21 Kasım 2024 Perşembe

Yeni 'Panama Belgeleri' ve ekonomik kriz

Çalışmaya göre, dünyadaki toplam kişisel finansal servetin dünya hasılasına göre yaklaşık yüzde 10'u off-shore hesaplarda tutuluyor. Türkiye ise bu vergi cennetlerinde tutulan servet büyüklüğünün milli gelire oranı bakımından yaklaşık yüzde 20 ile dünyanın en büyük 8. ülkesi!
Geçen yıl tarihin en büyük bilgi sızıntılarından biri olan Panama Belgelerinin yayınlanışına şahit olmuştuk. Servetlerini "off-shore" denen vergi(sizlik) cenneti ülkelerdeki finans kuruluşlarında saklayan kapitalistlerin listesini gözler önüne seren Panama Belgeleri bu kuruluşlardan sadece biri olan Mossack Fonseca'ya ait 11 milyondan fazla belgeyi içeriyordu ve listede Türk burjuvazisine ait 11 büyük firma ve 500 isim vardı. Aralarında Enka, Koç, Zorlu, Çalık gibi büyük sermaye gruplarının yanında Remzi Gür, Serdar Bilgili gibi isimler ve TÜSİAD başkanlığı da yapmış Tuncay Özilhan, Erkut Yücaoğlu gibi kapitalistlerin de olduğu belgeler, haber değerlerinden ötürü ülkede bir süreliğine gündem olsa da, kısa sürede eleştirel hafızalardan dahi silindi. Ülke içinde üretilen devasa miktarda servetin vergiden kaçırılması ne iktidar ne de ana muhalefet tarafından sorunsallaştırıldı. HDP'nin bu konudaki çıkışları ise kendisine dayatılan imha ve tasfiye planlarının tozu-dumanı altında duyulmadı bile.
 
VERGİSİZLİK CENNETİNDE TÜRK BURJUVAZİSİ
 
Ancak geçtiğimiz günlerde Ulusların Gizli Zenginliği: Vergi Cennetlerinin Kırbacı (Hidden Wealth of Nations: Scourge of Tax Havens) kitabının yazarı olan California-Berkeley Üniversitesi'nden araştırmacı Gabriel Zucman'ın yeni yayınlanan bir makalesi* bu işin öyle hasıraltı edilecek kadar basit bir mesele olmadığını tekrar gözler önüne serdi. Çalışmaya göre, 2007 verileriyle dünya hasılasının yaklaşık yüzde 10'u kişisel servet olarak off-shore hesaplarda tutuluyor. Türkiye ise bu vergi cennetlerinde tutulan servet büyüklüğünün milli gelire oranı bakımından yaklaşık yüzde 20 ile dünyanın en büyük 8. ülkesi! Yani milli gelirin beşte biri olan yaklaşık 500 milyar TL'lik bireysel servet vergilendirilmekten kaçırılmış. Bu, çok ama çok büyük bir rakam…
 
Vergi adaletsizliği meselesi elbette Türkiye'de yeni bir gündem değil. Ücretli işçinin vergi yükü yüzde 50'den fazlayken, devlete ödesin diye meta fiyatlarına dahil olarak şirketlere ödediğimiz KDV'nin sadece yarısının tahsil edilip, kalanının firmaya "bırakılması"; milyarlarca TL'lik vergi borçlarının affedilmesi; yeni yatırıma sıfır vergi uygulamaları; yüksek meblağlardaki finansal işlemlerde oranın yüzde 1'in bile altında olması ve kurumlar vergisinin reelde neredeyse yüzde 1-5 oranında tahsil edilmesi verginin Türkiye'de zaten şirket kârlarını telafi etmek amacıyla kullanılan bir araç olduğunu gösteriyor. Ama ülkede üretilen her yüz TL'nin 20'sine denk gelen böylesine büyük bir tutarın off-shore hesaplarına kaçırılması bunlarla kıyaslanamayacak büyüklükte bir soygun.
 
VERGİSİZLİĞİN ÖTESİNDEKİ KRİZ
 
Meseleye sadece "vergilendirilmemiş kazanç" açısından bakmamak gerekiyor. Vergisizlik rejimini belirleyen ve vergisizliğin kendisinden daha büyük olan asıl sorun, azalan kârların yarattığı aşırı-birikimin yeniden üretime değil, spekülatif sermaye pazarında yeniden paylaşıma akıyor olmasıdır. Türk burjuvazisinin 2007'de bile off-shore hesaplara aktarılan kişisel servet tutarında "dünya liderlerinden" olması da işte bu aşırı-birikim krizinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ülke içinde Ar-Ge'ye, sermaye arttırımına ve genişletilmiş yeniden üretiminden ziyade, bu hesaplar vasıtasıyla uluslararası tahvil, bono, borsa, opsiyon-türev vb. pazarlara aktarılan gelir ve servetler, ülke burjuvazisinin üretici güçleri geliştirme niteliğini çoktan kaybettiğinin (ve aslında böyle bir dertlerinin de olmadığının) bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
 
