Arzu Demir yazdı | O, beyazların vicdanına seslenmedi, savaştı!

"Benim adım Assata Shakur (köle adım Joanne Chesimard), ben bir devrimciyim. Siyah bir devrimci. Bununla, kadınlarımıza tecavüz eden, erkeklerimizi hadım eden ve bebeklerimizin karnını aç bırakan tüm güçlere savaş ilan ettiğimi kastediyorum."
ABD yargısının ırkçı bir kararla mahkum ederek verdiği ağır hapis cezası nedeniyle 1984 yılından beri sürgünde yaşayan Assata Shakur, 26 Eylül'de aramızdan ayrıldı.
1960'lardan bu yana mücadele eden devrimci bir kadındı. Siyah Kurtuluş Hareketi, öğrenci hakları hareketi ve Vietnam işgaline karşı başlayan hareketlerin içindeydi. FBI'ın siyah liderleri ve örgütlerini "ifşa etme, bozma, yanlış yönlendirme ve itibarsızlaştırma" politikalarını yoğunlaştırmasına karşı Kara Panterler Partisi'ne katılmıştı.
Ceylan Yayınları'nın okurla yeni buluşturduğu otobiyografi kitabı "Bir Kara Panterler Efsanesi ASSATA" sayesinde son nefesini verinceye kadar devrimci yaşayan Assata Shakur'un hayatını yakından öğrenme imkanı bulabildim.
Hakkında banka soymaktan polis öldürmeye sayısız iddialarla çokça dava açıldı. Bu davaların neredeyse tamamında, ırkçı mahkemelere rağmen beraat etti. Onun bu beraatlara ilişkin değerlendirmesi, burjuva hukukun ne olduğuna dair bir manifesto niteliğinde: "Aklandığım veya suçlamaların düşürüldüğü gerçeği, mahkemelerde adalet bulduğum anlamına gelmiyordu; durum kesinlikle böyle değildi. Bu sadece, bana karşı sunulan 'delillerin' masumiyetimi açıkça ortaya çıkaracak kadar zayıf ve sahte olduğu anlamına geliyordu."
1977 yılında yargılandığı davada tamamı beyazlardan oluşan bir jüri tarafından suçlu bulunarak ömür boyu artı 33 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
2 Mayıs 1973'de New Jersey otoyolunda iki yoldaşıyla birlikte içinde bulunduğu arabayı bir polis aracı durdurdu. Çıkan çatışmada, bir polisin öldürülmesinin suç ortağı olmaktan ve bir polise de öldürme kastıyla saldırmaktan yargılandı. O günkü olay için halkından dilediği özürde bir devrimciye yakışan tutum tüm sarihliği ile göze çarpıyor: "New Jersey otobanında yakalandığım için siz siyah kardeşlerimden özür dilemek istiyorum. Daha iyisini yapmalıydım."
Assata Shakur, hapishanede ağır tecrit koşulları altında tutuldu, açık bir ırkçılığa maruz kaldı. Banyodan uykuya her anı 24 saat gözetim altındaydı. Maruz bırakıldığı tecridin sonucunu şöyle yazmıştı: "Uzun süreli hücre hapsinden sonra başıma gelen şeylerden biri de buydu: Konuşmayı unutmuştum."
Beyaz ayrıcalığına dayanan iktidarın neden kendisinden ölesiye korktuğunun farkındaydı: "Beyazların, silahlı siyahlardan korkması beni asla şaşırtmayacak. Bunun nedeni muhtemelen, bizim yerimizde olsalardı ne yapacaklarını düşünüyor olmalarıdır."
Hapishanede öldürülme riski altındaydı. Bunun üzerine yoldaşları tarafından 1979 yılında kaçırıldı. Bir süre ABD'de illegal yaşadı. Can güvenliği yoktu, FBI her yerde peşindeydi. Bu nedenle Küba'ya geçti. Amerikan yönetiminin tehditleri devam etse de Küba'da kendini güvende hissetti.
Assata Shakur, "siyah" kelimesinin her türlü hakareti daha da kötüleştirdiği ve "iyi" olmanın, "beyazların sahip olduğu her şeye sahip olmak" anlamına geldiği bir ortamda büyüdü: "Birine 'piç' dediğinizde bu kötüydü. Ama birine 'siyah piç' dediğinizde, işte bu korkunçtu. Aslında ben büyürken, birine sadece 'siyah' demek kavga sebebi sayılırdı. Beynimiz tamamen yıkanmıştı, bunun farkında bile değildik. Beyaz değer sistemlerini ve beyaz güzellik standartlarını ve zaman zaman beyaz adamın bize bakışını da kabul etmiştik."
"Beyazlar bizimle birlikte okula gidebilir, yanımızda yaşayabilir, yanımızda çalışabilirse, bizim gerçekten iyi insanlar olduğumuzu göreceklerine ve bize karşı önyargılarından vazgeçeceklerine inanıyordum."
Ancak durumun gerçekte böyle olmadığını anladı ve siyahların kurtuluş hareketinin bir parçası oldu. Ceylan Yayınları'nın okurla buluşturduğu kitapta duygusal ve düşünsel dönüşümünün nasıl olduğu, hangi aşamalardan geçtiği Assata Shakur'un kendi anlatımıyla detaylıca yer alıyor: "Çok ürkütücü bir his. Ben güzelim saçlarımı bu peruğun altına saklıyorum ve bundan nefret ediyorum, hayatımı kurtarmak için kendimi saklıyorum. Mücadelemi başka bir seviyede sürdürmek için başörtülerimden, büyük boncuklu küpelerimden, tulum ceketlerimden, kırmızı, siyah ve yeşil pançomdan ve uzun Afrika elbiselerimden vazgeçmek zorunda kalan ben, peruğumun altından kız kardeşlerime bakıyorum. Belki de hepimiz kaçıyor ve saklanıyoruz. Bütün bir siyah kadın nesli, ölü beyazların saçlarının altında saklanıyor."
