21 Aralık 2024 Cumartesi

Arzu Demir yazdı | Salgın döneminde sokağa çıkmak!

Ücretli izin, zorunlu haller dışında üretimin tamamen durması, herkese insanca yaşanacak bir ücretin verilmesi gibi taleplerin ne kadar hayati olduğunu emekçiler, kendi hayatlarında acı bir biçimde tecrübe ediyor.

Mart ayından bu yana, yani iki salgın dalgası arasında gördük ki, ne "evde kal" çağrıları ne de sokağa çıkma yasakları salgına karşı "gerçekçi" bir önlem. Fabrikalarda, atölyelerde, şantiyelerde işçiler, emekçiler çalıştırıldıkça, başka bir ifadeyle kapitalist çarklar döndükçe, koronavirüs ezilenler için öldürücü bir tehdit.

Elbette, "fiziki mesafe" hastalığın yayılımına karşı bir önlem. Bu bilimsel gerçeği reddetmiyorum. Ancak bunun da herkes "fiziki mesafe"lendiği sürece bir anlamı olduğu olduğu açık.

Saray rejimi, çarkların dönmesine ayarlı sokağa çıkma yasaklarını "önlem" adı altında rutinleştirip sıradanlaştırdıkça ne yapılacak? Hem salgına karşı herkes için gerçekçi önlemlerin alınması hem de geçtiğimiz mart ayından bu yana daha da derinleşen yoksulluk ve işsizlik içinde emekçilerin yaşam ve geleceklerinin yok olmaması için salgın sürecinde nasıl sokak mücadelesi yürütülecek? Bu konuyu Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu sözcülerinden Deniz Bakır, ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ebru Yiğit ve Halkevleri Başkanı Nebiye Merttürk ile konuştum. Neden bu üç örgüt/siyasi parti? Salgın başladığında kurulan Platform "evlere kapanma"nın bir önlem sanıldığı dönemde, özellikle fabrikaların önlerinde eylemler yaparak, "Tek birbirimiz bile güvende değilsek, hiç kimse güvende değil" mesajını verdi. O günlerde, zorunlu ihtiyaçlar dışında tüm üretimin durdurulması çağrısını yaptı, özellikle sendikaları bu konuda harekete geçirmeye çalıştı. ESP ve Halkevleri de fiziki önlemlerini alarak sokak mücadelesini devam ettirdi.

Her üç temsilcinin de altını çizdiği nokta şu: "Sadece bireysel sorumluluk ve önlemler ile salgına karşı mücadele etmenin mümkün olmadığını halk net bir şekilde gördü."

Halkın deneyimleyerek fark ettiği bu gerçek karşısında da iktidar, "Evde kal" çağrılarını bir kenara bırakıp, sokağa çıkma yasaklarını devreye soktu.

Deniz Bakır, ezilenlerin "evde kalmak" yerine sokağa çıkmanın yol ve yöntemlerini aradığını belirtti ve şunu ekledi: "Ama bunu işsizliğin, yoksulluğun ve yasakların sınırlayıcılığı altında yapıyorlar."

Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk de toplumsal psikolojideki değişimi anlatırken, kitlesel geçen 25 Kasım eylemlerini örnek verdikten sonra şu yorumu yaptı: "İnsanlar, bu salgın yönetiminin sorumluluğunun devlette olduğunu gördü. Bireysel olarak biz ne kadar önlem alırsak alalım, yüzlerce kişi ile bindiğimiz otobüsler, yüzlerce kişi ile çalıştığımız fabrikalar, gerekli tedbirler alınmayan hastaneler gibi gerçeklerle yüzleştikçe elbette biz de asıl sorunun nerede olduğunu daha kolay tarif edebilir olduk."

Ancak henüz yolu bulunmamış olsa da bu değişim, emek mücadelesi bakımından yeni bir zemine işaret ediyor. Sokağa çıkma yasağını daha fazla uygulayan Saray rejiminin de bu değişen zemini gördüğünü söylemek mümkün. ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ebru Yiğit'in de, sokağa çıkma yasaklarına ilişkin yaptığı vurgu şu: "Bu yasaklar aslında bütün topluma değil. Bir kere, AKP'nin üretimi devam ettirmesi, emekçileri, işçileri sokağa çıkartıyor. İkincisi, AKP kendi politikasını ve propagandasını istediği zaman sokakta yapabiliyor. Çok açık ki bu yasaklar, virüsün yayılımına karşı bir önlem değil; salgın karşısında gerçek önlem isteyen, ücretsiz sağlık talep eden ya da ekonomik krizin yükünü ödemek istemeyenlere karşı alınmış bir önlem."

Ebru Yiğit'in de belirttiği gibi, emekçileri bu salgın hastalık karşısında savunmasız bırakan Saray rejiminin politikalarına karşı daha fazla mücadele etmekten başka seçenek yok.

Bu yasakların önlem adına işe yarar bir yanı olmadığı gibi hiçbir meşruluğu da olmamalı. Haliyle de fiili meşru mücadele dışında başka seçenek yok.

Ücretli izin, zorunlu haller dışında üretimin tamamen durması, herkese insanca yaşanacak bir ücretin verilmesi gibi taleplerin ne kadar hayati olduğunu emekçiler, kendi hayatlarında acı bir biçimde tecrübe ediyor. Bu nedenle de talepleri sıralamaktan öte, tam da Ebru Yiğit'in belirttiği gibi, "emekçilerde oluşan öfkeyi sokağa yansıtmak" gerekiyor.

Salgın karşısında emekçilerin güncel taleplerinin hayata geçirilmesi önemli. Ancak yeterli değil. Çünkü, halkın sağlık güvenliği hakkını hiçe sayarak, sadece sermayenin çıkarlarını koruyan bir salgın yönetimi politikası yürüten AKP faşizmi de, mücadelenin temel odağına oturtulmak zorunda. Çünkü, hem salgın hem de "normal" dönemde, hem savaşta hem de "barış"ta baş düşman Saray faşizmidir.