19 Nisan 2024 Cuma

Yaşam Uzun yazdı | Azim soluk mavi noktada da gerekli

Perseverance'ın sosyal medya çağında canlı yayınla takibi, paylaştığı renkli fotoğraf ve ulaşılan bu teknoloji düzeyi elbette heyecan verici gelişmeler. Fakat bir anlık bu göz alıcı sunumdan kurtulduğumuzda sevincimiz kursağımızda kalıyor. Uzayda henüz tespit edilebilmiş bir canlı ekosistemin olmaması sömürgeci mantığı daha anlaşılır kılmıyor. Çünkü dünyadaki sömürü bitmeden bilimsel merakın insanlık için saf bir sevince dönüşmesi mümkün olmadığı gibi kapitalizmin esnekliğini artıracak gelişmelerin kapısını aralıyor.

NASA'nın uzay aracı Perseverance (Azim) yedi aylık bir yolculuktan sonra Kızıl Gezegen'e sorunsuz bir şekilde indi. Açıklanan amaçlardan elbette en öne çıkanı Mars'ta yaşam formları olup olmadığının araştırılması. Venüs ile birlikte Dünya'ya en yakın gezegen olan Mars, Venüs'ün aşırı sıcak atmosferinin aksine Dünya ile benzerlikler göstermesinden dolayı uzay yolculukları çalışmalarının başından beri ilgi odağında.

Mars'a ilk aracını (Mariner 4) 1964'te gönderen NASA, yüzeye ilk başarılı inişi 1976'da yaptı. 1971'de SSCB Mars'a araç indirmeyi başarsa da bu araç hızlıca bozulmuştu. 90'larda tekrar hızlanan Mars çalışmalarında Perseverance 1976'dan sonra Mars'a inen 8. araç oldu (Pathfinder, Mars Polar Lander, Spirit, Opportunity, Phoenix, Curiosity ve InSight'ın ardından). NASA'nın bütçesinde önemli yer tutan bu araçlar her defasında daha gelişmiş teknolojileri yanında taşıyor ve daha fazla yeni ve şaşırtıcı veri ile görevlerini tamamlıyorlar. Bu kez, taşıdığı 23 kameranın yanında oksijen üretmeyi deneyecek MOXIE ve ince Mars atmosferinde uçmayı deneyecek Ingenuity helikopteri gibi ek görev bileşenleriyle Perseverance yeni bir aşamaya geçiyor.

Uzayda yolculuk, sadece Jules Verne'nin Ay'a Yolculuk kitabıyla başlayan bilim-kurguda uzay-ütopyaları edebiyatının teması olmadı. Modern bilimle Tanrı-katı olmaktan çıkan uzay, fethedilmesi gereken bir yer haline de geldi. Verne, kitabını 1865'de yayınlamıştı. NASA ise, 29 Temmuz 1958 tarihinde ABD Başkanı Dwight Eisenhower tarafından kuruldu. Sovyetler Birliği ise, 1930'lu yıllarda başlayan uzay programı sayesinde, ilk uydu, Dünya yörüngesine ilk canlı taşıma görevi (Sputnik 2'deki köpek Layka), uzayda ve Dünya yörüngesinde ilk insan (Vostok 1'deki kozmonot Yuri Gagarin), uzayda ve yörüngedeki ilk kadın (Vostok 6'da kozmonot Valentina Tereşkova), ilk uzay yürüyüşü (Voskhod 2'de kozmonot Aleksey Leonov), Ay'la ilk çarpışma (Luna 2), Ay'ın karanlık tarafının ilk görüntüsü (Luna 3) ve insansız olarak Ay'a yumuşak iniş (Luna 9), ilk uzay gezgincisi (Lunokhod 1), otomatik olarak ayıklanan ve Ay'dan Dünya'ya getirilen ilk Ay örneği (Luna 16) ve ilk uzay istasyonu (Salyut 1) gibi birçok ilke imza attı.

