13 Mart 2025 Perşembe

8 Mart'ın ardından...

8 Mart'ı geride bıraktık ama önümüzde kadın düşmanlığının artan saldırganlığına karşı kadın öfkesinin kadın isyanına dönmesini bekleyen koca bir yıl var. 8 Mart'ta çıkaracağımız sonuçlar bu bakımdan daha fazla önem taşıyor. 8 Mart'ın örgütlenmesinden, miting ve yürüyüşlerdeki eksik kalanlardan ve güçlü yanlarımızdan sonuçlar çıkararak yeni mücadele dönemine bugünden hazırlanmamız gerekiyor.

Türkiye'de, Ortadoğu'da, Avrupa'da yani tüm dünyada kadın düşmanlığının yükseldiği bir dönemde 2025 yılı 8 Mart'ını sokaklarda geçirdik. Devrimci/demokratik mücadelede takvimsel günlerin anlamı, sadece tarihsel bir hafızaya sahip çıkmak değildir. Güncel politikaya dair talepleri ve mücadele hattını da tarif eder. Kadın özgürlük mücadelesi de 8 Mart'ı bu görüş açısıyla karşıladı ve alanları kadın öfkesi ve isyanıyla doldurdu.

8 Mart'ın hemen arifesinde Erdoğan, 2025 yılını "Aile Yılı" ilan etti. Ancak bu kapsamlı saldırı ve kadın düşmanlığına, maalesef kadın hareketi güçlü bir karşılık veremedi. Yine 14 Şubat'ta İstanbul'da Kadınlar Birlikte Güçlü'nün yaptığı basın açıklamasında LGBTİ+ sloganlarının gerekçe gösterilerek polis saldırısına maruz kalması ve hemen ardından gelen LGBTİ+ aleyhinde yasa taslağı düzenlemeleri de "Aile Yılı"nın kadın düşmanlığı ve nefret politikalarıyla iç içe geçeceğini gösterdi. Haftalara yayılan 8 Mart çalışmalarına alışkın olduğumuz Türkiye ve Kuzey Kürdistan kadın hareketinin bu yıl sadece son bir haftada çalışmaya başlamış olması elbette hareketin uzun bir süredir yaşadığı iç gerilim ve kadın örgütlerinin tek tek aldığı darbelerin ve saldırıların sonucudur.

8 Mart'a giderken DİSK'in kadın grevi kararı alması ise önemliydi. Neredeyse 9 yıldır uluslararası kadın hareketinin temel bir gündemi ve eylem biçimi olan kadın grevini, işçi ve emekçi kadınların esnek çalışmaya karşı itirazı, eşit işe eşit ücret talebi, güvencesiz çalışma, kadına yönelik şiddetteki cezasızlık politikasıyla birleştirildi. Elbette DİSK'in kadın grevini biçimsel ve göstermelik uygulanmasına rağmen bu eylem biçimine sendikaların geçmiş yıllarda mesafeli yaklaşımı düşünüldüğünde, kadın hareketinin içinde bulunduğu 'tekrarı' aşma olanağı barındırdığı gerçeğini not etmek gerekiyor. Ancak bu kararını HepsiJET'te direnen işçi kadınlarla, kadın hareketinin özneleriyle buluşturma ve kadın özgürlük mücadelesini büyütme perspektifinden uzak, sadece sendikal bir eylem sınırlılığında örgütlenmesi ise bir handikap olarak DİSK'in önünde duruyor.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan kentlerinde yapılan eylem, etkinlik ve yürüyüşlerde LGBTİ+ düşmanlığına öfkenin, Filistin direnişine ve Rojava Devrimine sahip çıkma kararlılığının, kadınların aile içine hapsedilmek istenmesine itirazın, emperyalist ve bölge savaş karşıtlığına karşı birlikte eşit ve özgür yaşam isteğinin öne çıktığını söyleyebiliriz. Son dönemde "Jin, jiyan, azadî" sloganına karşı geliştirilen saldırganlık ve artan ırkçı ve sosyal şoven saldırganlığa karşı, en çok atılan slogan olması, kadın hareketini milliyetçi hezeyanlarla bölmek isteyen saray faşizminin planlarının tutmadığını ve birleşik kadın mücadelesinin oluşturduğu cins bilincinin sağlamlılığını bir kez daha açığa çıkardı.

