24 Nisan 2024 Çarşamba

Avarız-i divaniyye

Kitabın orta yerinden konuşmalı: Karşıdevrimin bu rahatlığının kaynağı nedir? Konu Kürdistan olunca ya hemen pısan ya oradaki harp halinin kanlı tablosuna gözünü kapayan ya da düpedüz "arkanızdayız başgan" iteklemesiyle milli kabarışlara gark olanlardır rejimin elini güçlendiren. Konu Kürdistan'a, iktidarların uygun bulduğu bütün eziyeti sineye çekme sinmişliği ne yazık ki bu yekûn toplumun çoğunluğunun davranış çizgisine tekabül eder.

Bunun tarihsel kökleri var. Ödeşmeye, yanlışlığı anlatmaya orada başlamalı gerekirse. EYTlilerin hak mücadelesinin bir dış operasyon olduğunu öğrenince bir sorundan daha kurtulduk. Meğer içimizi karıştıran emperyalistlerin oyuncağıymış onlar da! Sadece bu kadar mı; avuçlarını yalamalarını söyleyen Bahçeli açıkça ifade etti. Barış Pınarından ordunun ihtiyaçlarına dek bunca ihtiyaç varken böyle istekleri karşılamak imkansızdı!

Hatırlayalım, geçen yıl patates soğan piyesinde bir devletlu da "bir kurşun kaça haberin var mı" deyivermişti. Kuş değil kurşun, yani mermi. Patates soğan derken nasıl geldik mermiye, bu bilinmez ama hepsini söylerler, hatta başa kakarlar. Devlet ricalinde olmak böyle konuşmayı icap ettirir ve devlette devamlılık esas ise aslında bu kurumlu haller tarihe, ecdadın yapıp ettiklerine gayet uygundur. Ecdadla övünmüyor, yedi düvele had bildirmiyor muyuz; madem öyle bu gibi minnak cefalar çekeceğiz ki zaferle doya doya iftihar edebilelim.

Başa kakılan biraz da şu oluyor: Düşman işgal edecekti, rahat uyuyorsanız bu benim sayemde, halinize şükredin ve oturun oturduğunuz yerde.

Ecdada referans bilhassa harp halinde sıklaşıyor malum. Tahmin edileceği gibi ecdad da vergi salmayı pek severdi. Köylüye iki haber giderdi merkezden; Oğlunu versin, vergi versin. İlki savaşlarda zayi etmek ve ikincisi savaş dahil sarayın giderleriyle birlikte bütün mali külfeti karşılamak içindi. İkide bir neden köylü isyanlarının patladığına şaşıranlar bu gibi iktidar alışkanlıklarının yarattığı bezginliğe bakabilir.

"İmdadiye" vergisi de salınan vergilerdendi ve adı üstünde, acil durumlarda alınıyordu. "Avarız akçesi" ise seferberlik hallerinde orduyu donatmak içindi. Takdir edersiniz ki Osmanlının son üç yüz yılı bu tür olağanüstülüklerle geçtiği için köylü milleti inim inim inledi; köylünün efendiliğe terfi çok sonradır ve tabii ki o da Tello pehlivan palavralarını andırır. Zira erken Cumhuriyet döneminde köylünün tarlasındaki buğdaya el konulurdu ve köylü, kendi buğdayını devletinden çalarak medarı maişetini temin ederken CHP zevatı bıyıklarını Hitler'in bıyıkları gibi gibi kestirip radyodan Nazi Almanyasının zafer haberlerinin verilmesini beklerdi. Oh, keka! Devlette devamlılığa ve ecdada bağlılığa berdevam!

Osmanlı aynı zamanda pek kurnazdı ve kurbağayı kısık ateşte haşlamayı severdi. Evlerden ırak türlü oyunların yalnız saray dahilinde olduğunu zanneden yanılır. Salınan vergilere önce tek seferlik denilirdi, geçiciliği temin edilerek rıza kazanırdı, köylü dişini sıkıp vergiyi verince, muvakkat yani geçici olan vergi daimileşiverirdi. Merkezi idare hazine bulmuşçasına oradan ilerler, köylünün ümüğünü sıkardı.

Miktarı, ölçüsü, süresi belirsiz bu vergilere "Avarız-i Divaniyye" denilirdi. Devlet masrafları da buradan karşılanırdı. İki bin kayığın denizde yüzdüğü Kanlıca'nın mehtap sefalarından, maiyetiyle birlikte alkış çavuşlarının refakatinde Cuma'ya giden Sultan'ın yediğine içtiğine varana dek her şey ama her şey buradan ödenirdi.

Rantiye olmak budur. Kaftan giyen Padişah aslında bir cıbıldır üstündeki kıyafeti dahi köylüden zorla toplanan vergiye borçludur ama kurum kurum kurumlanır. Köylü ise partalları içinde Sultan'ın üçüncü beşinci dereceden adamları önünde el pençe divan durmaya mecbur edilirdi. Padişah, devlet mülkünün ve bütün kulların sahibiydi; birey yoktu tebaa vardı, merhametten bahsedilirdi ama inayete bağlı olamayan temel haklar, hele eşitlik son ana dek tanınmadığı gibi bunu dile getirenler darmadağın edilmişti. Ulusal toplulukların uyanışı da benzer biçimlerde bastırılmıştı. Bugünden bakılınca Kürdistan halkı dışında kendisini o devlet zulmüne rağmen yaşatabilen de kalmadı; pek çok ulus ve ulusal topluluktan yüz binlerin akıbeti kimsenin meçhulü olmasa gerek.

Kitabın orta yerinden konuşmalı: Karşıdevrimin bu rahatlığının kaynağı nedir? Konu Kürdistan olunca ya hemen pısan ya oradaki harp halinin kanlı tablosuna gözünü kapayan, ya da düpedüz "arkanızdayız başgan" iteklemesiyle milli kabarışlara gark olanlardır rejimin elini güçlendiren. konu Kürdistan'sa, iktidarların uygun bulduğu bütün eziyeti sineye çekme sinmişliği ne yazık ki bu yekûn toplumun çoğunluğunun davranış çizgisine tekabül eder. Bunun tarihsel kökleri var. Ödeşmeye, yanlışlığı anlatmaya orada başlamalı gerekirse.

Kendi düşen ağlamaz diyerek ne halleri varsa görsünler demek sosyalistlerin işi olamayacağına göre bıkıp usanmadan bu gibi arızalara işaret etmek ve imal edilmiş milliyetçiliklerle dinselliklerin ötesinde bir yeni hayat uğruna ezilenlerle birlikte siyasal özgürlük mücadelesine sonuna dek bütün enerjimizle katılmak, ulusların ve bireylerin eşitliğe dayalı ortak geleceğe dayalı özgür yaşam idealimizi anlatmak, olanaklı her yerde bunu hayata geçirmek yegane çıkış yoludur.