11 Ekim 2024 Cuma

Demek ki faşizm kurumsallaşmamış, öyle mi!

ABD-AB'ci restorasyoncu burjuva muhalefet ile emperyalist işbirlikçiliğinde sınır tanımayan ama yerli ve milli geçinme sahteliği batağında yüzen politik İslamcı faşist Cumhur İttifakı ikinci tur karşılaşmasına hazırlanıyorlar. Devrimci sosyalistler, bu iki bloka da yedeklenmeyeceklerini daha baştan ilan ettiler ve kuşkusuz bu tutumlarını sürdüreceklerdir.

Faşist Cumhur İttifakı ile restorasyoncu Millet İttifakının 14 Mayıs akşamı gece yarısına kadar sürdürdüğü manipülasyon ve psikolojik savaş, sandıktan nasıl bir gerçeklik çıktığı netleşmese de seçimlerin 2. tura kaldığı uzlaşmasıyla noktalanmıştır. Faşist şef "Kazandık, kazanacağız" havasını korurken, Millet İttifakı saflarında beliren hayal kırıklığı, demoralizasyon ve umutsuzluğun önüne geçme çabası giderek öne çıktı. Yine de Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu'nu destekleyenlerin saflarında hayal kırıklığı dalga dalga yayıldı. Restorasyoncu burjuva muhalefet gibi bu seçimler ile faşist şeflik rejiminin işinin biteceği ham hayaline kapılan emekçi sol yapılar, 15-16 Mayıs'ı daha çok kapıldıkları hayal kırıklığı ve demoralizasyona karşı umut ve moral örgütleme mesaisiyle değerlendirdi.

Faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin bir-iki aylık seçim kampanyası tarzındaki seçim mücadelesi basitliğiyle ele alınamayacağı bir kez daha deneyimlendi. Faşizmin kurumlaşmadığı söylem ve hikayesi faşizm gerçeğine çarptı. Hayal kırıklığı ve demoralizasyon faşist şeflik rejiminin seçimlerle "tarihin çöplüğüne" gönderileceği oportünist iyimserliğinin bedeli oldu. Millet İttifakı ve destekçilerinin yüksek dozda köpürttüğü seçim ve parlamentarizm sevdasından beslenen oportünist iyimserlik, faşizm gerçeğine çarptı ve bir bumerang gibi kendilerini vurdu.

Halen seçim sonuçları gerçekliğinin ne olduğuna erişilebilmiş değil, hala saray cuntasının hileleri gündemde. Bunlar da yönetememe krizinin değişik görüngüleri. Bütün burjuva kurumlarda çürüme sürüyor, o arada Kızılay durumuna düşmediyse de YSK'nın güvenilirliği de sorgulanıyor. 14 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en net sonucu burjuvazinin yönetememe krizinin derinleşerek ve katılaşarak sürmesidir. Burjuvazi biri yürürlükteki faşist şeflik rejimi; ikincisi de restorasyoncu muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter rejimi olmak üzere birbirine yakın siyasi güç ağırlıkları şeklinde devletin yönetim biçiminde ikiye bölünmüş durumda. Yönetememe krizinin kısa sürede çözüme kavuşturulamayacağı, süreğenleşeceği ve kronikleşeceği öngörülebiliyor. Patronlar sınıfı örgütsel ve sosyolojik olarak da iki bloka bölünmüş bulunuyor. Kriz ağırlaşmaktadır. Faşist şefin oylarının her şeye karşın 14 Mayıs'ta yüzde 50 altına düşmesi halkın rızasını kaybetmesi anlamına gelir, açıklanmayan ama "sunulan" sandık bilgilerine göre zayıf da olsa bu bir çeşit "defol git" beyanı ve iradesidir, keza değişim isteğinin de yansımasıdır. Faşist şef seçimler ile bütün çabalarına karşın meşruiyet krizini aşamamıştır. AKP oylarındaki çok belirgin oransal ve mutlak düşüş de buna eklenmelidir. Kaldı ki, bu sonucun faşist devlet güçlerinin muhalif güçler üzerinde terör estirdiği, bütün devlet imkanlarının faşist şef için seferber edildiği eşitsiz koşullar altında oluştuğu da herkes için açıktır.

