19 Nisan 2024 Cuma

Arîn Çîya yazdı | 'Provokasyona gelmeyelim' provokasyonu

Şimdi her protesto ayaklanmaya hazırlık olarak değerlendirilebilir. Görülüyor ki faşist şeflik rejimi öyle çaresizdir ki şuursuzca saldırılara girişmekten geri durmayacaktır. Bu saldırılar karşısında tıpkı Gazi'de olduğu gibi hemen o anda halkı aydınlatmak ve harekete geçirmek ve bu yoldan ayaklanma başlatmak neden mümkün olmasın. Yeni katliamları önlemenin ve devrime hazırlanmanın yolu bu tür "provokasyona gelme"lerden geçer.

MİT-kontra yetiştirmesi faşist bir tetikçi İzmir HDP il binasında bir parti görevlisini alçakça katletti. Bu bir faşist devlet terörüdür. Irkçı faşist katilin o gün yapılması planlanan bir toplantıyı basmaya geldiği anlaşıldı. Toplantı ertelenmiş olduğu için içeride bulunan parti görevlisi Deniz Poyraz'ı katleden faşistin bir MİT-kontra görevlisi olduğu aynı anda ifşa edilen profili ile ortaya çıktı. Katliamla birlikte ifşanın yapılması bunun bir özel harp işi olduğunun kanıtıdır. Mesaj açıktır. Katliamlarla halkı korkutmak ve sindirmek. Katilin geçmişini deşifre ederek "daha bunlardan binlercesi var" fikrini yaymak, böylece korkuyu bir paranoyaya dönüştürmek.

Faşist şeflik rejimi Suruç ve Ankara gibi kitlesel katliamlarla, yüzlerce Kürdün bodrumlarda diri diri yakılması ve boğulması ile inşa edildi. Şimdilerde temelleri sarsılan bu rejimi ayakta tutmak için katliamlar ve suikastlardan, bir başka deyişle faşist devlet terörünü gayri resmi yollardan da tırmandırmaktan başka çareleri kalmadı.

Faşist şef Erdoğan ve Bahçeli katliamın birinci dereceden sorumlularıdır. Çok sayıda HDP'linin toplantı esnasında öldürülmesi planlanmıştı. Toplantı ertelenmiş olduğu için istedikleri sonucu elde edemediler. Silahsız bir genç kadının öldürülmesi, Deniz'in yoksul kahvaltı sofrası halk kitlelerinin bir kısmında ırkçı faşist saldırıya karşı öfke yarattı. Deyim yerindeyse "bomba ellerinde patladı."

Ne var ki bu öfke sokağa yeterli düzeyde yansımadı.

Bunun başlıca iki nedeninden söz etmek mümkün.

Birincisi, Kürt düşmanlığının bir ırkçı faşist bilinç olarak Türk halk kitleleri üzerindeki derin etkisidir. Bu etki tam bir koyu ırkçılıktan şovenizme, oradan sosyal şovenizme kadar giderek rengi açılan bir toplumsal bilinç halidir. Irkçı faşizmin bilinçli destekçileri bir yana, kendini az çok ilerici sayan Türklerin vicdanına dokunan böyle bir olayda bile hedef Kürtler olunca "uzak durmak", seyirci kalmak hali ortaya çıkmaktadır.

İkincisi, "aman provokasyona gelmeyelim" çağrıları ile halklarımızın ilerici bölüklerini pasifize etmektir. Bugün bu yönde her çağrı psikolojik harbin yöntemidir. Bu yönde çağrı yapanlar bilerek ya da bilmeyerek psikolojik harbe hizmet etmektedirler.

Hatırlayalım, faşist şefin emrindeki MİT-kontra, 7 Haziran seçimleri sırasında Diyarbakır mitinginde bomba patlattı, Adana HDP'ye bombalı saldırı düzenledi. Seçimlerden sonra Suruç katliamıyla yeni bir dönem başladı, ardından Ankara katliamı geldi. Yine aynı süreçte demokratik özerklik ilanları en vahşi devlet terörü ile bastırıldı.

Amaçları ulusal haklar isteyen Kürtler ve onlarla ittifak halinde olan devrimci hareketin öncü kuvvetlerini katletmek, taraftarlarını ve sempatizanlarını yıldırmak mıydı yalnızca? Bu inkar edilemez ama hepsi bundan ibaret değildi. Bu tip saldırılarla kendi taraftarlarına cesaret vermek ve karşı cepheyi destekleyen kitleleri sindirerek korkutarak tarafsızlaştırmaktı ulaşmak istedikleri hedef.

O dönem HDP, olası provokasyonları engellemek adına mitingleri iptal etti, birçok parti binasını kapattı, deyim yerindeyse sinerek geri çekildi. Bu durum ilerici halk kitlelerini pasifize ettiği kadar faşist kitleleri cesaretlendirdi.

Şimdi bir kez daha "Provokasyona gelmeyelim" çağrıları yapanlar var. Bunların çoğu karşıdevrim cephesinden. Bu işin gereğidir. Sindirerek korkutarak tarafsızlaştırmanın bir biçimi faşist devlet terörü ise diğeri onunla aynı anda devreye sokulan psikolojik harp metotlarıdır.

Önce bizden birilerini alçakça katledecekler, binalarımızı yakacaklar, gözaltında kaybedecekler, binlercemizi tutuklayacak, işkenceden geçirecekler, ters kelepçeleyerek yerlerde sürükleyecekler, böylece bizimle birlikte olanlara, parti binalarımıza gelip gidenlere, bize şu ya da bu biçimde destek sunanlara dahası bize selam verenlere "sakın bunlarla birlikte olmayın yanarsınız" mesajı vermiş olacaklar. Ardında da başka bir kanaldan "sakın ola bu duruma karşı eyleme geçmeyin, bu saldırıların artmasına neden olur, provokasyona gelmeyin" biçiminde çağrılar yapacaklar. İşte asıl provokasyon tam da budur. Bu sayede halkın öncülerini halktan tecrit ederek yalnızlaştırmak ve pasifize etmek olan bütünlüklü amaç gerçekleşmiş olur.

