21 Kasım 2024 Perşembe

Ya devrimin tufanı ya CHP'nin baharı

Ancak doğru okumak isteyen herkes için seçim sonuçları ve ardından yaşananlar tek bir şey söylüyor. Saray diktatörlüğüne karşı mücadelede adres sokaktır. Faşist saray rejimine direnebilecek yegane güç devrimci demokratik cephedir. Bu gerçek açlık grevi direnişleri ve 1 Mayıs'ta kendisini bir kez daha ispatlayacaktır.
31 Mart yerel seçimleri henüz bitmiş değil. Bu yalnızca İstanbul'daki sayım işleminin bilinçli olarak süründürülmesinden, kimi adaylara mazbata verilmemesinden ya da KHK'lı seçilmişlere yönelik YSK kayyımından kaynaklanmıyor. Aksine seçimler politik vaka olarak sürdüğü için yukarıdaki işlemler cereyan ediyor.
 
Görünen o ki, saray rejiminin insiyatifindeki faşist ittifak, seçimlerin ardından henüz yeni bir karara varamadı. Şimdilik AKP cenahında iç tartışmaların bolca kendisini gösterdiği bir süreç işliyor. Saray rejiminin "kısmi" avantajı, bu süre zarfında kendisini sıkıştırabilecek  düzen içi siyasal güçlerin yokluğunda yatıyor. "Devlet bekası" için "burjuva solu" adına temsiliyet üstlenen CHP'nin, sarayın bu krizli anını değerlendirmesi mümkün değil. Öyle ki, ufak çaplı karşı hamlelerden dahi imtina edeceğini seçim gecesinin ilk dakikalarından itibaren gösterdi. CHP, sayısal olarak önde olduğu ya da tartışmaların henüz sonuçlanmadığı başka yerlerde her ne yapacaksa "devlet bürokrasi"si içerisinde ve "devlet gelenekleri"ne bağlılıkla yapacaktır.
 
Seçimin politik sonuçlarını bir anlık kenara alırsak, seçimin ardından yaşananlar için tek bir şey söylenebilir. Erdoğan diktatörlüğü, kendisini hiçbir yasal mevzuat ya da verili olan kurallarla sınırlandırmıyor. Burjuva yasallığı, saray rejimine olanak sağladığı ölçüde kullanışlı. Aksi her durumda bu yasallığı ellerinin tersiyle itebileceklerini hiç gocunmadan gösteriyorlar.
 
Elbette ki şaşırtıcı olan saray rejiminin yaptıkları ya da muhtemel yapacakları değil. Zaten burjuva yasallığıyla ilgili olmadıklarını bugüne kadar sayısız kez gösterdiler. İlginç ve sonuç almaktan uzak olan Erdoğan diktatörlüğünü "demokratik norm ve usülleri" takip etmeye çağırmak, devlet kurumlarını göreve davet etmektir. CHP'nin öncülüğünü yaptığı bu tutum, emekçi sol ve anti faşist kuvvetler içersindeki kimi öznelere kadar yankısını bulmuş gözüküyor.
 
Söylenebilir olan şudur. Düzen güçleri arasında sürdürülen bu oyun, devrimci-demokratik kuvvetler müdahale edemediği sürece devam ettirilecek ve oyunun gidişatını Erdoğan belirleyecektir.
 
KARŞI TAARRUZA DİRENEBİLMEK
 
Seçim sonuçları faşist saray rejimini ve bizatti Erdoğan'ın kendisini yaraladı. Öyle ki Kürdistan'daki sonuçları hazmedemiyor, İstanbul ve Ankara'yı da kabullenemiyorlar. Saray rejiminin içerisine girdiği düşüş türbülansı öylesine ciddi ki, her türlü hile ve hırsılıkla organize ettikleri seçim sisteminin "mağduru" olduklarını iddia edebilecek kadar irtifa kaybı içerisindeler. Ekonomik ve siyasal krizle derinleşen rejim krizi koşullarında yere çakılacaklarının bilinciyle hareket ediyorlar.
 
Ancak bir şeyi unutmamak gerekiyor. Henüz faşist saray rejimi karşı bir politik taarruza girişmiş değil. Bunun yol ve yöntemini arıyorlar. Doğru buldukları anda tereddütsüz karşı hamleye başlayacaklar. 7 Haziran seçimleri ve 16 Nisan referandumu seçimlerin ardından diktatörlüğün hangi yolu takip edeceğine dair işaretleri gösteriyor. Erdoğan'ın geri çekileceğini sanmak yanıgıların en büyüğüdür.
 
