DÜNYA
YPG Sözcüsü Mehmud: Türkiye'nin Suriye'de yürüttüğü selefi politika çöktü
"Türkiye'nin Suriye'de yürüttüğü selefi politika çöktü" diyen YPG Sözcüsü Nuri Mehmud, Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye tehditlerine değinerek, "Türkiye farklı bir siyaset izleseydi, Ortadoğu'da model bir ülke haline gelebilirdi. Ancak izlenen politikalar sonucunda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) kullanılıyor" dedi.
Suriye iç savaşı 8. yılında uluslararası ve bölgesel güçler arasındaki siyasi, askeri ve diplomatik görüşmelerle devam ediyor. Bu görüşmelerin ana çerçevesi ise ABD'nin Suriye'den çekilmesi, güvenli bölgenin kurulması, Adana Mutabakatı, Minbic ve İdlib. Tüm bunların yanında Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye bölgesine yönelik tehditleri ara vermeden devam ederken, Halk Savunma Birlikleri (YPG) Sözcüsü Nuri Mehmud Mezopotamya Ajansı'ndan Nazım Daştan'ın söz konusu başlıklara dair sorularını yanıtladı.
ABD Başkanı Donald Trump'un "Çekiliyoruz" demesi ile başlayan ABD'nin çekilme kararı hangi aşamada, sahada ne var, askerler çekilmeye başladı mı?
Türkiye coğrafik olarak Avrupa, Avrasya ve Ortadoğu için stratejik bir önemde. Ancak Türkiye'de iktidarda bulunan yapı, bugün Türkiye'nin kimliğini ve konumunu tartışmaya açmış. Çünkü iktidar, şu an terörü destekleyen bir politika yürütüyor. Müslüman Kardeşlerden DAIŞ'e kadar bunu yapıyor. Her ne kadar onlara karşı durduğunu söylese de, açık bir şekilde onlara destek verdi. Bunu destekleyen birçok belge ve bilgi var. Bunun yanında ekonomik krizin yaşandığı ülkede yürütülen politikalar, bir kaosu beraberinde getirdi. İktidar, Türkiye'nin konumu ve önemini dünyaya karşı kullanıyor. Şantaj politikaları ile devlet yürütüyorlar. Hem içeride bulunan demokrasi güçlerine, hem de uluslararası güçlere karşı bu şekilde hareket ediyorlar. Bu yol ile kendini temize çıkarmak istiyor. Verilen ve gerçekleştirilen ne varsa kendine göre yorumlayıp, lehine savunuyor. Türkiye'nin belirttiği yaklaşımlara çok da güven olmuyor. Onun için ABD ile yakınlaşmaları olduğuna dair söylemler de çok gerçekçi değil. ABD'nin çekileceğine ilişkin yaptığı açıklama, ABD'yi ilgilendiren bir şey. ABD'nin içinde de bu duruma yönelik tartışmalar var. Evet, çekileceği kararı var ama şimdi Suriye topraklarından çekilmelerini öngören bir program da henüz yok.
Bunun yanında tekrar ABD tarafından gündeme getirilen ve oluşturulması planlanan güvenli bölge tartışmaları var. Birçok çevrenin tartıştığı bu güvenli bölge nedir, neresidir?
Bu konuda ABD Başkanı Trump'ın yaptığı bir açıklama vardı. Burada yine Türkiye devreye girdi. Yerel seçimlerden önce bu konuda bir reklama girişmeye başladı. Hemen kendilerinin önerdiği bir gelişme olduğunu savundular. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belirttiği tampon bölge ile güvenli bölge arasında çok büyük farklar var. Türkiye tampon bölge ile Cerablus, Ezaz, Efrîn ve İdlib gibi yerler oluşturmak istiyor. Bölgenin kontrolünde ise terör listesi gruplarında ismi bulunan El Nusra var. Türkiye'nin Efrîn'de imza attığı uygulamalar, hem ülke hem halk için büyük bir zarar doğurdu. OHAL ile içeride yaşadıklarını örtbas etmek istiyor. Dışarıda ise böylesi politikalar izleyerek içerdeki tıkanıklığı gidermenin peşinde. Güvenli bölge; ancak bölgede bulunan insanların güvenliğinin sağlandığı yerler olabilir. Oluşturulacak bölge için uluslararası kanun ve kriterler olmalı. Onun için üçüncü bir tarafın bölgeye gelmesi gerekiyor. Bu Birleşmiş Milletler (BM), koalisyon güçleri ya da barış gücü olabilir. Bunlar gözlemci şeklinde bölgeye gelip, hangi tarafın tehdit oluşturduğunu araştırabilir. Bu konuda Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye'yi tehdit ettiği açık bir şekilde görülecektir. Türkiye halklarının değil, bu iktidarın bölgeyi tehdit ettiğini belirtiyoruz. Bunların temelinde Osmanlıcılık fikrinin tekrar hayata geçirilmesi duruyor.
