25 Nisan 2024 Perşembe

Çin-ABD ticaret krizine kısa bir ekolojik bakış

Trump ve Kim Jong-Un baş başa romantik bir akşam yemeğinde masaya oturup ülkeler arası krizi çözebilir veya Xi Jinping, Trump'a Twitter'da DM'den yazıp ticaret savaşını bitirmeye ikna edebilir. Ancak fizik ve kimyayla masaya oturamazsınız, bilimsel verilerle pazarlık yapamazsınız. Ekolojik kriz, yakın veya uzak geleceğin değil bugünün sorunudur ve çözüm için sadece birkaç on yılımız kaldı. Ve bugün dünyadaki her bir gelişme bu kalan zamanımızdan yiyor.
Bugün insanlığın herhangi bir meselesini bir de ekolojik bakış açısından değerlendirmeden geçmenin imkânı var mıdır? Öyle bir noktaya gidiyoruz ki buradaki "bir de" vurgusu anlamsızlaşacak, ana değerlendirme ekseni ekoloji olacak. Bu kadar iddialı olmanın altında yatan özgüven siyasi veya toplumsal öngörüden gelmiyor, bizzat bilimsel verilerden besleniyor.
 
Trump ve Kim Jong-Un baş başa romantik bir akşam yemeğinde masaya oturup ülkeler arası krizi çözebilir veya Xi Jinping, Trump'a Twitter'da DM'den yazıp ticaret savaşını bitirmeye ikna edebilir. Ancak fizik ve kimyayla masaya oturamazsınız, bilimsel verilerle pazarlık yapamazsınız. Ekolojik kriz, yakın veya uzak geleceğin değil bugünün sorunudur ve çözüm için sadece birkaç on yılımız kaldı. Ve bugün dünyadaki her bir gelişme bu kalan zamanımızdan yiyor.
 
Ekolojik krizin en önemli göstergelerinden karbon salınımı 2017'de, 2014-2016 arası duraksamasının ardından %1,5 artış gösterdi. Duraksamanın sebeplerinin başında Çin'deki ekonomik durgunluk, Çin'in yenilenebilir ve nükleer enerjiye yaptığı yatırım ve ABD'nin enerji kullanımında bir düzeyde kömürden doğalgaza geçişiydi. 2017'deki artış ise yine Çin'deki azalan yağışlardan kaynaklı hidroelektrikten elde edilen enerjinin kömürle telafi edilmesi, ÇKP kongresi öncesinde ekonomik büyümenin yeniden hızlanması için üretimi arttırıcı adımlar atılması, Trump'la birlikte ABD'deki fosil kaynaklardan yenilenebilire dönüşüm hızının düşmesi oldu. Yani bu iki ülkenin ekonomisi, yaptıkları dünya çapında etki yaratıyor.
 
Son aylarda ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları bu nedenle kritik bir öneme sahip. Son hamlelerle bu ticaret krizi metalara konulan gümrük vergileriyle ilerlese de krizin ana eksenlerinden biri de enerjidir. BP Enerji Raporu 2017'ye göre küresel enerji talebinin yüzde 35'i hâlâ petrolden karşılanıyor. Finansallaşmadan payını alan petrol ticaretinde daha önce OPEC ülkelerinin doğrudan belirlediği fiyatlar da 1983'ten beri borsalarda belirleniyor. New York ve Londra borsaları bunun en önemli merkezleri ve buradaki petrol kontratları dolar üzerinden yapılıyor. Petrolün dolar üzerinden ticareti ABD'nin ekonomideki küresel hegemonyasının en önemli dayanaklarından birisidir. Bir yıl kadar önce kurulan Uluslararası Şangay Enerji Borsası, ABD'nin bu petro-dolar tekelini kırmaya yönelik bir adımdı. Çin bu borsada petrol ticaretini kendi para birimi Yuan üzerinden yaparak orta ve uzun vadede büyüyen ekonomisini güçlü temellere oturtmak istiyor. Çin'in giderek ABD'nin küresel hegemonyasını sarsan büyümesi çok yönlü şekilde gelişmeye devam ediyor ve bu ABD'nin bölgedeki saldırganlığını açıklıyor. Aslında içe kapanma eğilimi olarak görülen bu "ticaret savaşları" esasında emperyalist ülkelerin rekabetinden başka bir şey değil. Çok uzatmayalım, bu gelişmelerin ekolojik açıdan önemi şudur: enerjide fosil kaynaklardan dönüşüm hızımız dünyanın kaderini belirleyecektir.
 
ABD geçen yıl Çin'den 500 milyar doların üzerinde ithalat gerçekleştirdi. 2016'da ABD, Çin'e 115,6 milyar dolarlık mal satarken 462,6 milyar dolarlık mal ithal etti. Trump'ın “Çin'e karşı ticaret savaşını çoktan kaybetmiştik” sözünün altında yatan gerçek burada. Bu iki emperyalist ülkenin ekonomisinin birbirine bu kadar bağımlı olması varoluşsal krizdeki kapitalizmde de küresel bir etki yaratıyor.
 
