21 Aralık 2024 Cumartesi

Arzu Demir yazdı | Mİ'nin Türkiyesi'nde kadınlar 'aile'ye hapis

Millet İttifakı, kadınlar değil de aile tehdit altındaymış gibi düşünüyor, tıpkı faşist şeflik rejimi gibi. Mutabakat metninde, "Aile kurumunu koruma ve kollamayı önceleyeceğiz" vaadi yer alıyor. Erdoğan rejimi de aileyi korumak için 20 yıldır neler yapmadı ki! Boşanmayı zorlaştırmak için nafaka hakkını bile gasp etmeye kalkmadılar mı? Sırf o kutsal aile için kız çocuklarının "evlendirilmesi"nin önünü adım adım açtılar. Şimdi de "aile" ile ilgili anayasa değişikliği yapıyorlar.

Millet İttifakı'nın (Mİ) "Mutabakat Metni"nde kadınlarla ilgili vaatler peş peşe sıralanıyor. Ancak bu vaatler kadın örgütlerini ikna etmedi. Çünkü, temel sorunlar yerli yerinde duruyor.

Metinde, "toplumsal cinsiyet" kelimesi dahi geçmiyor. Bu neden önemli? Çünkü, "toplumsal cinsiyet", "toplumsal cinsiyet eşitliği" ya da "toplumsal cinsiyet eşitsizliği" kelimeleri, kadına yönelik erkek şiddetinin, kendini bilmez kötü erkeklerin işi olmadığını, bunun maddi zemini olduğunu, bu gerçekten hareketle "toplumsal cinsiyet eşitsizliği"ne karşı mücadele edilmesi gerektiğini anlatır.

Millet İttifakı da İstanbul Sözleşmesi'ni tıpkı Erdoğan rejimi gibi gasp ediyor. Altılı masanın üçlüsü; CHP, İYİP ve DEVA Partisi, kadınların İstanbul Sözleşmesi'nin gasp edilmesini engellemek amacıyla yürüttükleri kitlesel mücadelenin baskısıyla sözleşmeye "sahip çıkan" açıklamalar yapmak zorunda kalmıştı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Danıştay 10. Dairesinin, faşist şef Erdoğan'ın kararnamesinin iptali istemini reddetmesinin ardından yaptığı açıklamada, "Bu millete sözüm var. İktidar olduğumuzda, Allah'ın izniyle olacağız, halkın takdiriyle. İlk 1 hafta içinde, hatta 24 saat içerisinde İstanbul Sözleşmesi'ni yürürlüğe koyacağız" vaadinde bulunmuştu. İYİP'in faşist Genel Başkanı Meral Akşener de "Siz kadınlardan korkmaya devam edin. Biz, 85 milyon el ele İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamaya geliyoruz" demişti.

Mangalda kül bırakmayan bu sözlerin hepsi buhar oldu, uçtu. Saadet Partisi'nin gerici politikası ile yapılan kadın düşmanı uzlaşma sonucu, "Kadına yönelik şiddetle etkin şekilde mücadele edecek, şiddetin önlenmesi adına uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat hükümlerini etkili şekilde uygulayacağız" sözleri mutabakat metninde yer aldı. Daha önce "İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak affedilir bir şey değildir" diyen DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, "Neden sözleşme metinde yok" sorusuna, "Bu bir mutabakat metnidir" yanıtını vermekle yetindi.

Sonuçta, milyonlarca kadının temel taleplerinden biri olan İstanbul Sözleşmesi'ne Millet İttifakı'nın "güçlendirilmiş parlamenter sistemi"nde de yer olmadığını görmüş olduk.

Söz konusu metinde, kadınlarla ilgili vaat edilen düzenlemeler, "Sosyal politikalar" başlığı altında yer alıyor. Kadına yönelik erkek şiddetinin artık bir "cins kırımı" haline geldiği, faşist şeflik rejiminin kadın katillerini, çocuk tecavüzcülerini koruyup kolladığı bir dönemde, kadınların taleplerini "sosyal politikalar"a dahil etmek, erkek egemen yapı ile tek bir hesaplaşma pratiğinin sergilenmeyeceğinin kanıtı oluyor. Yazının girişinde dediğimiz gibi eğer kadınlara yönelik erkek şiddetine "toplumsal cinsiyet" penceresinden bakmazsanız, kadınların taleplerini "sosyal politika"lara, kadını da aileye hapsedersiniz.

Millet İttifakı, kadınlar değil de aile tehdit altındaymış gibi düşünüyor, tıpkı faşist şeflik rejimi gibi. Mutabakat metninde, "Aile kurumunu koruma ve kollamayı önceleyeceğiz" vaadi yer alıyor. Erdoğan rejimi de aileyi korumak için 20 yıldır neler yapmadı ki! Boşanmayı zorlaştırmak için nafaka hakkını bile gasp etmeye kalkmadılar mı? Sırf o kutsal aile için kız çocuklarının "evlendirilmesi"nin önünü adım adım açtılar. Şimdi de "aile" ile ilgili anayasa değişikliği yapıyorlar.

