Arzu Demir yazdı | Hortum Süleyman devirlerinden geçtik bunu da geçeriz!

Bugüne kadar defalarca iktidar tarafından üretilen nefret söylemiyle LGBTİ+'lar fiziki saldırıların hedefi haline getirildi, çeşitli gerekçelerle dernekleri kapatıldı, mekanları basıldı. Bu kez bu saldırıların kapsamı genişletilip yoğunlaştırılıyor. Ancak düzenlemeler heteroseksizme karşı söz söyleyen herkesi hedefine alabilecek genişlikte. Elbette "makbul olmayan kadınlar" da yine hedefte.
Eğitim-Sen'lilerin 10 Mart'ta okullarda toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili ders verme kararı karşısında iktidarın aldığı tutum, kadın ve LGBTİ+ düşmanı karakterini bir kez daha hatırlattı. Önce tetikçi saray medyasında dersle ilgili, "LGBTİ propagandası yapacaklar" şeklinde yalan yanlış haberler yapıldı. Ders verecek öğretmenler soruşturmalarla tehdit edildi, hedef gösterildi, İstanbul 3 No'lu Şube Kadın Sekreteri Cansu Karyemez de görevden alındı.
8 Mart alanlarından yükselen "Aile yılı değil, mücadele yılı olacak" mesajına iktidarın yanıtı da bu oldu; toplumsal cinsiyet eşitliği dersine bile tahammülsüzlük.
İktidarın "şef tipi aile" amacının, toplumun politik islamcı temelde yeniden kuruluşu gibi ideolojik hedeflerinin yanı sıra başkaca hedef ve nedenleri de var. Öncelikle burjuva aile krizde. Teknolojinin, biliminin bu kadar gelişmişliğine rağmen kadının evsel köleliği bir biçimde devam ediyor. Ancak diğer taraftan kapitalist sistem, kadınların emeğine de ihtiyaç duyuyor. Çelişkinin artık taşınamaz hale gelişi, burjuva ailenin çözülüşünün nesnel temelini oluşturur. Bunun güncel görüngüleri ise kadın örgütlerinin de doğruladığı gibi boşanmaların artması, evlilik oranlarının, doğum oranlarının düşmesi.
Bu durum, faşist şefin geçtiğimiz günlerde belirttiği gibi rejim bakımından bir beka sorunu yaratıyor. Yılın başında Aile Enstitüsü'nün yanı sıra Nüfus Politikaları Kurulu oluşturuldu. Bu kurulun işi gücü kadınları doğuma teşvik etmek olacak. Çünkü kapitalist devletin, işçiye ve askere ihtiyacı var.
Fakat bu canhıraş "aile yılı" çalışmalarının gösterdiği bir şey var ki; bu kadar baskıya, teşvike, psikolojik savaşa rağmen, faşist şeflik rejimi kadınları evlendiremiyor, doğurmaya istediği gibi ikna edemiyor. Ancak iktidar vazgeçmiş değil. Bu kez LGBTİ+'ların doğrudan birey olarak da varlık hakkına yönelik yasal düzenleme hazırlığındalar.
Bugüne kadar defalarca iktidar tarafından üretilen nefret söylemiyle LGBTİ+'lar fiziki saldırıların hedefi haline getirildi, çeşitli gerekçelerle dernekleri kapatıldı, mekanları basıldı. Bu kez bu saldırıların kapsamı genişletilip yoğunlaştırılıyor. Ancak düzenlemeler heteroseksizme karşı söz söyleyen herkesi hedefine alabilecek genişlikte. Elbette "makbul olmayan kadınlar" da yine hedefte.
Söz konusu yasal düzenlemeyle zaten bir işkenceye dönüşen cinsiyet uyum süreci daha da zorlaştırılıyor. Özgür TV'de geçtiğimiz salı akşamı konuğum olan trans aktivist Atiye bu düzenleme için, "Benim sürecim üç yıl sürdü. 3 yıl boyunca kadın olduğumu anlatmak, buna herkesi ikna etmek zorunda bırakıldım. Bunu daha ne kadar zorlaştırabilirler ki derken, daha ağırıyla karşı karşıya kalacağız" diyor. Cinsiyet uyum sürecine başlama yaşı 18'den 21'e yükseltilirken, "üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olduğunu ispatlama yükümlülüğü" var. Kişinin, bu konudaki beyanı yetmiyor iktidara.