Peki, bölgeye ilişkin netlik kazanan bir şey var mı?
Bölgenin nasıl olacağına dair bazı tartışmalar var, bunlar daha devam ediyor. Biraz daha temellendiğinde kamuoyuna açıklanabilir. Biz de DAIŞ'ten kurtarılan bölgenin, halkların güvence altına alınabilmesi için görüşümüzü belirttik. Bunun uluslararası bir güvencesi olmalı. İstikrarın ve siyasi geleceğin şekilleneceği güvenli bir bölgeyi biz de istiyoruz. Türkiye'nin istediği ise işgaldir. Katliamlar gerçekleştirilerek, demografik yapının değiştirilmesi amaçlanıyor. Bu ise ne dünya tarafından kabul görür, ne de Türkiye'nin imkanları yeterli.
Türkiye ABD ve Rusya arasında mekik dokuyarak, bölgeye girmenin yollarını arıyor. Bu kapsamda Moskova'da Rusya ile gerçekleştirdiği görüşmede Adana Mutabakatı önerilerek ne amaçlandı?
Şimdi Türkiye halklarının bunu iyi görmesi gerekir. Türkiye eğer farklı bir siyaset izleseydi, Ortadoğu'da model bir ülke haline gelebilirdi. Ancak izlenen politikalar sonucunda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bir çete gibi kullanılıyor. Türk Cumhurbaşkanı defalarca "Eğer ABD bize desteklemez ise biz diğer dostlarımız ile otururuz" dedi. Bu; Rusya, İran ve diğer güçler de olabilir. Şimdi Rusya bu fırsatı kullanmak istiyor. Rusya bununla büyük ekonomik tavizler koparmanın peşinde. Önerdiği Adana Mutabakatı'nın Türkiye tarafından kabul edilmesi Suriye rejiminin tekrar tanınmasını da beraberinde getirecek. Sözde bugüne kadar Türkiye, Suriye rejiminin meşrutiyetini kabul etmiyordu. Diğer taraftan ise şöyle bir şey var. Eğer Türkiye bu mutabakatı kabul ederse Fırat'ın doğusunda çok sayıda NATO gücü bulunuyor. Bu da NATO gücü Türkiye'nin, Koalisyon ve ABD başta olmak üzere diğer NATO güçleri ile savaşması anlamına geliyor. Bu mutabakatı kabul etmek demek bu güçlerin orada bulunma meşrutiyetini de tartışmaya sokması anlamı taşıyacak. Erdoğan'ın Suriye'de yürüttüğü cihatçı ve selefi politika çöktü. Bir kazanım şeklinde görüp, bunu da seçim çalışması için kullanmaya çalışıyorlar.
Bu noktada İdlib krizi duruyor. Bu kriz, bir operasyonla mı yoksa siyasi ve diplomatik bir yol ile mi çözüme kavuşur?
İdlib'te şu an çöken Müslüman Kardeşler ve DAIŞ anlayışı geliştirilmeye çalışılıyor. Her ne kadar adına Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) denilse de bu oluşum El Kaide'dir. Bunun yanında El Kaide şu an Türkiye'nin Fırat'ın doğusu politikalarını destekleyen bir yaklaşıma sahip. Bunun yanında El Nusra öncülüğünde bir hükümet oluşturuyor. Bu da aralarında bir anlaşmanın olduğunu gösteriyor. Bu anlaşma ile, Rakka'da DAIŞ'in gerçekleştirdiği şekillendirilmek isteniyor. Bunun önünde engel olan tek şey ise Kuzey ve Doğu Suriye'de hayata geçirilen demokratik sistemdir. Kuşkusuz Rusya da bu temelde pazarlıklar yapmak istiyor. Efrîn, Dera ve Guta'da gerçekleştirilmek istenenler, İdlib karşılığında Fırat'ın doğusunda da gerçekleştirilmek isteniyor. Bu tür yaklaşımlar var. Muhalefet olduklarını savunan güçler ise, Erdoğan tarafından her an satılmaya hazır gruplar olarak duruyor. Bu eksende kirli pazarlıklar da dönüyor.
Konuşulanlar kapsamında İdlib'e karşılık Minbic gündeme getirilebilir mi?
Türkiye Minbic'te bir taşla iki kuşu vurmak istiyor. Minbic Suriye savaşında stratejik olan Haleb'e açılan kapıdır. Bu pazarlıklar ile hem Suriye rejimi ve diğer güçleri etkisi altına almak hem de Minbic'teki sisteme darbe vurmak istiyor. Rakka'da DAIŞ ile açtığı cephe gibi, El Kaide ile Haleb'te bir cephe açmayı hedefliyor. Bu yönlü birçok tavizler öneriyor ve aralarındaki görüşmeler halen devam ediyor.