Millet İttifakı, AKP'nin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını Kadın, Aile ve Çocuk Bakanlığına dönüştüreceğinin "müjdesini" veriyor. "Kadın"ı bakanlığın adına koyuyor ancak onu aile ve çocuk içinde tanımlamaktan vazgeçmiyor. Kadın politikasının merkezinde ailenin güçlendirilmesi yer alıyor.

"Sosyal yardımlar ve hizmetler" başlığı altında da kadınlarla ilgili kimi vaatler var. Ancak burada da sorun daha baştan başlıyor. "Yoksullukla mücadele" bir kriz yönetimi olarak ele alındığı için politikanın merkezine de "sosyal yardıma muhtaç ailelere yardım" oturuyor. Oysa, insanca yaşamak bir hak. Bunun için yeterli bireysel maddi koşula sahip olmayan insanlara yapılacak şey de yardım değil, "sosyal hakkın" verilmesi, devletin görevini yerine getirmesidir.

Mutabakat metninde, ev emekçisi kadınlara emeklilik hakkını doğrudan vermek yerine, kadınların ev içinde "görünmeyen emeği" ile ilgili olarak "İsteğe bağlı sigorta ile emeklilik hakkı bulunan ev kadınları için prim ödeme gün sayısı ve oranı ile sigortalılıktan önce yaptıkları doğumlarla ilgili borçlanma hususlarında iyileştirmeler sağlayacağız" deniliyor. "Ev kadınları" olarak tanımlanan ev emekçisi kadınlar, herhangi bir maaşları olmadan bu primleri nasıl ödeyecek? Bu sorunun yanıtı ise yok.

ILO'nun 189 sayılı "Ev İşçileri İçin İnsana Yakışır İş" Sözleşmesi ile ILO 190 Sayılı Sözleşmenin onaylanacağı vaat ediliyor. Çok açık ki bunlar, kadınların mücadelesinin basıncıyla verilen sözler. Ancak burada da bir sorun var. Vaat edilen ve zaten imzalanmış olan ILO sözleşmelerinin uygulanabilirliğinin denetimini nasıl sağlayacaksınız? Bunun yanıtı elbette mutabakat metninde yok.

"Cinsiyet eşitliğini esas alarak parlamento, yerel yönetimler, siyasi partiler ve kamu kurumlarında kadınların karar ve yönetim süreçlerine katılımını destekleyecek, kadın temsilini artıracak, kadın haklarının korunmasını öncelikli tutan bir politika izleyeceğiz" vaadi de yer alıyor. Bu vaat de mevcut pratiğin ve kimi yasal düzenlemelerin oldukça gerisinde. 2 Mart 2014'te Siyasi Partiler Yasası'na "Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve iki kişiden fazla olmamak kaydıyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilirler. Eş genel başkanlar, bu kanunda genel başkan için öngörülen hükümlere tabidir" hükmü eklendi. Ayrıca kadınların siyasetteki varlık ve temsil hakkının güvencesi olan eşbaşkanlık dahil çeşitli örgütsel mekanizmaları yıllardır HDP ile bileşeni partiler, Kürt partileri uyguluyor.

Millet İttifakı kadınlar için "esnek ve hibrit çalışma modelini" öngörüyor. Faşist şeflik rejimi de kadınlar için "çalışacaklarsa da aile içindeki rollerini aksatmamalılar ve evde çalışmalılar" politikasını uyguladı. Kadınları, çalışma yaşamından eve doğru çekmeye çalıştı. Şimdi benzer şeyi, Millet İttifakı, kadınlara bir vaat olarak sunuyor.

"Sağlık merkezlerinde, kadın sağlığı, üreme sağlığı, aile planlaması, kadın hastalıkları konularında düzenli aralıklarla eğitimler vereceğiz" deniliyor. Ancak kürtaj hakkından bahsedilmiyor. Faşist şeflik rejiminin, pratikte kullanılamaz hale getirdiği kadınların kürtaj hakkı ne olacak? Bu hak güvence altında mı? Elbette değil.

İktidar, son anayasa değişikliğindeki aile tanımıyla LGBTİ+'lara yönelik nefreti körüklerken, Millet İttifakı aynı yoldan giderek, güçlendirilmiş parlamenter sisteminde LGBTİ+'lara da yaşam hakkı tanımıyor.

Millet İttifakı'nın bu belgesine göre, "Yarının Türkiye'si" kadınlar bakımından bugünün AKP ve MHP'li Türkiye'sinden pek de farklı olmayacak.