Savaş(!) yine de adım adım ilerlemeye devam ediyor. Trump geçen hafta yine Twitter'dan duyurduğu bir kararla Çin'den gelen 50 milyar dolarlık ürüne %25'lik ek gümrük vergisi koyma kararı aldı. Ek vergiler 6 Temmuz'dan itibaren uygulanmaya başlanacak. Bunun karşısında Çin de yine yaklaşık aynı değerde ABD malına ek vergi getirdi. Çin'in koyduğu ek vergilere takılan ABD mallarında ana pay, yaklaşık 28 milyar dolarla hava ve kara taşıtlarında ve 13,7 milyar dolarlık fiyatla sebzede iken ABD'nin koyduğu vergide ana pay 34,2 milyar dolarla makina ve elektronik cihazlardadır. Trump, hâli hazırda Çin'in telekom şirketi ZTE'ye İran ambargosunu deldiği için ABD'de 7 yıl yasak getirmişti. Ve kendi üslubuyla yine "Silikon Vadisi'nde çok değerli bir beyin gücümüz var ancak Çin bizim sırlarımızı çalıyor" demişti.
 
ABD'nin gümrük vergisi koyduğu ürünlerin başında elektronik cihazlar geliyor. Çin için önemli bir kalem olsa da bugün neredeyse hiçbir elektronik cihaz tek bir ülkede üretilmiyor, farklı ülkelerde üretilen parçalar ana tekelin ülkesinde birleştiriliyor.
 
Örneğin Apple'ın I-Phone için Çin'de ürettirdiği pillere konulacak vergi onun üretimi daha ucuz bir yere taşımasına neden olabilir. Bu ise hem yer değiştirmeden kaynaklı hem de yeni nakil ve işgücü maliyeti gibi sebeplerden ek maliyetler yaratabilir. Bunun sonucunda bir sonraki I-Phone modelinin fiyatının daha da yüksek olması muhtemel olacaktır. Bir de bunun ekolojik maliyetini düşünelim.
 
Çin'den daha ucuza üretim yapılabilecek yerler Hindistan gibi hızlı gelişen ekonomiler ve bunların ortak özelliği yüksek karbon salınımları. Tıpkı Çin gibi. Kömür ve petrol kullanımının en yüksek olduğu ülkeler bunlar. Çin'in hâli hazırda girdiği salınım azaltma yönlü politikaları kapitalizmin bu krizleri nedeniyle darbe almakta. Çin bugün dünyanın en büyük petrol ithalatçısı. Aynı zamanda en büyük yenilenebilir enerji sistemleri üreticisi ve ihracatçısı. Kendi enerji yatırımlarında da bunların payı artmaktaydı. Ancak bu yeni rekabet biçimi bu dönüşüm ateşine kibrit suyu döküyor.
 
Yani yenilenebilir enerjiye geçişi bir müjde gibi duyuran akademiden, ekonomi yönetiminden ve hatta ekoloji hareketlerinden kimi açıklamaların aksine enerji dönüşümünde her şey piyasa koşullarının insafına bırakılmış bir hızda ilerliyor. 2018 Aralık'ta Polonya'da, 2015-Paris Anlaşması'nın ilk değerlendirme zirvesi olacak ve pek çok ülke başarısızlıklarına kılıf bulmak için şimdiden düşünmeye başlamış durumda. Mevcut durumda en iyi ihtimalle bu yüzyılın sonuna kadar sıcaklıklarda 3 derecelik bir artışın gerçekleşeceği bilimsel bir gerçek.
 
Güneş ve rüzgar enerjisi 2030'lardan önce petrol ve kömürden daha ucuz hale gelmeyecek. Yenilenebilir enerji yatırımları her yıl rekorlar kırıyor ama bu veri tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü aynı zamanda fosil yakıt yatırımları da artmaya devam ediyor. Ayrıca sorun daha fazla enerji elde etmek değil mutlak değer olarak karbon salınımını azaltmak. Ne şu anki enerji kaynaklarını dönüştürme hızımız ne de teknoloji maliyetinin düşüş hızı gezegeni kurtaracak düzeyde değil. Peki bekleyecek miyiz 2030'lara kadar? Peki iklim bizi bekleyecek mi?
 
Küresel ekolojik kriz toplumsal ve siyasal krizlerin, yıkımların, patlamaların giderek daha fazla kısmını doğrudan kapsamına alacak. Gıda, su, zorunlu göçler, artan salgınlar ve altyapı sorunları gibi şu an sadece kesişmekte olduğu alanların doğrudan ana belirleyicisi haline gelecek. Çin ve ABD'nin hamleleri deprem etkisi yaratıyor dünyada, ama doğanın yıkıcılığına hiçbir ülke dayanamaz. Ekolojik krizin çözümünün kapitalizmin yıkılmasından ve ekolojik bir devrimden başka çaresi yoktur.
 
Negatif salınım teknolojilerinin pek bir moda haline gelmesine ne demeli peki? Belki de böylesi bir teknolojik çözüm bir devrimden çok daha kolaydır kimilerine göre. Gezegeni kurtarma devasa görevi altında eziliyorsak ve kalan birkaç on yılda bunu başarmak için "şu an" neler yapmalıyız konusuna başka bir yazıda değineceğim.