25 Kasım 2024 Pazartesi

Yılgınlık yok direnişe devam

Bir yandan faşist AKP-MHP bloku, diğer yandan HDP'de somutlanan antifaşist cephe. Aradakilerin bir hükmü yok artık. Faşist blokun elindeki yegâne araç faşist şiddeti yükseltmektir. Bunun yegâne karşılığı da antifaşist direniştir. Haliyle ezilenlerin yeni tipte antifaşist kitlesel örgütlenmelerini yaratmak için koşullar her zamankinden elverişlidir bugün.
Diktatörün seçimlerde yenilgi alacağı bekleniyordu. Umut yükseldikçe coşku arttı, meydanlar doldu taştı. "Bu kez olacak" fikri ete kemiğe büründü, canlandı.
 
Diktatörün ilk turda kazanması ile bu kez kimi ilerici çevreler arasında tam tersinden esiyor rüzgâr. Canlanan hayaller etrafa saçılan cam kırıklarına döndü.
 
Diktatörün tam da istediği bu.
 
Diktatör için asıl zafer budur.
 
Faşist baskıların, katliamların, işkence ve tutuklamaların asıl amacı halk kitleleri arasında yılgınlık yaratmak, umut kırmak değil mi?
 
Bir ilericinin umutsuzluk yayması bilinçsiz de olsa faşizme, diktatöre hizmet etmesi anlamına gelir.
 
İyi de umutsuzluk yaymayacağız diye halka gerçekleri açıklamayacak mıyız?
 
Hayır! Asla!
 
Tam tersine, gerçek neyse onu ortaya koyacağız. Bir devrimci hayalden değil gerçeklerden beslenir. O, gerçek durumdan yola çıkarak hayal kurar. O, devrimci hayaller kurarak gerçeğe ulaşmaz. Gerçeğin bilincine vararak hayallere dalar. Hayal gücünün iktidarı böyle inşa edilir.
 
Devrimci, kendini nesnel gerçeğin dışında görmez. O da gerçek durum neyse onun parçasıdır. Ama o içinde hareket ettiği gerçekliğe hücum eden, onu değiştirmeye çalışan biridir. İçinde yaşadığı koşulların bilincine ne kadar iyi varırsa değiştirme iradesi o kadar güçlü olur. Bu nedenle, bir devrimci herkesten daha fazla "gerçekçi" olmalıdır.
 
"Gerçekçi ol imkansızı iste!" Evet, gerçekçi olacağız ki imkansızı isteyebilelim. "İmkânsız" gerçekliğin içindedir. Devrimcinin görevi onu oradan çıkarmak ve ezilenlere mal etmektir.
 
Egemenler, Kürtler için özgür vatanın, emekçiler için insanca bir hayatın imkânsız olduğunu dayatırlar. Onların "gerçek"i budur. Kapitalizm ebedidir. Sosyalizm bir yanılsamadır. Özgür Kürdistan, özgür Türkiye bir hayaldir. Bu "gerçek"lere inanmamızı istiyorlar.
 
Kapitalizm ne kadar gerçekse sosyalizm de o kadar gerçektir, bu ikincisinin gerçekleşme koşullarını yaratan bizzat kapitalizmdir. Özgür Kürdistan gerçeği sömürge Kürdistan'ın, özgür Türkiye faşist Türkiye'nin ürünüdür. Devrimcinin görevi bu koşulları koşul olmaktan çıkararak gerçekleştirmek, irade olmaktır.
 
Evet, gerçek sınıfsaldır. Her sınıfın gerçeği kendine. Gerçeği hangi sınıfın bilinciyle kavrıyorsan o sınıfın hizmetindesin.
 
Şimdi, 24 Haziran seçimleri "gerçek"liğine bir göz atalım.
 
AKP, 1 Kasım seçimlerine göre 7.1 puan kaybederek yüzde 42'ye geriledi. HDP, 1 Kasım seçimlerine göre oylarını 1 puan arttırarak 11.7'ya ulaştı. İşte gerçek!
 
Hangi koşullarda oluştu bu gerçeklik.  OHAL koşullarında. AKP, bütün devlet olanaklarını kullandı. Faşist baskı ve terörü azdırdı. HDP'liler öldürüldü. Seçime saatler kala dahi müşahitlerini tutukladı. Demirtaş, F tipi zindandan seçim kampanyasını yürütmek zorunda kaldı. Pek çok yerde blok oylar kullanıldı. Seçim sandıkları taşındı. Yine de HDP'yi baraj altına itemediler. HDP, faşist zulmün barikatlarını yıkarak, hilelerini aşarak meclise girdi.
 
