21 Aralık 2024 Cumartesi

Arzu Demir yazdı | Kadın beyanı neden esastır?

Bu ilke, her şeyden önce, erkek şiddetinin politik olduğuna işaret ediyor. Kadınlara yönelik her türlü şiddet, bir takım psikopat, sapık, cinsel olarak aç ya da kendini bilmez erkeklerin eylemleri değil, erkek egemen sistemin iktidar ilişkilerinin bir sonucudur. Cinsel suçlar, toplumsal olarak iki eşitsiz güç arasında yaşanır. Bu eşitsizlik, cinsel suçların ifşasını zorlaştırır.

"Kadın beyanı esastır, aksini ispat erkeğe aittir" ilkesinin altını kalınca çizmek gerekir. Bu ilke, her şeyden önce, erkek şiddetinin politik olduğuna işaret ediyor. Yine bu ilke, şiddet gören kadının herhangi bir delil göstermeden de dava sürecinin başlatılmasını gerektirir.

Bu yazı, bir ilkenin altını kalınca ve özetle çizmek için yazıldı; "kadın beyanı esastır, aksini ispat erkeğe aittir" ilkesinin.

Çünkü bir kez daha kadınlar, "içeride" ve "dışarı"da cinsel suçları ifşa ettikçe, yıkılmaz sanılan erkeklik kalelerini yerle yeksan ettikçe, "kadın beyanı esastır, aksini ispat erkeğe aittir" ilkesi de hedef tahtasına oturtuluyor. Örneğin, "Kadının beyanını esas almanın bu ülkede nelere yol açtığını da gördük" diyor kadınların cinsel taciz suçunu ifşa ettiği Hasan Ali Toptaş.

Kadın beyanı esastır, aksini ispatlamakla erkek yükümlüdür.

Peki, neden?

Bu ilke, her şeyden önce, erkek şiddetinin politik olduğuna işaret ediyor. Kadınlara yönelik her türlü şiddet, bir takım psikopat, sapık, cinsel olarak aç ya da kendini bilmez erkeklerin eylemleri değil, erkek egemen sistemin iktidar ilişkilerinin bir sonucudur. Cinsel suçlar, toplumsal olarak iki eşitsiz güç arasında yaşanır. Bu eşitsizlik, cinsel suçların ifşasını zorlaştırır. Günlerdir kadınların beyanlarını okuyoruz. Üzerinden yıllar geçmiş cinsel tacizi anlatmanın bile ne kadar zor olduğunu her bir satırda görüyoruz.

Kadınlar/LGBTİ+'lar bu suçları ifşa etmenin bir bedeli olduğu için yıllarca susmak zorunda kaldılar. Çünkü, o cinsel suça maruz kalmak yetmezmiş gibi bir de ifşa etmenin bedelini ödemek zorunda bırakıldılar. Hele ifşa edilen erkekler, erkek olmanın avantajlarının yanı sıra "yazar", "siyasetçi", "avukat" gibi sosyal ve politik statülere sahip olmanın avantajlarıyla da korunuyorsa, bu bedel daha da artıyor.

Dışlanmayı, işsiz kalmayı, suçlanmayı, "ihanetçi", "namussuz" yaftası yemeyi vs. göze alan kadınların, yargı sürecine giriştiklerinde de maruz kaldıkları suçu ispat etmeleri zordur, özellikle cinsel taciz söz konusu olduğunda.

Cinsel suçlar ağırlıklı olarak, fail erkek ile suça maruz kalanların dışında başkalarının olmadığı ortamlarda işlenir. Bu nedenle kanıtlanması zordur.

Bu koşullar nedeniyle, "Kadın beyanı esastır, aksini ispat erkeğe aittir" ilkesi şiddet gören kadının herhangi bir delil göstermeden de dava sürecinin başlatılmasını gerektirir.

Bu ilke, ilk başta beyanın gerçek ya da iftira olup olmadığı ile ilgilenmez. Mesele burada, bir kadının beyanının esas alınarak, partide, dernekte, sendikada ya da adliyede soruşturmanın başlatılmasıdır.

Şu notu da düşmekte fayda var: Cinsel saldırıya ilişkin yeterli delilin sunulamadığı durumlarda da, "kadın beyanının esası" ilkesi davanın nasıl sonuçlanacağında da belirleyici olabiliyor.

Bu ilkenin kadın hareketinin gündemine gelmesi de, bu noktaya işaret eden bir mahkeme kararı ile ilgili. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2004 yılında, yanında çalışan bir kadın avukata cinsel saldırıda bulunan avukatı cezalandıran Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararını onadı. Yargıtay, suç kanıtı aramanın söz konusu olayın mantığı bakımından gereksiz olduğuna ve suçun cezasız kalması gibi bir sonuç doğuracağını belirterek, şu yorumu yapmıştı: "Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekar genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hakim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırı bir olgudur."

Kadınların asla taviz vermeyeceği bu ilkeye ilişkin gelen en temel itiraz ise bu ilkenin "masumiyet karinesi" ile çeliştiği iddiası.

Bu iddiaya, Avukat Hülya Gülbahar'ın bir röportajda verdiği yanıtı alıntılayarak yazıya nokta koyalım. "Masumiyet karinesi, bir kişinin suçu sabit oluncaya kadar o kişiye suçsuz gibi davranmaktır. O yüzden kovuşturma aşamasında 'şüpheli', yargılama aşamasında 'sanık', cezayı aldıktan sonra 'suçlu' diyoruz. Yargılama yapılırken hangi kuralların uygulanacağının masumiyet karinesiyle ilgisi yoktur."