28 Mart 2024 Perşembe

Boğaziçi’nden ileriye: Direniş, işgal, barikat

Boğaziçi direnişinin yankılanması ve yayılmasındaki hız, yalnızca üniversiteli gençlik yığınlarında büyüyen özgürlük arzusunun ve biriken mücadele potansiyelinin muazzam çapına işaret etmemiştir. Bu, aynı zamanda, genel olarak emekçi ve ezilen yığınların bağrında birikmiş antifaşist direniş ümidi ve arayışının ne denli büyük olduğunu da göstermiştir. Günün başlıca görevlerinden biri, bu farklı dayanakları mümkün olduğunca bütünleştiren ve geniş bir antifaşist gençlik birliği şekillendiren bir politik güzergahta yürümektir. Bu güzergahta vakit kaybetmeksizin yeni adımlar atmak, faşizme karşı öğrenci gençlik mücadelesini işgal ve barikat biçimleriyle daha etkili bir düzeye tırmandırma politik ufkunun da güncel gereğidir.

Politik sınıf savaşımında bazen koca bir bozkırı baştan sona tutuşturmak için bir kıvılcım yeter. Gezi-Haziran ayaklanması bunun yakın ve tipik bir örneğidir. Orada ağaçları savunan bir ekoloji direnişinin yüz yüze kaldığı polis terörü, faşizme karşı birikmiş bütün bir özgürlük mücadelesi potansiyelinin ateşlenmesine, Türkiye’de milyonların onur ve özgürlük için ayağa kalkmasına neden olmuştur. Öncü tarzda devrimci politika, çoğunlukla önceden kestirilmesi mümkün olmayan böylesi kıvılcım çakma anlarını sezip yakalama ve ezilenlerin birleşik direnişine doğru sıçramanın manivelalarına dönüştürme pratiğiyle sınanır.

Faşist karşıdevrim Boğaziçi direnişindeki bu “kıvılcım” olayının tamamen farkındadır. Erdoğan’ın faşist şeflik rejiminin payandası Bahçeli, bunu zaten, “Boğaziçi Üniversitesi’nden bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmaya niyetlenmek başı ezilmesi gereken bir komplodur” diyerek açıkça dile getirmiştir. Faşist şef Erdoğan ile onun kudurgan İçişleri Bakanı Soylu’nun “teröristler” diye höykürmeleri de, yeni yıla yine Gezi kabusuyla başladıklarının ifadesidir. Ve bu yüzdendir ki, tıpkı Boğaziçi direnişinde olduğu gibi, hemen her demokratik mücadele, her antifaşist direniş, valiliğin eylem yasağıyla, pervasız polis saldırganlığıyla, hapishane sopasıyla, “dış güçlerin uzantıları, vatan hainleri, din düşmanları, teröristler” gibi aşağılık argümanlarla örülü psikolojik savaşla karşılaşmaktadır.

Demokratik gençlik hareketi, devrimci öncülerin eylem ısrarına rağmen faşist kuşatma altında yaşadığı birkaç yıllık daralmanın ardından, yeniden kitlesel ve militan biçimde sahneye çıkmıştır. Boğaziçi direnişi, daha başlangıç anında İstanbul Üniversitesi’nden Mimar Sinan Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ne kadar İstanbul yükseköğrenim gençliğinin bütünleştiği bir politik odak olurken, birkaç gün içinde de Ankara’dan İzmir’e, Adana’dan Mersin’e ve Dersim’e kadar birçok üniversitede yankısını bulmuştur. Son yıllarda belki damla damla dolan öfke ve tepki bardağı bugün artık taşmakta; üniversiteli gençlik hareketi, sarayın kayyum rektörlerine direniş somutluğunda, faşist şeflik rejimine karşı politik özgürlük mücadelesinde çok kritik bir atak yapmaktadır.

Boğaziçi direnişinin yankılanması ve yayılmasındaki hız, yalnızca üniversiteli gençlik yığınlarında büyüyen özgürlük arzusunun ve biriken mücadele potansiyelinin muazzam çapına işaret etmemiştir. Bu, aynı zamanda, genel olarak emekçi ve ezilen yığınların bağrında birikmiş antifaşist direniş ümidi ve arayışının ne denli büyük olduğunu da göstermiştir. Zira direniş, birdenbire, demokrat aydın ve sanatçıların, sendikaların ve demokratik mesleki kuruluşların, kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin, emekçilerin ve ezilenlerin politik bakımdan ileri kesimlerinin dayanışma hareketiyle çevrelenmiştir. Sömürgeciliğin kayyumla belediyesini gasp ettiği Kürt'ün, sermayenin güvencesiz çalışmaya mahkum ettiği ve iş cinayetine kurban ettiği işçinin, erkek egemenliğinin cins kırımına maruz bıraktığı kadının, heteroseksizmin nefret nesnesi kıldığı LGBTİ+’nın, politik İslamcılığın inancını inkar ettiği Alevinin, harami şirketlerin doğasını yağmaladığı köylünün, faşist saray iktidarının diline kilit vurduğu gazetecinin veya üniversiteden ihraç ettiği akademisyenin; yani sermayeci, sömürgeci, ataerkil, politik İslamcı, faşist şeflik rejimiyle temelden çelişkili olanın özgürlük çığlığı, şimdi olanca toplumsal ve siyasal meşruluğuyla, Boğaziçi direnişinde bir nevi temsilini bulmaktadır.