Tabii, elimizde daha güncel senelik bazda ne kadarlık bir tutarın bu kuruluşlara aktarıldığı bilgisi olmadığından, bugün kârın yüzde kaçının üretime değil de off-shore hesaplara yönlendirildiğini tespit etmek çok mümkün gözükmüyor. Ama 2007'de oluşan off-shore servetin büyüklüğüne ve ülke sıralamasına baktığımızda Türk burjuvazisinin elde ettiği kârları genişletilmiş artıdeğer üretimine döndürmekten büyük oranda kaçındığını ve üretimin daha da gerilediğini gördüğümüz bugün için de bu tablonun daha kötüye gittiğini pekâlâ görebiliriz.
 
BURJUVA SİYASETİNİN SESSİZ ORTAKLIĞINI BOZMAK
 
Bu nokta iktidar ile ana muhalefetin yan yana ilerlediği noktadır. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin siyasi temsilcisi olan CHP'nin burjuvazinin off-shore hesaplarda tuttuğu servetleri gündeme getirmesi geçmişte olmadığı gibi, bugün de çok olası değildir. CHP belki de bu gerçeği ilerici burjuvazinin AKP-karşıtı bir hamlesi ya da meşru çekincesi olarak olumlamakta, sosyal demokrasi ile bu güvenin yeniden tesis edileceğini ummaktadır. Burjuva değişim programıyla iktidara gelmiş olan ve kimi zaman siyasi sürtüşmelere girse de uluslararası tekellerin programını uygulama hattından sapmayan siyasi iktidarın yaptığı tek şey ise Türk burjuvazisine çağrı yaparak, "yurt dışındaki varlıklarını geri getirmeleri takdirde hiçbir şekilde nereden bulduklarına dair bir sorgulama yapmayacaklarını" ilan etmek ve daha fazla vergisizlik vaadinde bulunmaktır.
 
Oysa sosyal devlet modelinin sermayenin soğuk savaş dönemlerinde SSCB'ye karşı tekelci devlet kapitalizmi şeklinde örgütlendiği dönemlerdeki paylaşım modeliydi ve 1970'lerdeki aşırı-birikim krizi neticesinde terk edilerek yerini kemer sıkma politikalarına devretti. Bugün "ortalık yatışınca" burjuvazinin herhangi bir kesiminin sosyal devleti yeniden inşa edeceğini ummak, sınıf savaşımının yasalarından bihaber olmak demektir. Sermayeye daha fazla teşvik sunarak aşırı-birikimi yeniden üretime yönlendirmek de ham bir hayaldir. Her şeyden önce, kapitalist yatırım kararı sadece ticaret muhasebesine dayanarak alınan bir karar değildir. Kârların gerçekleşme sürecinin ve mülkiyet rejiminin garantilenmesi en az matematiksel projeksiyonlar kadar önemlidir. Ancak siyasi iktidarın ülkeyi içine sürüklediği cendere bunun tam aksi yönde gelişmelere gebedir. Bundan ayrı olarak, emperyalist küreselleşme evresinde üretim anarşisinde hareket eden yerli burjuvazinin çıkarına olan uzun soluklu ve planlı ağır sanayi ve teknoloji hamleleri yapmak değil, uluslararası tekellere artıdeğer aktarımı sağlayacak hızlı dönüşlü yatırımlarda bulunmak, aşırı-birikim krizi dönemlerinde de üretimden çekilmektir.
 
Sorun, kâr mantığının üretici güçleri hareketlendirme noktasında miadını doldurmuş olmasıdır. Kâr mantığını aşmanın tek yolu toplum için üretime yönelmektir. Toplum için üretim de sermaye kesimine sınırlamalar getirmekle ya da uzlaşmakla değil, üretim araçlarını toplumsallaştırmakla mümkündür. Uzun dönemli ve planlı bir sanayi-teknoloji atılımının gerektirdiği birikimi ve kararlılığı sağlamanın da, üretilenin off-shore hesaplara değil, toplum yararına yeniden üretime ve âdil bölüşüme aktarılmasının da tek yolu budur. Toplumsal üretim vizyonuna ve iradesine sahip olmayan hiçbir parti bu kanamayı durduramayacaktır.
 
*Gabriel Zucman, "Who Owns The Wealth In Tax Heavens?", http://www.nber.org/papers/w23805