Aydan sonra asteroit ve diğer gezegenlere ulaşıldığında sondajlardan elde edilen veriler bugün yüksek teknolojili sanayi üretiminde kritik elementler olan platinyum, kobalt, antimoni, paladyum, gümüş, altın, kurşun vb. birçok maden için ciddi bir potansiyel taşıyordu. Bir kısmının Dünya'da 50-60 yıl içinde tükenmesi beklenen bu maddelerin daha önce ekonomik ve teknik açıdan mümkün görünmeyen uzay madenciliği halen uzay kargosu ve pazar fiyatları makul düzeyde olmasa da artık ciddi şekilde planlanıyor. Uzay turizmi ile bu süreçler öncesi hem teknik hem de sermaye birikiminin oluşması bekleniyor.

Denizlerdeki ekonomik bölgelere benzer bir uzay hukukuna dair gelişmeler de 1967'deki Uluslararası Uzay Anlaşmasına kadar gidiyor. Bu ilk anlaşmada herhangi bir ülkenin uzayda hak ve egemenlik iddia etmesine izin verilmiyordu. Oysa, ABD, Trump yönetiminde geçen yıl çıkardığı Uzay Yasası ile bunu değiştirdi. Artık bu yasayla mülkiyet hakkı madeni bulan kişinin/kurumun eline verildi. ABD'de şimdiden uzay madenciliği ile ilgilenen iki dev bütçeli şirket kuruldu: Google'ın kurucu ortağı Larry Page'in ve bir dizi süper zenginin ortağı olduğu Planetary Resources ile Deep Space Industries şirketleri.

NASA'dan sonra geçtiğimiz yıl içinde Birleşik Arap Emirlikleri ve Çin de Mars'a uzay aracı gönderdi. Yine Rusya, AB ve Hindistan da uzaydaki rekabete yer almak için çalışmalar yürütüyor. Elbette ABD, AB, Çin ve SSCB mirası ile Rusya diğer ülkelerin çalışmalarına da yön veriyor.

Perseverance'ın sosyal medya çağında canlı yayınla takibi, paylaştığı renkli fotoğraf ve ulaşılan bu teknoloji düzeyi elbette heyecan verici gelişmeler. Fakat bir anlık bu göz alıcı sunumdan kurtulduğumuzda sevincimiz kursağımızda kalıyor. Bu büyük bilimsel ve teknolojik gelişmeler, 2,45 milyon insanın Covid-19 yüzünden öldüğü ve devletlerin yurttaşlarına en temel sağlık hizmetlerini sunamadıkları, milyonlarca insanı pandemi koşullarında işe gitmeye mecbur bıraktıkları bir zamanda yaşanıyor. Bu başarıya imza atan ABD'de 28 milyon insan Covid-19'a yakalanırken yaklaşık 500 bin kişi hayatını kaybetti. Aşının bulunması rekor bir hızla gerçekleşse de eşitsiz paylaşımı dert etmeyen bu en gelişmiş ülkelerin patenti ellerinde bulunduran tekelleri arasında akıl almaz bir rekabet yaşanıyor. Geri bırakılmış ülkeler aşı bulmakta zorlanırken emperyalist ülkelerde ise yoksullar, göçmenler aşı imkanından oldukça uzak.

Bu tablo içinde Türkiye'deki faşist iktidar, şirketlerden aşı bulamazken en fazlasından günübirlik etkisiyle uzaya çıkma şovu yapmaya girişiyor. Bu alanda ciddiye alınacak bir bilimsel ve teknik birikimden yoksun olan Türkiye'de, halk derin bir ekonomik darboğazda hayatta kalmaya çalışırken, en iyi ihtimalle Birleşik Arap Emirlikleri gibi parasını bastırıp uzaya bir şeyler göndertebilir.