Faşist şeflik rejimi 2025 yılını "Aile Yılı" ilan ederken, sadece kadın düşmanı yasa taslağı, nüfus politikaları düzenlemesi yapmadı. Bu süreçte kadın cinsinin öfkesini kolektif bir güce dönüştüren kadın hareketinin öznelerine gözaltı, tutuklama saldırısıyla gözdağı vermeye çalıştı. Kadın hareketinin örgütlü, örgütsüz öznesi çok sayıda kadın tutuklandı. SKM ise 7'si MYK üyesi olmak üzere 17 Genel Meclis üyesinin tutuklanmasıyla bu saldırıların temel hedefi oldu. 8 Mart çalışmalarını Genel Sözcüsü Tanya Kara'nın da aralarında olduğu merkezi ve yerel yöneticilerinin tutuklanmasının yarattığı darbeyle yürüttü SKM. Bu saldırılara İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir, Hopa, Amed, Dersim, Malatya, Adıyaman, Antep, Antalya gibi örgütlü olduğu illerde tutuklu kadın yoldaşlarının fotoğrafları ve sloganlarla çıkarak yanıt verdi. Kadın hareketi ise sosyalist kadınların tutuklanmasının tüm kadınlara gözdağı amacı taşıdığı mesajını alarak, güçlü dayanışma pratikleri sergiledi. Ankara'da, Eskişehir'de, İstanbul'da tutsak kadınların mesajının okunması, dövizlerinin alanlarda haykırılması, Silivri'den Bakırköy Hapishanesine kadar tutsak kadınların sesinin alanlara taşınması, devrimci tutsak kadınların selamlanması kadın hareketinin güçlü kadın dayanışması geleneğine güncel örnekler oldu. Kadın hareketine ve kadın cinsine dönük saldırılar hepimizeydi, cevap da kolektif ve birleşik mücadelenin güncelliğiyle verildi.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı, Kürt illerinde 8 Mart'ta öne çıkan temel gündem oldu. Faşist şeflik rejiminin Öcalan ile Kürt halkının arasında yaratmaya çalıştığı ayrılık ve çatışmaya karşı Kürt kadın hareketi, önderliğinin arkasında ve izinde olduğunu ilan etti. Öcalan, gönderdiği 8 Mart mesajıyla Kürt kadın hareketinin yarattığı toplumsal devrimin kadın özgürlükçü karakterinin gücünü bir kez daha selamladı. Kuzey Kürdistan'da 8 Mart coşkusu ulusal ve cinsel taleplerin öne çıktığı ve yaratılan kadın özgürlükçü kazanımlardan geri adım atılmayacağının ilan edildiği gün oldu.

Her ne kadar haftalar öncesinden sokaklarda, işçi direnişlerinde, yerel ve merkezi noktalarda bildiri dağıtan, sokakları kadınların talepleri ve öfkesi ile şenlendiren 8 Mart havası yakalanamasa da bu yıl da 8 Mart, coşkusu, yaygınlığı ve kitleselliğiyle öne çıktı. Diyarbakır'dan Artvin'e, Van'dan Konya'ya, Ankara'dan Iğdır'a birçok kentte sokağı, alanları doldurdu kadınlar. İstanbul, İzmir ve Ankara'da gündüz kadın mitingi yapılırken akşam ise feminist gece yürüyüşü ile bütün gün kadınlar, "Sokakları da meydanları da istiyoruz" diye haykırdı.

