18 Eylül 2024 Çarşamba

Dilara Kalpak yazdı | Kadınlar yoksulluğu nasıl yaşıyor?

Artan yoksulluğa karşı kadının, elde edilen hane geliri ile evin ve çocuğun ihtiyaçlarını karşılaması, her gün evdekilerin önüne en az üç çeşit yemek koyabilmesi, her gün okula giden çocuğun beslenme çantasını doldurabilmesi beklenmektedir. Bu yükümlülük karşısında kadınlar, gıda ürünlerinin en ucuz olduğu akşam saatlerinde pazara çıkarak, çürümeye başlayan meyve ve sebzeleri toplayarak her gün sofraya üç çeşit yemek koymayı sürdürmekte ve bunun için de ilk önce kendi ihtiyaçlarını karşılamayı gözden çıkarmaktadırlar.

Her geçen gün daha da derinleşen yoksullaşma krizi, her ne kadar toplumun genelini etkileyen başat bir sorun olarak açığa çıkıyor olsa da kadının yaşadığı yoksulluk, aynı evin içerisinde birlikte yaşadığı erkeğin yoksulluğundan daha farklı biçimlerde açığa çıkmaktadır. Günlük ve güvencesiz çalışma koşullarında, yarın ne yiyeceğini bilemeyen, güvenli bir barınma hakkına sahip olamayanlar içerisinde, yoksulluğu kadınlar daha derin yaşar. Kadınlar açısından yalnızca gelir yoksulluğu değil, sosyo-ekonomik ve psikolojik olarak da birçok durumdan mahrum kalma halinden söz etmek mümkün. Anne karnında başlayan yoksulluk, kız çocuğu için erkek kardeşine göre daha da yoksul bir dünyaya gelişi zorunlu kılar. Ailesinin yoksulluk mirasını sırtlanan kız çocuğunun talep ve ihtiyaçları ataerkil aile içerisinde erkek çocuğa kıyasla görünmezdir. Toplumsal cinsiyet rollerinin dayatması sonucu kız çocuğunun hem kardeşinin bakımını üstlenmesi hem de annesinin ev içi emek yüküne omuz vermesi beklenmektedir. Böylece kız çocuğu toplumsal yeniden üretimin sürdürücüsü ve ataerkil aile içerisinde, annesinin yedeği olarak konumlandırılır.

Ailenin sahip olduğu kısıtlı da olsa olanaklardan erkek kardeşine kıyasla daha az yararlanmakla birlikte, kız çocuğunun eğitim ve sağlık gibi alanlardaki talep ve ihtiyaçları ikincil konumda görülürken, erkek çocuk ailenin olanaklarından yararlanmada daha ayrıcalıklı ve öncelikli görülmektedir. Kız çocuğunun yaşamı, geleneksel aileden çıkıp evlilik kurumuna dahil olana kadar bu biçimiyle örgütlenir.

Kadınların, çocuk bakımı ve ev içi emeğin yükünü yaşamının ilk yıllarından son yıllarına kadar tek başına üstlenmesi beklenmekte, kadının yaşamdaki birincil görevi, ilk önce içine doğduğu ailenin daha sonra ise evlilik kurumu ile birlikte kurulan yeni ailenin bakımını üstlenmesi zorunluluğu üzerinden belirlenmektedir. Erkeğin ücretli emek gücü olarak çalışma yaşamına dahil olduğu, kadının ise birincil görevinden doğru yaşamının yalnızca ev içi ile sınırlandırıldığı, çalışma yaşamına dahil oluşunun engellendiği koşullarda ev içerisinde durmadan çalışan kadının emeğinin ücretlendirilmemesinin yanı sıra ev ekonomisine dair söz hakkı da elinden alınmakta, emeği gibi sözü de görünmez kılınmaktadır. Ücretlendirilmeyen emek nedeniyle kadının yaşamı erkeğin emek gücüne bağımlı hale getirilmekte, yaşadığı yoksulluk ise görünmez kılınmaktadır. Hane gelirinden kadına ayrılan bütçe, kadının talep ve ihtiyaçları için değil, evin ve çocuğun ihtiyaçları için ayrılan bir bütçedir. Kadının ücret karşılığı bir işte çalıştığı koşullarda dahi elde ettiği gelir, yalnızca hane gelirine bir katkı olarak değerlendirilir ve çoğunlukla gelirine erkek tarafından el konularak kadın, erkek tarafından ekonomik şiddete maruz bırakılmaktadır. Para harcama özgürlüğü ve inisiyatifi erkeğe aittir. Kadının kendi talep ve ihtiyaçlarına dönük harcamaları, hane gelirine verilen bir zarar olarak görülmekte, bu nedenle kadın, fiziksel ve psikolojik şiddet ile karşı karşıya kalmaktadır. Yoksullaşma krizi derinleştikçe de şiddetin boyutu artmakta, erkeğin yaşadığı krizin hesabı kadına kesilmektedir. Bugün faşist rejimin, cezasızlık politikaları sonucunda da yoksulluğun yarattığı sıkıntı ve bunalımların ceremesini kadın çekmekte, doğrudan erkek şiddeti ile yüz yüze bırakılmaktadır. Buna karşı kendi ekonomisi üzerinde söz hakkına sahip olamayan kadın, bu biçimde içinde bulunduğu şiddet sarmalına hapsedilmek istenmektedir. Kadının ücretli emek gücü olarak çalışma yaşamına dahil olduğu koşullarda dahi esnek ve güvencesiz koşullarda çalışıyor oluşu, kadının özgürleşmesi önünde ciddi bir engel teşkil etmekte, yaşadığı yoksulluğu ise derinleştirmektedir.