Dünya'da ve Türkiye'de devlet ve şirketlerin uzaya olan ilgisinin, insanın bilimsel merakının ötesinde uzay madenciliğinde ve uzayın paylaşımında öne çıkma güdüsünden kaynaklandığını görmek için iklim kriziyle ilgili yayınlanan raporların onlarca yıldır nasıl göz ardı edildiğine bakmak yeterli. Üretimden kopan finansallaşmış sermaye, bu iştahını ancak "doğanın bedava hediyelerinden" yararlanabildiği ölçüde koruyor. Bu ekstraktif (yeraltından kaynak çıkarımına dayalı) mantık, dünyada yeraltından çıkarmanın maliyetinin artık uzaydakinden pahalı hale geleceği ana hazırlanıyor. Ekosistemlerin çökmesi, dünyasal ekolojik eşiklerin aşılması, bizzat yaşamın tehlikeye düşmesi ortadayken Mars'ta bulunacak olası yaşamın felsefi anlamını tartışacak sağlıklı bir ortam bırakmıyor. Kapitalizm her şeyiyle çürürken uzaydan gelecek haberler ancak ortak ekolojik geleceğimizi tartışacağımız bir bağlamda anlam kazanıyor.

Teknolojinin nimetleri hiçbir zaman toplumdaki bu sınıfsal, ulusal ve cinsel eşitsizliklerden, adaletsizliklerden azade olarak dağıtılmadı ve amaçları da toplamda sermayenin ihtiyaçları dışına çıkmadı. Kapitalizm teknik gelişmeyi sermayenin gelişimi ve büyümesi için sınırsız hale getirirken bilimi de tekniğe indirger. Dahası, üretilen bilgiyi ne için, kim için kullanacağı gibi sorulardan bağımsızlaştırarak, sınıflar üstü, politika üstü bir şey olarak sunar. Canlı emeği azaltarak karı düşüreceği için üretime uygulanmayan robotlu üretim teknolojisinin Mars'ta gezmek için kullanılmasıyla maniple edilen bilimsel merak, toplumdaki eşitsizliklerin, adaletsizliklerin üstünü örten tekno-iyimser burjuva ideolojisini beslemek için araçsallaştırılır. Mars'a sürekli araç göndermek için ayrılan devasa kaynağın ABD'nin elinde nasıl biriktiği tüm tarihselliği ile ele alındığında, evet Mars'a inmek tüm insanlığın birikimi sonucu elde edilmiş bir başarıdır ama bu kanlı bir birikimdir.

Önceki birikimin haricinde sadece bu yolculuğun maliyetinin 3 milyar dolar olduğu açıklandı. Emperyalist kapitalist devletlerin ve şirketlerin elde ettikleri servetin temel kaynağı olan doğanın talanı ve emeğin sömürüsü, dünyanın geri kalanından kaynak ve metalar buralara akarken; atıklar, ücretsiz emek, çevresel tahribat, ırkçılık, vb. daha çok oralara bırakılarak gerçekleşir.

Kapitalizmin özündeki bu eşitsiz ekolojik değişim, şimdi uzaya da taşınmak isteniyor. Uzayda henüz tespit edilebilmiş bir canlı ekosistemin olmaması aynı sömürgeci mantığı daha anlaşılır kılmıyor. Çünkü dünyadaki sömürü bitmeden bilimsel merakın insanlık için saf bir sevince dönüşmesi mümkün olmadığı gibi kapitalizmin esnekliğini artıracak gelişmelerin kapısını aralıyor. Perseverance insan toplumunun tarihsel gelişimi içinde neler başarabileceğini gösterdiği için bize bir umut kaynağı olabilir, ancak esas umudu Carl Sagan'ın Soluk Mavi Nokta dediği dünyada bu sevince erişmek için Perseverance'ın "azim" anlamına gelen adından devşireceğimiz, dünyanın özgürleştirilme mücadelesinde yaratacağı heyecanda bulmalıyız belki de.