Tüm kentlerde, genç kadınların katılımı, canlılığı, coşkusu, eve hapsedilmeye, aile dayatmasına, genç kadınların katledilmesine olan öfke, enternasyonal kadın dayanışmasını sahiplenişleri ise dikkat çekici bir diğer yandı. Genç kadın öfkesine damga vuran öge, faşist saray rejimine ve onun başındaki diktatör Erdoğan'a oldu. Ayrıca yaratıcı dövizler, sloganlar, genç kadın dayanışması, cins bilinci ve toplumsal cinsiyetçi rol dağılımına ve erkek egemenliğinin örgütlü yapısına itiraz da oldukça belirgindi. Alanları dolduran genç kadınlar, faşist şefe bir kez daha neden genç kadın isyanından korkmakta haklı olduğunu gösterdi. Kadın hareketinin önümüzdeki süreçte bu genç kadın öfkesini örgütleme sorumluluğunun güncel bir görev olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Saray faşizminin geleceksizliğe mahkum ettiği, aileye hapsolmayı dayattığı ama her durumda isyanını söndüremediği genç kadınların sorunlarına, taleplerine, örgütlenme isteklerine uygun araç ve biçimlerle alan açmak ve bu öfkeyi örgütlü bir güce dönüştürmek kadın düşmanlığıyla mücadelemizde tüm kadınlara enerji verecektir.

Bu yıl, Türkiye ve Kuzey Kürdistan kentlerinde hem devletin LGBTİ+ bayraklarına, sloganlarına, görünürlüğüne tahammülsüzlüğü ve nefret politikalarını artırarak devam edeceği açığa çıktı. Hem de kadın ve LGBTİ+ hareketi, bu politikalar karşısında birleşik mücadeleden vazgeçmeyeceğini ilan etti. LGBTİ+ sloganı atan, gökkuşağı bayrağı taşıyanların gözaltına alınmak istenmesine karşı kadın ve LGBTİ+'ların geri adım atmayan kararlılığı ve "Alışın buradayız" sloganı, bunun öne çıkan örnekleri oldu.

Kuzey ve Doğu Suriye'de ise "Jin, jiyan, azadî" sloganı ve emperyalistlerin Ortadoğu'da yüzyıllarca oluşturduğu yapay ayrılıklara Ermeni, Süryani, Kürt, Arap ve ezilen halklardan kadınların oluşturduğu direniş halayıyla cevap verdi.

Dünyada ise birçok ülkede kadınlar ırkçılığa, savaşa ve kadına yönelik şiddete "dur" dedi. Fransa'da maruz kaldığı tecavüz saldırısını "Utanç yer değiştirmeli" diyerek ifşa eden 72 yaşındaki Gisèle Pelicot'un sözleri sadece Fransa'da değil Türkiye başta olmak üzere tün dünyada 8 Mart günü öne çıkan şiar oldu. Avrupa'da yükselen ırkçılığa, savaş kışkırtıcılığına, mülteci düşmanlığına karşı kadın hareketi, talepleri, sloganları ve şiarıyla başta Filistin özgürlük mücadelesine, mültecilerin haklarına ve antifaşist mücadele hattına/mirasına sahip çıktı. Almanya'nın başkenti Berlin'de polisin Filistin bayrağı açan kadınlara saldırarak çok sayıda kadını işkenceyle gözaltına alması, emperyalistlerin ezilen haklara ve kadın hareketinin emperyalist savaş karşıtlığına tahammülsüzlüğünün göstergesi oldu.

8 Mart'ı geride bıraktık ama önümüzde kadın düşmanlığının artan saldırganlığına karşı kadın öfkesinin kadın isyanına dönmesini bekleyen koca bir yıl var. 8 Mart'ta çıkaracağımız sonuçlar bu bakımdan daha fazla önem taşıyor. 8 Mart'ın örgütlenmesinden, miting ve yürüyüşlerdeki eksik kalanlardan ve güçlü yanlarımızdan sonuçlar çıkararak yeni mücadele dönemine bugünden hazırlanmamız gerekiyor. Faşist saray rejimi, 2025 yılını sadece "Aile Yılı" ilan etmedi, aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesine de savaş ilan etti. Buna karşı daha fazla yan yana olmak ve saldırılara birleşik kadın ve LGBTİ+ mücadelesinin büyütülmesiyle yanıt vermekten başka bir seçeneğin bize kazandırmayacağını bilmenin sorumluluğuyla daha güçlü haykırma zamanı: Daha yeni başlıyoruz...

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 14 Mart tarihli 210. sayısında yayımlanan Özgür Kadın köşe yazısı.