"Tamam da bunların hiçbiri diktatörün seçimi kazandığı gerçeğini değiştirmiyor" diyenlere hak vermemek mümkün mü? Evet, bu da gerçek. Ama sadece bir yönü.
 
Burjuva cepheye bakalım. Diktatör, faşist devlet terörü ve hileyle aldı seçimi. Terör ve hileyle alınmış bir iktidar ne kadar sürdürülebilir? Diktatör, MHP'ye muhtaç. İkisi birlikte faşist saldırganlığı daha da yoğunlaştıracaklar. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Fakat bu aynı zamanda bir çıkmaza sürüklemeyecek mi onları? Mesela zulmü daha fazla artırarak Kürt ulusal sorununu çözebilecekler mi? Ya da faşist baskıları yoğunlaştırarak ekonomik sorunlara çözüm getirebilecekler mi?  Türkiye'de bir rejim krizi var, yeni sistem buna çözüm getiremez. Çünkü bu krizin ana sebebi Kürt ulusal sorunudur. Nasıl ki şimdiye kadar ezerek çözemedilerse yine çözemeyecekler. Ekonomik sorunların kaynağında emperyalizme bağımlılık ilişkileri, Türkiye'nin mali ekonomik sömürge olması yatıyor. Yeni sistemle bunu yok edemezler. Emperyalist sermaye akışı olmadan ayakta kalamazlar. Dünya finans tekellerine bugün nasıl muhtaçlarsa yarın yine muhtaç olacaklar.
 
Burjuva cephenin diğer kanadı CHP'ye bakalım. M. İnce bir rüzgâr estirdi. Rüzgâr güçlüydü. Ne ki CHP ve İnce koftu. Halklarımızın en asgari taleplerine dahi sahip çıkma cesareti gösteremediler. YSK'yı kuşatacaklardı, yüksek perdeden nutuklar attılar, hepsi boş, herkesi sükûnete davet ederek evlerine döndürdüler. Yeni bir Gezi'yi göze almak yerine yeni sistemi diktatöre teslim etmeyi yeğlediler. Bu da onların sınıfsal karakterinin gerçekliği.
 
Gelelim bizim cepheye.
 
HDP, bir kez daha barajı yıkarak 11.7'yla meclise 67 milletvekili sokma başarısı gösterdi. Elbette bu önemli bir kazanım. Yine de diğer seçimlerden önemli bir farkı, HDP'nin bu kez daha geniş bir cepheyi kucaklayarak meclise girmesidir. Önceki seçimlerde HDP ile ittifak içinde olmaktan kaçınan emekçi solun kimi bölükleri bu seçimde iç barajlarını yıkarak antifaşist demokratik cephenin bileşeni oldular. Bu antifaşist mücadelemiz için önemli bir gelişmedir. Bu, nicelikten öte nitel bir kazanımdır. Kürt ulusal hareketiyle Türkiye emekçi solu arasında daha geniş bir cephe kuruldu.
 
Nitelik kazanımı sadece bununla sınırlı değil. Çok daha derinde yepyeni bir nitelik ortaya çıkıyor.
 
İlki Kürt coğrafyasında. Kürtlerin Kuzey Kürdistan bölüğü, Özyönetim direnişleri sürecinde deyim yerindeyse önemli ölçüde seyirci konumda kaldı. Bir bilinç bulanması yaşandı dense yanlış olmaz. Rojava'yı alkışlarken kendisinin de Rojavalaşması gerektiğini düşünmüyordu. Özyönetim direnişleri Rojavalaşmaya bir çağrıydı. Bu çağrıya yeterli desteği vermedi. Henüz bu iradeyi ortaya koyacak bir bilinçten yoksundu. Uzlaşma ve görüşmelerle "bir şeyler"in hallolacağı fikri hala egemendi, liberal orta sınıf tutumu yurtsever çevrelerde yaygındı. 24 Haziran seçimlerine kadar yaşananlar bu fikri önemli ölçüde dağıttı.
 