14 Mayıs seçimleri, tüm devlet gücünü de arkalayan politik islamcı faşist propaganda ve örgütlenmenin ve Türk-İslam sentezinin toplumdaki etkisi olduğu kadar toplumsal tabanının sınırlarını da göstermiştir. Gerçi Türkiye toplumunda merkez sağ, politik islamcı, muhafazakar ve milliyetçi parti ve örgütlerin oy gücü genel olarak yüzde 60'ların üzerinde olmuştur. Fakat şimdi söz konusu olan Demirellerin, Özalların temsil ettiği "merkez sağ" veya muhafazakarlar değil, bütün değişik tonlarıyla AKP'den HÜDAPAR'a politik İslamcılar, MHP'den İYİP ve Zafer Partisi'ne ülkücü faşist Türk milliyetçileridir. Politik İslamcı yapılar da ülkücü Türk milliyetçileri de politik ve daha çok da örgütsel olarak değişik klikler, çıkar şebekesi yapılar biçiminde bölünmüşlerdir.

Türk-İslam sentezinin toplumsal tabanında AKP'den MHP'ye, AKP'den Yeniden Refah Partisi'ne vb. geçişkenlik diğer kaydedilmeye değer önemli bir veridir. AKP'nin kaybettiği oyların MHP ve Yeniden Refah Partisi'ne (YRP) gittiği anlaşılmaktadır.

Faşist şefin Orta Anadolu ve Karadeniz'de, diğer yandan Kemal Kılıçdaroğlu'nun ise Akdeniz, Ege ve Marmara'da İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlerde çoğunluğun oyunu alması inançsal ve kültürel faktörlerle de birleşen farklı yaşam biçimlerinin halkın oy tercihlerinde ön planda olduğuna işaret etmektedir. Kuzey Kürdistan dışta kalmak kaydıyla, Türk halkının siyasi coğrafyası bir yanda modern, seküler, kentli diğer yanda milliyetçi, muhafazakar, kasabalı yaşam tarzı biçiminde ideolojik olduğu kadar sosyolojik olarak da belirgin çizgileriyle ayrışmış, "millet bölünmüştür!"

Faşist şeflik rejiminin kuruluşu döneminde sistematik tarzda kendi sağına kayması, milliyetçilikle yarışması, faşist Türk milliyetçiliği ve muhafazakarlıkla iş tutması en nihayetinde kendi sağıyla kurduğu Millet İttifakı bugünkü CHP gerçekliğini şekillendirmiştir. CHP'nin kendi sağına yönelen politika tarzı faşist milliyetçilik ve muhafazakarlığın toplumda yayılması ve derinleşmesini besleyici, meşrulaştırıcı olmuş, onların değirmenine su taşımıştır. Bu kendi sağına gidişin CHP'yi ve burjuva solu büyütmediği, kendi sağındaki kitlelerin CHP'ye doğru değişimini, dönüşümünü, yakınlaşmasını sağlamadığı gerçekliği bir kez daha ayan beyan ortaya çıkmış, bu seçimlerde milliyetçi muhafazakar sağcı müttefiklerine milletvekili kazandırma rekoru kırmıştır! Keza, emekçi soldan özellikle reformist eğilimli yapıların CHP "açılımı", CHP ile ittifak için yanıp tutuşmaları, ona yakınlaşma, onun için kabul edilebilir olma politikaları, CHP'yi de kitlesini de görünür tarzda değiştirici olmamış, Sol Parti tipik örneğinde olduğu gibi bu yapılarda sosyal demokratlaşma evrimini beslemiş, faşist terörün de etkisiyle parlamentarizm ve yasallık bataklığına daha çok çekilmelerini getirmiştir.

Seçimlerin en belirgin sonuçlarından biri de herhangi bir burjuva kliğin kendi taraftarlarının ötesinde geniş halk yığınlarına gerçek bir umut verme kudretinin olmamasıdır. Diğer yandan TİP'in yükselişine rağmen benzer şekilde vaat-oy reformcu siyasetinin güncel koşullar altında bir karşılığının olmadığını da vurgulamak gerekir.

14 Mayıs seçimleri, Kürt halkının antifaşist bilinç ve mücadelenin en duyarlı ve kararlı bölüğü olduğu gerçeğini dostun düşmanın önünde bir kez daha teyit edilmiştir. Kürt halkı kesin biçimde "diktatör defol!" iradesini ortaya koydu. Faşist şefe "defol" diyen en yüksek oy oranları Kuzey Kürdistan illerinden
çıktı. Kuzey Kürdistan ile Türkiye metropolleri arasında gelişen antifaşist yön ve duygu birliği, politik özgürlük mücadelesi yoldaşlığı kuşkusuz halklarımızın ve coğrafyamızın geleceği bakımından umut vericidir.

