demokratik, akademik mücadeleyi, "faşizme ölüm halklara özgürlük" hedefi yönünde ilerletmek zorunda olduklarını gösteriyor. Faşist şeflik rejimine karşı burjuva muhalefetle resmi ittifak veya burjuva muhalefet cephesine fiili destek yolundan bir çıkış aramanın, dikkati, kitle gücünü, enerjiyi, imkânları ve fırsatları buraya yöneltmenin, tekrar tekrar hayal kırıklığı üretecek bir çıkmaz olduğunu adeta haykırıyor.

Tedbirin ötesinde, fırsatçı yasaklara ve işçilerin faşist şeften alınan izinlerle zorla çalıştırılması gibi faşist uygulamalara sahne olan koronavirüs salgını koşullarında, kendini eve hapsetmemenin, koşullara uygun biçimlerle mücadele yürütmenin pratik ve moral değerini, düşmana barikat örme ve daha büyük kavgaları hazırlama yeteneğini, kalbini ve aklını kapatmayan herkes gördü. Şimdi, daha sert, fakat faşist şeflik rejimini daha etkili biçimde yıpratma, kitle desteğini belirgin biçimde zayıflatma imkânları güçlü bir sürece giriliyor.

Başarının düzeyi, örneğin fiili meşru mücadele alanında devrimci görevlerin, dar formüllere sıkıştırılmadan ele alınması ve uygulamasıyla sıkıca bağlı. Her şeyden önce, öncünün ve tek tek kolektiflerinin yüzü kitlelere, onların sorun, talep ve özlemlerine dönük olmalıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan gerçekliğinde hiçbir olağanüstülük taşımayan bir talebin, toplumun yeni kesimlerine genişleyen memnuniyetsizlik ve öfke ile sınıfsal, ulusal, cinsel çelişkilerin keskinliği koşullarında nelere yol açabileceğini örneğin, Gazi'de Alevi kahvelerinin taranması, 1995'de üniversite harçlarına zam yapılması veya İstanbul Gezi Parkı'nda ağaçların kesilmesi gibi devlet saldırılarının ardından çıkan büyük toplumsal yangınlarda gördük. O nedenle, talebin, "olayın" "önemi", "büyüklüğü" kadar, zamanında müdahalenin, kitlelerin mücadeleye katılmaya ikna edilmesi çalışmalarındaki kararlılık ve yaratıcılığın, düşmanın ilk sert saldırılarını göğüslemenin, yangını yayma perspektifiyle hareket etmenin, hızla isabetli ittifaklar oluşturmanın önemini, işlevini akılda tutmak gerek.

Şimdi, bir yandan kapitalizme karşı sosyalizm, faşist inkarcı sömürgeciliğe karşı halk cumhuriyetleri birliği, faşist diktatörlüğe karşı özgürlük seçeneklerinin ve "tek yol" oldukları gerçeğinin propagandasını güçlü bir biçimde yürütmek, bir yandan da işsizliğe, pahalılığa, yoksulluğa ve kadın cinayetlerine karşı yaygın, etkili, sürekliliği sağlanmış bir ajitasyon, propaganda çalışması ve eylemliliği örgütlemek görevini birlikte, iç içe yürütmek gerekiyor. Seminerler, paneller örgütleyerek, afiş, pankart asarak, sosyal medyayı etkin biçimde değerlendirerek, kolay okunur kısa broşürler, bildiriler dağıtarak, sosyalist basının halka ulaştırılması çalışmalarını, anket ve imza toplama imkanlarını birebir ilişkileniş atılımına dönüştürerek, işçilerin fabrika dışında "kitlesel" olarak bir arada bulunduğu her alanı, pazarları, mahalleleri sözlü ajitasyon-propaganda mekanlarına dönüştürerek ve tüm bunları kaynaştırıp, öncü çıkış pratikleriyle bütünleyerek, politik etki gücü yaratmaya, bir kuvvet çıkarmaya odaklanılmalıdır. Koronavirüs yasakları döneminde 900 bin hanenin elektriğinin kesilmesi ve ödeme yapamayan 300 bin insan hakkında icra takibi başlatılması, elektrik kesintileri nedeniyle, emekçi köylülerin salt sulama değil, kimi köylerde içme suyu sorunuyla yüz yüze gelmesi, işsizlik ordusundaki büyük ölçekli artış, yoksulluğun belediye yardım kampanyalarına başvurularda yankılanan çığlığı durumu kavramak için yeterlidir. O çığlığın illa da ekonomik talepler etrafında bir mücadele kuvvetine dönüşeceği elbette iddia edilemez. Fakat, işçileri ve ezilenleri işsizliğe, pahalılığa, yoksulluğa karşı mücadeleye çağırmak, bu virüslerin kapitalizm tarafından yaratıldığını ve faşist şeflik rejimi tarafından yayıldığını bıkmadan usanmadan ve değişik araçlarla göstermek, kitlelerin daha geniş bölükleriyle düşünce, duygu etkileşimi imkanı yaratacak, bunların bir bölümünü değişik nitelikte örgütlere ve politik yaşama daha etkin katılmaya yöneltecektir.

"İşten çıkarmalar yasaklansın!", "Korona virüs meslek hastalığı olarak kabul edilsin!", "KDV kaldırılsın!", "İşsizliğe, pahalılığa, zamlara son!", "Asgari ücrette işçiden vergi kesintisi yapılmasın!", "Sendikalaşma hakkına özgürlük!", "Hak grevine, dayanışma grevine, genel greve özgürlük!", "Korona salgınında işçileri zorla çalıştıranlar tutuklansın!" "Adalet istiyoruz!", "Basın ve düşünce özgürlüğü istiyoruz!", "Toplantı, örgütlenme ve gösteri özgürlüğü istiyoruz!", "Kadın cinayetlerine son!", "Diplomalı işsiz olmak istemiyoruz!", "Kışla değil lise istiyoruz!", "Ticarethane değil üniversite istiyoruz!",  "Doğal çevrenin tahrip edilmesine son!" "Sanata, sanatçıya özgürlük!" şiarları ile değişik kentlerde ve Kuzey Kürdistan'da geliştirilebilecek özgün sloganlar çalışmada önde tutulmalı ve bütün sloganlar "İşten çıkarmalar yasaklansın! Saray cuntası defol, hükümet defol!", "Kadın cinayetlerine son! Saray cuntası defol, hükümet defol!" örneklerindeki gibi, "Saray cuntası defol, hükümet defol!" biçiminde tamamlanmalıdır.

Meşruluğunu haklılığından, gasp edilmiş demokratik hakları geri alma meşruiyetinden alan bu çalışmayı ve şiarları direnişteki işçilere, grevlere, emekçi memur eylemlerine, mitinglere, basın açıklamalarına, işçi havzalarına, fabrikalara, okullara, mahallelere, meydanlara, evlere taşımalıyız. Planlı, programlı bir faaliyetle enerjimizi en yüksek verimle değerlendirmek, tek tek işçi ve ezilenleri ikna sorumluluğumuzu yerine getirebileceğimiz bir çalışma tarzı oluşturmak, başarının ulaşacağı düzey açısından kilit önemdedir.

Faşizme ölüm halklara özgürlük! Yaşasın sosyalizm!