26 Nisan 2024 Cuma

ÇEVİRİ | İklim krizi ve sınıf

İklim değişikliği sürecinde mekansal ve zamansal bir sorun ortaya çıkar. İnsan faaliyetleri ve küresel iklim sisteminin reaksiyonları arasında bir ayrışma ortaya çıkar. Bu da iklim değişikliğini kavramayı zorlaştırır. İnsan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera gazı emisyonunun aşamalı sonuçları vardır. Aşırı ısınma, açlık ve iklim nedenli çatışmalar ilkin sera gazlarının oluşumunda en az pay sahibi olanları etkiler. En fakir yüzde 50’lik kesim tüketim kaynaklı oluşan sera gazının yüzde 10’luk kısmından sorumludur, ancak bu kesim toplumun iklim krizinden en çok etkilenen bölümüdür. ABD’de en tepedeki yüzdelik kesimdekiler kişi başına dünya ortalamasından 50 kat daha fazla sera gazı tüketiyor.

İklim krizi, çevre krizleri arasında tekil olmasa da, en acil çözülmesi gerekendir. Zira insanlık ve doğa için varoluşsal bir sorun olarak gündemimizde ve buna karşı harekete geçmek için zamanın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Eşik noktası aşıldığında niteliksel bir sıçrama yaşanacak ve geriye dönüşü mümkün olmayan bir noktaya geleceğiz. Böylece gezegenimizin aşırı ısınması kendiliğinden devam eden bir seyir izleyebilir.

Bu gerçeklik diğer krizleri bir kenara atmak anlamına elbette gelmiyor. Sosyal ve ekoloji krizlerini birlikte düşünmek ve bunlara yönelik ortak çözümler bulmak gerekiyor. İklim krizi ve diğer çevresel krizlerin arasındaki etkileşimler, sosyal ve insani krizler ve iklim krizi arasındakiler kadar belirgindir. AB-Mercosur arasındaki ticaret anlaşması Brezilya’daki kes ve yak örneğinde görüldüğü gibi iklim değişikliğini doğrudan artırıyor. İklim değişikliği açlık, çatışmalar ve göç hareketlerini beraberinde getiriyor. 2008’den bu yana 22 milyon kişi iklim koşullarına bağlı olarak göç etmek zorunda kaldı. Sıcak hava dalgası, kuraklık, şiddetli yağış, sel ya da fırtınalar nedeniyle bu sayı daha da artacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi sonucu ilkin tropik adalar ve alçak kıyı bölgeleri etkilenecek, Batı Antartika Buzulunun erimesiyle birlikte ise Hamburg, Şangay, Kalküta, New York ve Tokyo gibi milyonluk şehirler sular altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklar. Afrika kıtasında düzensiz yağış ve hasat yılları, kuraklık ve sellerden dolayı zaten açlık, çatışmalı ortam ve ekonomik anlamda geri kalmışlık artmakta.

Küresel ısınmayı +1,5 dereceye kadar indirmek için, sera gazlarının salınımını azaltmak ve “sıfır emisyon” kaçınılmazdır. Böylece hem iklimin tamamen dengesinin bozulmasını önlemek hem de iklim koşullarının olumsuz yönde değişiminden kaynaklı ekolojik, sosyal ve insani sonuçlarını durdurabiliriz. Şu anki emisyon ile sadece 7 yıl sonra +1,5 derecelik hedef geri dönüşü olmadan ortadan kalkacak. Buna karşı harekete geçilmeden beklenen her saniye çevresel ve sosyal maliyeti artıracaktır. Önlemler ne kadar geç alınırsa, bir sonraki adımlar çok daha sert olmak zorunda olacak ve +1,5 derecelik hedefe ulaşmak da bir o kadar imkansız hale gelecek. Böylece eşik aşılmış olacak.

İklim değişikliği sürecinde mekansal ve zamansal bir sorun ortaya çıkar. İnsan faaliyetleri ve küresel iklim sisteminin reaksiyonları arasında bir ayrışma ortaya çıkar. Bu da iklim değişikliğini kavramayı zorlaştırır. İnsan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera gazı emisyonunun aşamalı sonuçları vardır. Aşırı ısınma, açlık ve iklim nedenli çatışmalar ilkin sera gazlarının oluşumunda en az pay sahibi olanları etkiler. En fakir yüzde 50’lik kesim tüketim kaynaklı oluşan sera gazının yüzde 10’luk kısmından sorumludur, ancak bu kesim toplumun iklim krizinden en çok etkilenen bölümüdür. Küresel güneyin sera gazı emisyonlarındaki tarihsel payı da görece düşüktür. Küresel kuzey buna karşın hem tarihsel hem de güncel tüketim dikkate alındığında zıt bir seyir izler. Küresel güneyde üretimden kaynaklı oluşan sera gazı emisyonunun büyük kısmı, küresel kuzey ülkelerinde tüketim amaçlı kullanılmaktadır. ABD’de en tepedeki yüzdelik kesimdekiler kişi başına dünya ortalamasından 50 kat daha fazla sera gazı tüketiyor.

İklimin korunması sadece ekolojik değil aynı zamanda sosyal ve sosyopolitik bir olgudur. Nicel ekonomik büyüme hedefi gezegenin sınırlarını zorlamakla birlikte, ekosistemin dengesini bozuyor ve insanlığın yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli zemini de ortadan kaldırıyor. Gezegenin sınırlarını aşma eğilimi kapitalist üretim ilişkilerine içkindir. Bu durum sermaye birikimi ve kar amacı dürtüsü ile birlikte, aynı zamanda büyüme baskısına, ulusal ve uluslararası rekabete, dünyanın emperyalistler arası paylaşımına ve sömürüsüne kopmaz bağlarla bağlıdır. İklim krizi toplumsal değerler perspektifiyle hareket etmemizi engelleyebilir. Bu yüzden iklim krizine karşı mücadele aynı zamanda toplumsal bir mücadeledir. Bu yüzden toplumsal ve ekolojik anlamda yaşanabilir bir dünya için mücadelemizi büyütmeliyiz!

*Avusturya’da faaliyet yürüten komünist sendika inisiyatifi Komintern’in web sitesinde yayınlanan yazıyı Berk Özdemir kısaltarak ETHA için çevirmiştir.