Şimdi bir kez daha hatırlayalım.

1995 Mart'ında Gazi Mahallesi'nde Alevi emekçilere dönük bir katliam gerçekleşti. Faşist kontrgerilla çeteleri tarafından gerçekleştirilen bu katliam '93'teki Sivas katliamının yeni bir halkasıydı. Devlet-halk çelişkisini Alevi-Sünni çelişkisine dönüştürmek, ilerici Alevi kitlelerini sindirerek Türkiye'deki devrimci hareketin başlıca toplumsal dayanaklarından birini etkisizleştirmek, böylece Kürdistan ve Türkiye devrimi arasındaki bağları kopartmak amaçlanıyordu. O gün komünistler asıl provokasyonu gördü ve "provokasyona geldi!", halk kitlelerini aydınlattı, Alevi kitlelerini sokağa dökerek faşist devletin karşısına dikti. Bu sayede faşist devlet bugüne kadar Alevi kitlelere dönük bu tür bir saldırıya girişmeye cesaret edemedi.

2013'de Gezi parkına çadır açan çevrecilere polis vahşice saldırdı. Bu saldırıya ilerici halk kitleleri ve devrimciler kitlesel protestolarla yanıt verdi. Böylece protestolar Türkiye'nin en büyük ayaklanmasına dönüştü. Kürt özgürlük hareketinin kimi bölükleri ilk anda bunu İmralı görüşmelerine karşı geliştirilen olası bir provokasyon olarak değerlendirdi. "Provokasyona gelmeyelim" düşüncesi ile ayaklanmaktan bir süre uzak duruldu. Oysa "provokasyona gelinseydi" birleşik devrimimiz için çok önemli olanaklar ortaya çıkabilirdi. Böylece ayaklanmanın bir devrime dönüştürülme fırsatı heba edildi.

YENİ DÖNEM YENİ KATLİAMLAR SERİSİ YENİ DİRENİŞ SÜRECİ
Belli ki faşist şeflik rejimi sarsılan temeli onarmak için İzmir'de başlattığı saldırıya yenilerini ekleyecektir. Durumu lehlerine çevirmek için resmi ve resmi olmayan faşist devlet terörünü azdırmak, böylece ilerici halk kitlelerini sindirerek taraftarlarına cesaret vermek dışında bir politika geliştirmeleri mümkün görünmüyor.

Bu kez işleri daha zor. Hem halk kitlelerinin yoksulluğu ve işsizliği tahammül edilemez düzeyde hem de devleti yönetenlerin tepeden tırnağa yozlaşmış ve çürümüş oldukları, her türden pis işin başını tuttukları, "vatan millet" edebiyatının arkasında kişisel zenginleşmenin de yattığı gerçeği hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıkmış durumda. Bu bir yana ırkçı faşist rejimin hangi yönde ilerlemesi gerektiğine dair başlayan çatlak gidererek büyümektedir. Bu çatlağın oluşmasında ve büyümesinde Rojava'da, Garê'de, Zap, Avaşîn ve Metîna'daki direnişlerin önemli payı olduğu açıktır.

İşte tam da faşist rejim yöneticilerinin tepeden tırnağa rezil bir pisliğin içine battığı buna karşın emekçi kitlelerin dayanılmaz bir geçim sıkıntısı yaşadığı koşullarda halka cesaret ve faşistlere korku salarak onları sindirmek böylece ırkçı faşist bilincin etkisindeki kitleleri tarafsızlaştırmak için koşullar hiç olmadığı kadar uygundur. Şimdi tam da Gazi ayaklanmasında olduğu gibi "provokasyona gelme" zamanıdır.

Şimdi her protesto ayaklanmaya hazırlık olarak değerlendirilebilir. Görülüyor ki faşist şeflik rejimi öyle çaresizdir ki şuursuzca saldırılara girişmekten geri durmayacaktır. Bu saldırılar karşısında tıpkı Gazi'de olduğu gibi hemen o anda halkı aydınlatmak ve harekete geçirmek ve bu yoldan ayaklanma başlatmak neden mümkün olmasın. Yeni katliamları önlemenin ve devrime hazırlanmanın yolu bu tür "provokasyona gelme"lerden geçer.

Elbette böyle bir ayaklanma hazırlığı için bir devlet katliamını beklemek gerekmiyor. Emekçi halk kitlelerinin kulakları kadar kalpleri de devrimci ajitasyona açıktır. Propaganda elbette önemlidir ama kitlelere yönelik çağrılarda o anı ilgilendiren ajitatif çağrılar eylemle birleştirildiğinde propaganda çok daha etkili olacaktır.

Doğru, "pisliği devrim temizler" ama bu temizliğin nasıl olabileceğini göstermek için örneğin emekçileri Ziraat Bankası'nı taşlamak için harekete geçiren çağrılar ve ajitasyon herhalde çok daha etkili olacaktır.

Gazi'den ve Gezi'den çıkaracağımız bir başka ders belirli bir anda bazen bir alan tutarak eylem sürekliliğini sağlamaktır.

2015'den sonra öncünün görevi mevzi mevzi direnmekti, bugün ise öncünün görevi cesurca direnmek değil cesareti kitleselleştirmektir. Bunun için koşullar elverişlidir. Karşıdevrim cephesi iç karışıklık içinde ve emekçi halk kitleleri arayış içinde.