20 Nisan 2024 Cumartesi

Bin odalı Saray neden ölüler ile savaşır!

İnsanız ve canımız yanıyor. Ama bu kadarla sınırlı değil. Işıltılı sarayların örtemediği çürüme, düşkünleşme ve tükenişi de görüyoruz. Ve biliyoruz ki, saraylar saltanatlar çöker, diktatörler düşer bir gün ve geriye biz, tarihimiz ve tarihe ait olan hakikat kalır.
AKP/Saray iktidarı, sömürgeci devletin “ölüler ile savaş” politikasını sektirmeden sürdürdü.
 
YPJ Star gerillası Ekin Wan’ın 2015 yılının Ağustos ayında karşılaştığı insanlık dışı muameleyi hatırlayın. Cansız bedenine işkence yapılmadı mı? Kıyafetleri çıkartılarak fotoğrafları yayınlanmadı mı? Birileri başında poz vermedi mi? Bu bir gelenektir elbette, sömürgeci bir devletin geleneği. 1990’lı yıllarda cansız gerilla bedenlerinin başında poz verirken fotoğraf çektiren asker, polis sayısı hiç de az değildi.
 
Hacı Lokman Birlik’i hatırlayın. 2015 yılının Ekim ayında Şırnak’ın Dicle Mahallesi’nde cansız bedeni zırhlı aracın ardından sürüklenmedi mi?
 
Şırnak’ın Silopi ilçesinde 2015 yılındaki sokağa çıkma yasakları sırasında öldürülen Taybet İnan’ın bedeni günlerce sokak ortasında kalmadı mı?
 
Koca devlet, Cizre’de 10 yaşındaki Cemile’nin küçücük bedeninin gömülmesine izin vermediği için, annesi o cansız bedeni buzdolabında saklamadı mı?
 
Bütün bunların anlamı ne?
 
Ölüler ile savaş değil mi?
 
Bin odalı Saray yaptıran, şatafat içinde yaşayan ve her gün “ne kadar güçlü olduklarını, bütün dünyanın kendilerine nasıl büyük bir kıskançlıkla baktığını” anlatan bir iktidar neden ölüler ile savaşır?
 
Bir düşünün…
 
Neden?
 
İnsani olan her türlü değerin kaybedildiği bir andır bu savaş biçimi.
 
Bir çürümedir.
 
Ancak bir de tükeniştir. Üstelik korkunun yarattığı tükeniştir.
 
Kısa bir süre önce cezaevinden bir tabut daha çıktı. Hasta tutsak Koçer Özdal yaşamını yitirdi.
 
Özdal’ın tedavisinin yapılabilmesi ya da ailesi ve yakınları ile vedalaşma hakkının tanınması için tahliye edilmesi gerekiyordu. Ancak bunların hiçbiri yapılmadığı gibi, son nefesini verirken yatağa kelepçeliydi.
 
2014 yılında tutuklanan ve cezaevinde kanser hastalığına yakalanan Özdal, 19 Temmuz’da Bafra Cezaevi’nden Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edildi. Her hasta tutsak gibi “kelepçeli muayene” dayatmasıyla karşılaştı. 24 Ağustos gününe gelindiğinde artık bilinci kapalıydı. Ancak buna rağmen eli ve iki ayağından yatağa kelepçeli bir şekilde tutuldu.
 
Koçer Özdal, bu şekilde hayata veda etti. Saray iktidarı, son nefesini huzur içinde vermesine bile tahammül edemedi.
 
Nedir şimdi bu?
 
Faşizm!
 
Evet.
 
Faşizmin ölüler ile savaşı.
 
İktidar, Koçer’in, Ekin’in, Taybet’in, Cemile’nin ve diğer binlerce insanın cansız bedenleri üzerine yürüttüğü savaşla elbette bir mesaj veriyor.
 
Hem katlettiği insanların ailelerine, yakınlarına hem de tüm topluma.
 
Öncelikle incitmek, canımızı yakmak istiyor.
 
Evet, yakıyorlar da.
 
Evet inciniyoruz da.
 
Çünkü insanız biz.
 
Koçer Özdal’in eşi Sultan Özdal’ın eşinin ölümünden anlattığı sözler, tarihe düşülen hakikattir.
 
Hatırlayalım;
 
“Bugün sabah gitti. Yine gördüm. Bugün de elleri kelepçeliydi. Her yeri yara içindeydi, ağırdı yaraları. Avukat sordu ‘bu ne hal’ diye. Sonra savcının yanına gittik, elleri çözülsün istedik. İçeri girdim, elimi Koçer’in yüzüne sürdüm, çıktım.”
 
Sultan Ana en son eşini yatağa kelepçeli halde gördü. Koçer Özdal, yatağa kelepçeli bir şekilde son nefesini verdi.
 
Bu ölümün Sultan Ana’nın yüreğinde yarattığı yangını ne söndürebilir? Ya da Cemile’nin annesinin derdine kim derman olabilir?
 
İnsanız ve canımız yanıyor.
 
Ama bu kadarla sınırlı değil.
 
Işıltılı sarayların örtemediği çürüme, düşkünleşme ve tükenişi de görüyoruz.
 
Ve biliyoruz ki, saraylar saltanatlar çöker, diktatörler düşer bir gün ve geriye biz, tarihimiz ve tarihe ait olan hakikat kalır.