Aileyi güçlendirme ve LGBTİ+'ları adeta şeytanlaştırmanın düğüm noktası da bu; üremek. Zaten aile, en başta üremek, soyun devamı için var. Bu nedenle de özellikle kadının cinselliği, üreme şartıyla prangalanmış durumda.
Foucault Cinselliğin Tarihi kitabında, "Cinsellik yalnızca yargılanmaz, yönetilir de. Kamu gücünün yetkisi dahilinde yer alır; işletme yöntemleri gerektirir, analitik söylemlerce ele alınması gerekir" diye yazıyor. Erdoğan'ın sık sık, "Üç çocuk yapın, üç yetmez beş yapın" diye verdiği talimatlar tam da bu.
Söz konusu torba yasayla Ceza Kanunu'na eklenecek olan "biyolojik cinsiyet" ifadesi sadece LGBTİ+'lara değil kadın ve erkeklere de bir sınır çiziyor. Herkes biyolojik cinsiyetine uygun davranmak zorunda. Bir hetero erkek, küpe taktığı ya da saç uzattığı ya da bir kadın, saçlarını "erkek gibi kazıttığı" için biyolojik cinsiyete aykırı davranmakla itham edilebilecek. Kıyafetler bile cezalandırmaya gerekçe yapılabilecek. Tabii tüm bunların, günlük hayattaki karşılığının, şiddet, nefret saldırıları ve nefret cinayetleri olma ihtimali yüksek. KAOS GL avukatlarından Kerem Dikmen'in bu konudaki yorumu şöyle: "Buna göre cinsiyeti henüz hukuken tanınmamış translar, karşıt giysiciler, toplumsal cinsiyet rollerine göre atanmış cinsiyetinden başka bir cinsiyetle özdeşleştirilen davranışlar, ifade biçimleri kıyafet tercihleri, hitap biçimleri cezalandırılmaktadır. Örneklerle açıklamak gerekirse nüfus kaydında erkek olan birinin etek giymesi, feminen olarak nitelenebilecek bir makyaj yapması; nüfus kaydında kadın olan birinin toplumsal cinsiyet rolleri ve normlarına göre erkeklikle özdeşleştirilen bir isim kullanması veya böyle hitap edilmesine dair beklentisini alenen dile getirmesi cezalandırılmaktadır."
Yasal düzenleme cinsiyet uyum süreci operasyonları yapan hekimleri de tehdit ediyor, hatta LGBTİ+ hakları üzerine yazan, çizen gazetecileri, yazarları da "genel ahlaka aykırı" davranmakla suçlayabilecek.
Ekmek ve Gül yazarlarından avukat İlke Işık, yasa hazırlığını görüşürken yasaklama durumunu, "Bu yaptığımız röportaj bile tasarı yasalaştığı durumda bir yargılama konusu olabilir" sözleriyle özetledi. Çünkü yasa, LGBTİ+'larla ilgili her şeyi "hayasızlık" olarak değerlendirme imkanını yargıya, polise, topluma veriyor. Yasada, "Doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır" hükmü var. LGBTİ+'lar ile ilgili konuşmak, bu hükmün ihlali olarak değerlendirilebilecek.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz 25 Kasım'da İstanbul'da kadınlar, "Neredesin aşkım, buradayım aşkım" sloganı gerekçesiyle gözaltına alındılar. Uzunca bir süredir gökkuşağı renklerinden sloganlara LGBTİ+'larla ilgili her şey zaten pratikte yasak. İktidar, şimdi bunun "aile yılı" saldırı paketi kapsamında yasasını yapıyor.
Bir zamanlar Hortum Süleyman vardı. Beyoğlu'nda polis müdürüydü. Hatırlayanınız vardır. Özellikle trans seks işçilerine hortumla yaptığı işkenceyle bilinirdi. Sanırım hala hayatta. Ancak siyasi olarak mevta elbette. Yıllardır aklıma gelmemişti. Trans aktivist Atiye güzel bir cümle ile hatırlattı işkenceci polisi: "Biz Hortum Süleyman devirlerinden geçtik, bu karanlık döneminde üstesinden geleceğiz."