"Ama" diyecek bazıları; "24 Haziran seçimlerinde Kuzey Kürdistan'daki oylar 1 Kasım'a göre düşüş gösterdi." Bu da doğru. Yine de bütün gerçek bundan ibaret değil. Devlet baskısının oy oranının düşmesindeki rolünü bir an unutsak bile HDP'ye oy verenlerin devletten her türlü beklentisi kesilmiş kararlı bir kitle olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Şimdi HDP'ye oy veren bu kitlenin devletten bir beklentisi yok. Oy pusulasındaki HDP mührü devletten bütünüyle kopuşmanın nişanesidir.
 
Diktatör ve tetikçileri Demirtaş ve HDP'yi "terörist" ilan etmedi mi?
İkincisi Türkiye'de. Kürdistan'da milyonlar bu "teröristler"e oy verdi. Hadi Kürdistan'ı geçelim.  İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Mersin'de, Adana'da, Aydın'da ve başka şehirlerde faşist baskı ve terörün azdırıldığı, Efrîn işgaliyle şovenizmin en pespaye biçimde egemen kılındığı koşullar altında nasıl oldu da milyonlarca insan "teröristlere", "bölücülere", "yıkıcılara" oy verdi, hem de 1 Kasım seçimlerine kıyasla yükselterek. Bütün burjuva medyanın "terörist" diye karaladığı, eşbaşkanlarının ve milletvekillerinin, belediye başkanlarının "terörist" olma iddiasıyla tutuklandığı bir partiye yaklaşık 6 milyon kişi oy veriyor. Bu, faşist sömürgeci psikolojik savaşın esaslı bir yenilgisidir.
 
7 Haziran 2015 seçimleri ile benzeşlik kurulmamalı. 7 Haziran'a gelirken "barış" umudu belirleyiciydi. 24 Haziran'da ise "barış"ın esamesi dahi okunmadı. Buna rağmen, seçmenlerin yaklaşık yüzde 12'si HDP'yi tercih etti.
 
Şimdi nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız. Bir yandan faşist AKP-MHP bloku, diğer yandan HDP'de somutlanan antifaşist cephe. Aradakilerin bir hükmü yok artık. Faşist blokun elindeki yegâne araç faşist şiddeti yükseltmektir. Bunun yegâne karşılığı da antifaşist direniştir. Haliyle ezilenlerin yeni tipte antifaşist kitlesel örgütlenmelerini yaratmak için koşullar her zamankinden elverişlidir bugün.
 
Meclis yalnız ve yalnız sokağın sesi olacaksa bir anlam kazanacaktır. Burada da iki cephe oluşmaktadır, meclistekiler ya diktatörün borazanı ya sokaktaki halkın sesi olacaktır. HDP dışında halkın sesi olabilecek bir parti var mı?
 
Ortaya çıkan nedir? Faşist diktatörlükle meselesi olanlar arasında fiili meşru mücadeleye ve mücadelenin barışçıl olmayan biçimlerine ilgi artacaktır. Çünkü, yeni sistemle birlikte diğer tüm yollar tıkanmıştır. Demek ki yalnızca HDP kitlesi değil CHP'ye oy veren milyonlarca insanı, bilhassa gençliği antifaşist saflara çekmek için koşullar bugün çok daha uygundur. Bugün AKP'ye oy veren ama yarın onunla derdi olacak olanın da HDP'den başka bir mücadele adresi olmayacaktır.
 
Her gerçeğin olumlu ve olumsuz yanı, gelişen ve çürüyen yanı vardır. Bazen gerçeğin olumlu yanı olumsuza kıyasla çok küçük olabilir. Asıl olan, gelişen ve geleceği temsil eden nedir, onu bulup çıkarmaktır. 24 Haziran seçimlerini faşist blok kazandı. Hile elbette yapıldı. Kürdistan'da MHP oyları artmışsa bunun hileden başka anlamı yok. Hileyle de olsa, CHP hileyi göre göre ayaklanmadan korkarak diktatöre teslim de etse nihayet faşist blok fiilen yürüttüğü yeni diktatörlük sisteminin dümeninde. Bu, gerçeğin olumsuz yanıdır. Buna karşın eskisinden daha geniş bir cephede birleşmiş Türkiye halklarından milyonlarca kişi diktatörlüğün her türlü zorbalığına karşı teslim olmamış HDP'ye oy vermiştir. Özgür Kürdistan kadar özgür Türkiye özlemi de milyonları sarıp sarmalamaktadır. Bu da gerçeğin olumlu yanıdır. Olumsuz yanın kaderi çürüme, ikincisinin iradesi yeşermedir.