21 Aralık 2024 Cumartesi

Arzu Demir yazdı | Kadınlara yeni bir stratejik saldırı

25 Kasım'daki tablo, kadınlar bakımından da daha sert geçecek bir sürece girildiğinin işareti oldu. Ancak kadın özgürlük mücadelesinin "susmuyoruz, korkmuyoruz, asla itaat etmiyoruz" şiarıyla sokağa çıkma iradesi, iktidar bakımından da benzer bir noktaya işaret ediyor.

Bu yıl 25 Kasım eylemlerinde, geçen yıla göre polis kadınlara çok daha sert bir şekilde saldırdı. Kuzey Kurdistan kentlerinin neredeyse tamamında 25 Kasım eylemlerinde, valilik ya da kaymakamlıkların aldıkları "yasak" kararları nedeniyle ya polis engeli ya da saldırısı yaşandı. Gece yürüyüşlerinin kalbi durumundaki İstanbul'da polisin kadınlara yönelik saldırısına hepimiz tanık olduk.

Geçen yıl da Taksim'deki gece yürüyüşü yasaklanarak, kadınların önüne barikatlar kurulmuştu. Ancak bu yıl ki yasağın ardından polisin uyguladığı şiddet ağır oldu. 200'ü aşkın kadın işkence ile gözaltına alındı. Abluka altında tutulan kadınlara işkence yapıldı. Ters kelepçe takılarak, saçlarından yerlerde sürüklendiler, araçlarda üzerilerine oturularak taciz edildiler, cinsiyetçi küfürler birbirini takip etti, ölümle tehdit edildiler. Avukat Fulya Dağlı, Taksim'de gördüğü işkenceyi, "Dakikalarca işkence gördüm. Nefes alamıyordum; ağzım ve burnum kan doluydu, başımı yerde eziyorlardı ve montum ve şalım arasında sıkışmıştım. Kafama ve sırtıma inen darbeler önemsizleşmişti, yalnızca ufak bir aralık yaratmak ve nefes almak istiyordum" sözleriyle anlattı.

Bu saldırının yanı sıra, bir Azeri ve bir İtalyan iki kadın eylemci hakkında da sınır dışı kararı verildi. Eylemlere katılan "Türk vatandaşı" kimliğini taşımayan kadınlara yönelik bu saldırganlık da dikkat çekici bir noktaya ulaşmış durumda. İlk olarak İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde İranlı kadınlara yönelik bir tehdit olarak uygulandı. Ardından İran ve Rojhilat'taki ayaklanmaya destek eylemlerinde kadınların karşısına "ülkelerine gönderilme" tehdidi çıkartıldı. Şimdi de 25 Kasım eylemine katılan iki kadın aynı saldırganlık ile karşı karşıya kaldı.

Bu saldırganlığa rağmen, kadın hareketi, 25 Kasım'da sokağa çıkma iradesini göstererek, faşist rejimin karşısında temel direniş dinamiği olduğunu bir kez daha gösterdi.

25 Kasım'ın hemen ardından Özgür Kadın Hareketi'nden kadınlara yönelik siyasi soykırım saldırısı başladı. 50 kadın hakkında gözaltı kararı çıkartıldı, çok sayıda ev basıldı, kadınlar gözaltına alındı.

Bu saldırganlık bir yönüyle faşist şeflik rejiminin günlük rutini ancak bir yönüyle de yeni bir döneme işaret ediyor. Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluşunun 100. yıldönümünde yeni bir seçime hazırlanan AKP iktidarının, iktidarda kalmak için "elinden gelen her şeyi yapacağını" 13 Kasım Taksim saldırısı ve ardından 19 Kasım'da Rojava'ya yönelik hava saldırılarında gördük. AKP'nin bu "mutlak arzusu" faşist şeflik rejimini kalıcılaştırma planı ile bağlantılı bir durum. Bu plana bağlı olarak da kadınları ve kadın özgürlük mücadelesini hedefe koyan hem taktik hem de stratejik adımlar atıyor.

Bir yandan polis şiddeti ile kadın hareketinin sokakla ilişkisini kesmeyi amaçlarken, diğer yandan anayasada yapacağı "başörtüsü" ve "aile" düzenlemesi ile daha stratejik bir adım atıyor.

Bu iki düzenlemeyi seçime giderken, sadece kendi tabanını konsolide etme adımı olarak okumak eksik olacaktır. İşin bir yönü bu olabilir ancak işin diğer yanında 20 yıldır inşa etmeye çalıştığı "Saray tebaası" bir toplumun merkezine oturttuğu "makbul kadınlık" için önemli bir adım olacak. Anayasa'da özellikle aile ile ilgili yapılacak düzenleme cinsiyet kimliği ve cinsel yönelime dayalı ayrımcılığı ve nefret söylemini artıracak. Bu adımı, Medeni Kanun'da kadınlar lehine yer alan düzenlemelerin gasbının takip edeceği açıktır. İstanbul Sözleşmesi'nin uygulamadan kaldırılmasının ardından, nafaka hakkının gasp edilmesinden evlenme yaşının düşürülmesine kadar bir dizi kazanılmış hakkı ortadan kaldıracak bir değişiklik yönünde adım atılması zaten bekleniyordu.

25 Kasım'daki tablo, kadınlar bakımından da daha sert geçecek bir sürece girildiğinin işareti oldu. Ancak kadın özgürlük mücadelesinin "susmuyoruz, korkmuyoruz, asla itaat etmiyoruz" şiarıyla sokağa çıkma iradesi, iktidar bakımından da benzer bir noktaya işaret ediyor.

Emekçi kadın kitleleriyle buluşmada yaşadığı zorluktan örgütlenme düzeyindeki zayıflığına kadar birçok noktadan kadın özgürlük mücadelesine ilişkin çokça söz söylemek mümkün. Ancak, faşizmin özellikle de sokaklarda "mutlak sessizlik" istediği durumda, sokağa çıkma iradesi ve kararlığının çok kıymetli olduğunu unutmamak gerekiyor.