Gazetemizin geçen haftaki sayısında yapılan vurguyu yinelemek gerekirse, Boğaziçi direnişinde açığa çıkan başlıca politik gerçeklik, onun bir bütün olarak faşizm ile özgürlük karşıtlaşması ve saflaşması niteliği taşımasıdır. Üniversite kapısına vurulan o kelepçe nasıl ki faşist şeflik rejiminin defaatle hatırlatılması gereken bütünsel bir sembolü olmuşsa; sarayı, bakanı, rektörü, YÖK’ü, polisi, mahkemesi ve medyasıyla faşist cephenin politik varlığı nasıl ki o kelepçede cisimleşmişse, öğrenci gençliğin ve genel olarak ezilenlerin faşist şeflik rejiminden kurtulma arzusu da “Kayyum rektör istemiyoruz” sloganında ve eyleminde karşılık bulmuştur. Bu politik muharebede, meşruiyet krizine yakalanan faşist cephe kayyum rektörün arkasında toplanmış, genişleyecek bir antifaşist cephenin silueti ise Boğaziçi direnişi etrafında ortaya çıkmıştır.

Bu durum, Boğaziçi Üniversitesi’nde patlak veren öğrenci ve akademisyen mücadelesinde, faşist şeflik rejimine karşı ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini örgütlemek için bir devrimci politik tramplen imkanının varlığı anlamına gelmektedir. Bugün böyle bir tramplenin üniversiteli antifaşist gençliğin, yani aydınların politik bakımdan en duyarlı ve en hareketli bölümünün mücadele pratiğiyle kurulmasında şaşılacak bir yan da yoktur. Söz konusu devrimci imkanın realize edilmesinde katalizör rolün ise devrimci öncü güçlerde olacağı şüphesizdir. Bir başka deyişle, örgütlü devrimci öğrenciler Boğaziçi merkezli antifaşist direniş hareketinin en büyük içsel avantajıdır. Zaten faşist gözaltı saldırıları ve faşist psikolojik savaş kışkırtmalarıyla, polisin fiziksel ve psikolojik işkenceleri, cinsel tacizleri ve homofobik hareketleriyle amaçlanan, her şeyden önce, devrimci öncülerin hareketten sökülmesi, bu devrimci katalizörün devre dışı bırakılmasıdır.

Boğaziçi direnişinin daha da büyüyüp genelleşmesi, en başta, kayyum rektör Melih Bulu’nun atandığı makamdan defedilmesi, yani istifasının ya da görevden alınmasının sağlanması şeklindeki somut talebin kararlılıkla korunmasına, böyle bir politik kazanımı koparıp alma duruşunun asla tavsatılmamasına bağlıdır. Bu güncel ve somut talebin içeriğiyse, açık ki, faşist şeflik rejimine karşı özerk-demokratik üniversite ve genel olarak politik özgürlük istemiyle doğrudan ilişkili olacaktır. Öğrenci gençlik hareketi, faşist şefin Boğaziçi Üniversitesi’ne, İstanbul Üniversitesi’ne, ODTÜ’ye, Ege’ye, Mimar Sinan’a ve diğer üniversitelere atadığı kayyum rektörlere karşı mücadele formunda, aslında bizzat faşist şeflik rejimine karşı mücadele olarak gelişecektir.

Direnişin siyasi ve fiziki sürekliliği için kesin bir ihtiyaç, Boğaziçi Üniversitesi içinde kayyum rektöre karşı üniversiteyi savunma nöbetini zamansal ve mekansal bakımdan, hem de kitlesel biçimde kesintisiz kılmaktır. Keza süreklilik, bütün üniversite kentlerinde, gerek kampüslerde gerekse meydanlarda, polis saldırısını, eylem yasağını ve sokağa çıkma kısıtlamasını hiçleştiren bir sokak pratiğinde ısrarlı davranmayı gerektirmektedir.