'TEK KURBANIN BİZ OLMASINDAN BIKMIŞTIM'
Siyahların özgürlük mücadelesine ilişkin ise görüşlerini şu iki cümle özetliyor: "Bana göre özgürlük ve adalet için artık mahkeme salonlarına güvenemeyeceğimiz, ABD siyasi sistemine katılarak özgürlüğümüzü kazanamayacağımız ve bunları dilenerek kazanabilmenin saf bir hayal olduğu açıktı. Geriye kalan tek alternatif onlar için savaşmaktı, kurtuluş için savaşan diğer halklar gibi savaşacağız."
Assata Shakur, siyahların özgürlüğünü savunurken aynı zamanda enternasyonalisttir. Siyah devrimci bir partinin bayrağı altında savaşmak gerektiğine inanır, ancak şunu da düşünür: "Ortak bir düşmana karşı savaşmak için beyaz devrimcilerle birleşmeye inanıyorum, ancak bunun her ne pahasına olursa olsun zayıflık ve birlikten ziyade, güç ve birlik temelinde olması gerektiğine ikna oldum."
O ancak savaşarak özgürleşeceğine hayatı boyunca inandı. "Ne zaman biri siyahların başarı merdivenlerini tırmandığından bahsetse" içi yanardı. Çünkü ona göre, "alt ve üst olduğu sürece siyahlar hep altta" olacaktı.
O ezilenlerin devrimci şiddetini de savundu: "Malcolm X'in doğum günü olan 19 Mayıs'ta, Riverside Drive'da iki polis makineli tüfekle vurulmuştu. Aileleri ve çocukları için üzülmüştüm, ama siyahlar, Porto Rikolular ve Chicanolar dışında birilerinin daha vurulduğunu görmek beni rahatlatmıştı. Tek kurbanın biz olmamızdan bıkmıştım ve gerisi umurumda değildi."
Assata Shakur, hapishanede birlikte yargılandığı yoldaşı Kamau'ya aşık oldu. Aşkını onunla birlikte yaşama imkanı yoktu. Ancak aşkını yaşamak için her anı değerlendirecek kadar da hayata bağlıydı. Duruşmaya katılmak için bekletildikleri yerde Kamau ile birlikte oldu ve dünyaya bir çocuk getirmeye karar verdi. Bu sürece dair kendisiyle yaptığı tartışmalar da otobiyografide yer alıyor: "Zayd'ın bana her zaman söylediği şeyi düşündüm. 'Fırsatın varken hayatını yaşamalısın kızım.' 'Ben hayatı seviyorum' dedim kendi kendime. Ölene kadar olabildiğince hızlı, yaşayabildiğim kadar dolu yaşayacağım. Ve bu parazitlerin, bu zalimlerin, bu açgözlü ırkçı domuzların çocuklarımı daha doğmadan zihnimde öldürmelerine izin vermeyeceğim. Yaşayacağım ve Kamau'yu seveceğim ve eğer bu birliktelikten bir çocuk doğarsa onu seveceğim. Çünkü çocuklarımız bizim geleceğimiz ve ben geleceğe ve mücadelemizin gücüne ve haklılığına inanıyorum."
Assata Shakur; acı, sevinç, ayrılık ve buluşmalarla dolu ve devrimci bir hayat sürdü. Ona öğretilen beyazların vicdanına hitap ederek özgürlüğün kazanılacağıydı. Ama özgürlüğün ancak savaşılarak kazanılacağını gördü ve bunu hiç unutmadı: "Dünyada hiç kimse, tarihte hiç kimse, kendisini ezen insanların ahlaki duygularına hitap ederek özgürlüğünü elde etmemiştir. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sistemin nasıl işlediğini gerçekten iyice anladığınızda, sivil haklar hareketinin hiçbir zaman başarılı olma şansının olmadığını kesinlikle görürsünüz."
Onun en tahammül edemediği kelimelerden biri de liberaldi. Çünkü her liberalin maskesinin altında bir Hitler'in gizli olduğunu biliyordu: "Tarih bana bazı beyaz orta sınıf insanların, lüks içinde yaşayabildikleri, Avrupa'ya tatile gidebildikleri, çocuklarını özel okullara gönderebildikleri ve beyaz tenlerinin ayrıcalıklarından faydalanabildikleri sürece 'liberal' olduklarını gösterdi. Ancak işler kötüye gidip para azaldığında o liberal maskelerini çıkarırlar ve siz de Adolf Hitler'le konuştuğunuzu sanırsınız. Kendi ayrıcalıklarını sürdürebildikleri sürece yoksullar için güya üzülürler."
Bu gerçek nedeniyle o, devrimci savaşın efsane bir neferi oldu.
Bu yazıyı yazmama vesile olan kitapta, Assata Shakur'un şiirleri de yer alıyor.
"Aşk kılıcımdır benim
Ve hakikat pusulam
Ne kaldı geriye?"
Siyah hakları aktivisti Angela Davis'in kitaba yazdığı önsözden bir alıntı yaparak, "Ne kaldı geriye" sorusuna verdiğim yanıt, bu yazının sonu olsun: "O hepimize, özellikle de giderek büyüyen küresel tutukevi ve hapishane ağında tecrit edilen bizlere sesleniyor. İyimserliğin politik sözlüğümüzden çekildiği bir zamanda bize paha biçilmez hediyeler sunuyor; ilham ve umut."
*Bu yazıdaki tüm alıntılar Ceylan Yayınları'nın okurla yeni buluşturduğu "Bir Kara Panterler Efsanesi ASSATA" kitabındandır.