Artan yoksulluğa karşı kadının, elde edilen hane geliri ile evin ve çocuğun ihtiyaçlarını karşılaması, her gün evdekilerin önüne en az üç çeşit yemek koyabilmesi, okula giden çocuğun beslenme çantasını doldurabilmesi beklenmektedir. Bu yükümlülük karşısında kadınlar, gıda ürünlerinin en ucuz olduğu akşam saatlerinde pazara çıkarak, çürümeye başlayan meyve ve sebzeleri toplayarak sofraya üç çeşit yemek koymayı sürdürmekte ve bunun için de ilk önce kendi ihtiyaçlarını karşılamayı gözden çıkarmaktadır. Artan yoksulluk ile birlikte kadına yüklenen misyon, yoktan var etmesidir. Evin ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına düşük ücretleri kabul ederek esnek ve güvencesiz koşullarda çalışmak zorunda kalan kadınlar, aynı işyerinde çalıştıkları ve aynı işi yaptıkları erkeklerle de eşit ücret alamamakta, eşit işe eşit ücret talebi doğrultusunda yürüttükleri sendikal mücadelelerde ise hem sendika içerisinde erkek egemen yaklaşımlarla hem de sendikalı olmaktan doğru işyerinde artan ayrımcılık ve mobbingle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar.
İşyerinde ayrımcılık, taciz ve mobbinge maruz bırakıldıkları durumlarda dahi içinde bulundukları yoksulluk sarmalı nedeniyle sessizliğe mahkum edilirler. Kadının ücretli bir işte çalıştığı koşullarda kreş ücretine yetmeyen gelir nedeniyle çocuk bakımını, geleneksel aile içerisindeki büyükanne gibi, yine başka bir kadın üstlenmektedir.

Kadının emeğinin, sözünün görünmez olması gibi yaşadığı sorunlar da görünmezdir. Artan hijyenik ped ve tampon fiyatları karşısında en temel ihtiyaçlarına ulaşamaz hale gelen kadınların sağlığı da ikincil planda görülmektedir. Kadın sağlığı açısından elzem olan, rahim ağzı kanseri gibi hastalıklarda en etkili önlem olarak görülen HPV aşısı gibi aşılara ücretsiz ulaşılamamaktadır. Yoksulluk üzerine yapılan araştırmalar yalnızca hane geliri üzerinden değerlendirildiği için bugün, kadın yoksulluğu verilerine ulaşılamamaktadır. Öte yandan bizler için kadın yoksulluğu apaçık ortada ve görünür bir gerçeklik olarak kendisini göstermekte ve başat mücadele alanlarından biri olarak açığa çıkmaktadır. Yoksullaşma krizinin derinleşmesi ile kadının üzerindeki günden güne ağırlaşan yükle başa çıkabilmesi, hapsedilmek istendiği yoksulluk ve şiddet sarmalından kurtulabilmesi için örgütlenmekten başka bir çıkış kapısı yoktur. Artan yoksulluğun faturasının kadınlara kesilmesinin önüne geçebilmek, yine yoksulluktan doğan yetememe hallerine ve erkek şiddetine karşı kadınların kendi öz güçlerine yaslanarak mücadele saflarına katılmaları, aynı mahallelerde, aynı iş yerlerinde, aynı sorunları yaşadıkları kadınlarla bir araya gelerek, dayanışma ağlarını büyütmeleri gerekmektedir. Kadının yaşadığı yoksulluktan kurtuluşu, erkek egemen kapitalist düzenin yıkılmasıyla mümkündür. Bunun da tek yolu örgütlü mücadeledir.