Boğaziçi direnişi merkezli antifaşist gençlik hareketi, elbette, bir kitlesel öğrenci gösterisinden mizahi tarzdaki bir politik teşhir eylemine, yerine göre bir açlık grevinden yüz yüze eğitim durumunda yapılacak bir boykota kadar birçok mücadele biçiminin kaynaştığı bir renklilik sergileyecektir. Bütün bunlarla beraber, işgal ve barikat, hareketin güncel sıçrama eşiği sayılmalıdır. Üniversitenin işgal edilmesi ve barikatlarla savunulması, öğrenci gençlik yığınlarına büyük ve yaygın bir mücadele kararlılığı ve morali aşılayacağı, antifaşist öğrenci hareketini alabildiğine ivmelendireceği gibi, genelde de emekçileri ve ezilenleri politik ve pratik açıdan ileri iten, ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini ören sonuçlar getirecektir. Zira Boğaziçi direnişinin geniş yığınları saflaştıran politik meşruluğundan doğacak işgal ve barikat mücadelelerinin, olağanüstü bir hızla, işçiler, yoksullar, kadınlar, liseliler, Kürtler, Aleviler, ezilen ulusal ve inançsal topluluklar, ekolojistler, laikler, LGBTİ+’lar, akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar içindeki bütün ilerici dinamiklerin sempati, destek ve dayanışma halesiyle sarılacağına şüphe yoktur.

Yükseköğrenim gençliğinin önünde, Boğaziçi direnişiyle açılan bu yeni mücadele döneminde, gençliğin antifaşist cephesel örgütlenmesini geliştirmenin yeni imkanları belirmiştir. Halihazırdaki Birleşik Gençlik Meclisleri, daha önce “Gençlik Örgütleri” adına gerçekleşmiş eylem birlikleri, Boğaziçi direnişinde filizlenen ve çeşitli kentlere yayılan “üniversite dayanışması” biçimleri, HDP ve HDK’nin gençlik bileşenleri, bugün fiilen genişlemekte olan antifaşist gençlik cepheleşmesinin hazır veya potansiyel dayanaklarıdır. Günün başlıca görevlerinden biri, bu farklı dayanakları mümkün olduğunca bütünleştiren ve geniş bir antifaşist gençlik birliği şekillendiren bir politik güzergahta yürümektir. Bu güzergahta vakit kaybetmeksizin yeni adımlar atmak, faşizme karşı öğrenci gençlik mücadelesini işgal ve barikat biçimleriyle daha etkili bir düzeye tırmandırma politik ufkunun da güncel gereğidir.

Öte yandan, bu daha etkili düzeye tırmandırma ufkunun kılavuzluğundaki politik pratik, muhtemeldir ki, “Boğaziçi elitizmi” konusunda çabucak savunma psikolojisine kapılan kimi “mezun” çevrelerini, daha şimdiden “eylem amacından saptı” diye gevelemeye başlayan kimi “öğrenci temsilciler kurulu” sözcülerini, hatta daha sert mücadele biçimlerine ve dolayısıyla daha sert faşist saldırılara adaptasyon yeteneğine sahip olmayan kimi reformist gençlik örgütlenmelerini aşıp geçme zorunluluğunu da içerecektir.

Boğaziçi direnişinin ileriye taşınmasında, kim daha sert mücadele biçimlerini güncel politik repertuvarına alırsa ve kim daha büyük bedelleri göğüsleme kararlılığı sergilerse, o başı çekecektir. Siyasi kumandası sıkı sıkıya Saray’da olan ve siyasi polisin servis ettiği argümanları doğrudan propaganda eden faşist medya aygıtının Boğaziçi direnişinde “MLKP terör örgütü parmağı” bulması, eylemci öğrencileri “MLKP’yle iltisaklı” göstermesi tam da buradan anlamlandırılmalıdır. Komünist gençlik, hem hiç de azımsanmayacak mevcut kadro ve örgüt birikimiyle, hem edindiği politik öncülük ve önderlik kapasitesiyle, hem de bedelleri göğüsleme kararlılığı ve iradesinin defalarca sınanmışlığıyla, hasılı bu nitelikleri sayesinde geniş öğrenci yığınlarının antifaşist dikkat merkezine oturmaya aday oluşuyla, faşist şeflik rejiminin karşıdevrimci dikkat merkezindedir.

Komünist öncünün gençlik bölüğü, Boğaziçi direnişini öğrenci gençlik hareketinde bir sıçrama tahtasına dönüştürme politik iddiası ve cüretiyle, bugünkü mücadelenin en ön siperlerinde mevzilenmektedir. Komünist öncünün bütün cepheleri, bütün örgüt ve militanları da, bu politik muharebede, fiili meşru mücadele sahasının her noktasında ve komünist gençlikle en sıkı işbirliği içinde, ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini örgütlemenin öncüleri olarak hareket etmekle yükümlüdür.

* Atılım Gazetesi'nin 15 Ocak tarihli 461. sayı başyazısı.