AKP-MHP faşist bloku, HÜDAPAR'a yaslanarak Kuzey Kürdistan'da beklediği sonucu elde edememiş ama diğer yandan Kürt politik islamını burjuva parlamentoya taşımış, ona büyük bir siyasi meşruiyet bahşetmiş, onu faşist devletin paslı silahı gibi Kuzey Kürdistan'da ulusal demokratik güçlerin karşısına çıkartma politikasını kurmuştur. AKP-MHP faşist blokunun HÜDAPAR ve YRP ile kadın düşmanlığı temelinde geliştirdiği işbirliği kadın kurtuluş mücadelesi bakımından büyük bir tehlikeye işaret etmektedir. Bu iki partinin parlamentoda kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırıların başını çekerek hem faşist şeflik rejiminin özgürlük düşmanlığını koyulaştırmaya hem de toplumdaki politik islamcı etkiyi kendi etraflarında toplamaya ve derinleştirmeye çalışacaklardır.

Emek ve Özgürlük İttifakı, kendi adayını çıkartmada izlediği özgüvensiz, titrek politikayla Millet İttifakı'na yedeklenme konumuna sürüklenmiş, üçüncü cephe politikası erozyona uğrayarak pörsümüş, Emek ve Özgürlük İttifakı amaçlarına ulaşamamış, HDP/YSP oy kaybına uğramış, özetle izlenen taktik başarılı olamamıştır. İttifak ilişkilerinin düzenlenmesinde ortaya çıkan TİP ve EMEP'in antidemokratik ve dayatmacı tutumlarının kabul görmesi, ittifakın kuruluş sürecinde ulusal demokratik hareketin HDP'nin kurucu yapılarını görünmez kılan politika tarzı, kurumların işin gereklerine ve kendi rollerine uygun tarzda işletilmemesi, "yaptım oldu" tarzı gibi sorunlar, faşizm gerçekliğine karşın antifaşist mücadeleyi seçim mücadelesine indirgeyen yüzeysellik vb. sürecin öne çıkan sorunları olarak yaşanmıştır. Seçim mücadelesi, sandık ve oy meselesinin ötesinde antifaşist mücadelede örgütlenme ve politik atılım seferberliği ve kaldıracı olarak kavranıp değerlendirilememiştir.

Biriken birleşik mücadele ve ittifak deneyimleri önemlidir. Faşizme karşı politik özgürlük mücadelesinin geliştirilmesi perspektifi ile bu deneyimler eleştirel devrimci analizin konusu olmalıdır. Bunların da ötesinde Türk İslam sentezinin derinleşen ideolojik etkisi altındaki Türkiye toplumunun demokratik dönüşümü, keza Türk İslam sentezinin ideolojik etkisi altındaki Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin demokratik dönüşümü, politik özgürlük ve devrim mücadelesi saflarına kazanılması sorunları, emekçi sol hareketin kitlelerle ilişkilenme ve politika tarzı, hakeza kitleler içerisinde örgütlenme sorunlarının yeniden, derinliğine düşünülmesi ihtiyacı yanıtlandığı ölçüde sosyalist ve devrimci iddialar korunup yükseltilebilecektir.

ABD-AB'ci restorasyoncu burjuva muhalefet ile emperyalist işbirlikçiliğinde sınır tanımayan ama yerli ve milli geçinme sahteliği batağında yüzen politik İslamcı faşist Cumhur İttifakı ikinci tur karşılaşmasına hazırlanıyorlar. Devrimci sosyalistler, bu iki bloka da yedeklenmeyeceklerini daha baştan ilan ettiler ve kuşkusuz bu tutumlarını sürdüreceklerdir.

Faşizme karşı mücadelenin en ön saflarında konumlanan ve büyük bedelleri omuzlayan devrimci sosyalistler günlük ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmalarında "diktatör defol" şiarı etrafında antifaşist halk direniş komitelerinin kurulması ve birleşik fiili meşru mücadelenin kitle temelinin güçlendirilerek geliştirilmesi için tam bir kararlılıkla çalışmaya devam edeceklerdir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 12 Mayıs tarihli 116. sayı başyazısı