Komünistler, yerel seçim tavrını belirlerken tam da buraya  vurgu yapmış, devrimci demokratik cepheye bu gerçeği işaret etmiştir. Batı'da Erdoğan'la sandıktan çok sokakta çarpışılacağını göstererek  devrimci-demokratik alternatifin Batı'da güçlü bir süreci örgütlemesini  bu amaçla savunmuştur. Faşist rejime hayır diyenler, şimdi seçimler iptal edilecek kaygısıyla süreci dışarıdan seyirci olarak takip ediyorlar. Devrimci demokratik cephe, bu süreci düzen içi güçlere teslim etmeyecek ve faşizme hayır diyen kitleleri devrimci-demokratik zeminde tutabilecek yegane güçtür. HDP'nin Türkiye'nin batısında kendi devrimci-demokratik varlığıyla olması gerektiği daha güçlü açığa çıkmıştır.
 
SEÇİM SONUÇLARI, EMEKÇİ SOL VE ANTİ FAŞİST ÖRGÜTLER
 
Seçim sonuçları emekçi solun ve anti faşist kuvvetlerin önemli bir kesiminde adeta zafer havası yarattı. Farkı politik çizgilerin temsilcileri, AKP'nin İstanbul ve Ankara'yı kaybetmesiyle birlikte "Mart'ın Sonunu Bahar" ilan ettiler. Öncülük iddiasıyla hareket eden ilerici-demokratik kuvvetler, politik ve psikolojik olarak, AKP karşısında konumlanan yüzde 50'nin düşünce ve davranışlarına büyük bir benzeşme göstererek pozisyon aldılar.
 
Elbette ki bu durum, devrim davası olan ya da bu iddiayı taşıdığını söyleyen özneler için kötüdür.
 
Çünkü bu en geniş yüzde 50'lik kitle farklı politik çizgi ve eğilimlerin toplamıdır. Taşıdığı ileri ve devrimci potansiyele rağmen esas olarak şimdilik devletçidir-düzen içidir, verili bilinci demokratik değerlerin yasallıkla savunulmasıyla sınırlıdır.
 
Yanı sıra bu kesimin içerisinde "kutuplaştırmayan bir siyasal özne" arayanların sayısı hiç de küçümsenecek cinsten değildir. Benzeşmenin varcağı yer burjuva solu ve düzen siyasetinin adresi CHP olacaktır.
 
Bundandır ki kendisini devrimci-demokratik cephede tarifleyen hiçbir özne, politik ve psikolojik durumunu en geri kitleyle özdeşleştiremez. Devletçi bir ehven-i şer seçeneğinin varlığından sevince kapılamaz. Diktatörün suratı asık ve kaybetmiş balkon konuşmasından devrim için olanaklar yakalamak başkadır, devetçi bir düzen partisini "demokrasi kuvveti" kabul etmek başkadır. Tekrar pahasına olsa da yinelemek gerekiyor. CHP-İYİP ittifakını demokrasi kuvveti saymak, faşist rejime demokratik bir tutumla hayır diyen ileri kitleleri, devletin ideo-politik hegemonyasına terketmekten başka bir şey olamaz.
 
SARAY KAYBEDERKEN BİZİM KAZANDIKLARIMIZ
 
Seçim sonuçlarını değerlendirirken her şeyden önce kimlerin nereyi-ne kadar oyla kaybettiğine değil de devrimci-demokratik cephe olarak bizim ne kazandığımıza bakmamız gerekiyor. Olması gerekende budur. Devrimci-demokratik iddialarına bağlı olan herkes, ilk önce kendine bakmak durumundadır.
 
Bu bakımdan elbette ki en büyük kazanımımız Kürdistan'dan kayyımların önemli oranda def edilmesidir. Devrimci-demokratik cephe, faşist rejime seçimler vesilesiyle önemli bir kayıp yaşatmıştır. Yanı sıra kitle hareketi henüz sürekliliğe kavuşmamış olsa da oldukça güçlü kuvvetlenme belirtileri göstermiştir. Devrimci-demokratik cephenin esas başarılarından biri budur.
 
İkinci olarak ise elbette ki faşist diktatörlüğün büyük kentlerin çoğunda kaybetmesi önemlidir. Bu nesnel olarak kitlelere moral aşılayan, onlara daha ileri gitme cesareti verebilecek bir sonuçtur. Ayrıca sonuçlar dolaysız olarak rejim krizini derinleştirecek, AKP içindeki olası yarılmaları hızlandıracaktır. Bu devrimci mücadelede yürütenler için üzerinden atlanılamayacak bir olanaktır.
 
Ancak burada bir vurgu yapmakta yarar var. Bu sonuç devrimci-demokratik cephenin kendi siyasal varlığını Batı'da bir seçimlik de olsa geri çekmesiyle oluştu. Peki ne oldu ? Türkiye siyaseti belirgin biçimde sağcılaştı. Politik İslamcılık ve milliyetçilik burjuva patilerinin temel söylemi haline geldi. Halklarımızın mahkum bırakılmak istendiği iki partili sisteme yönelik küçümsenmeyecek adım atılmış oldu.
 
Soruyu şöyle devam ettirmek de mükün. Kitleler, faşist saray rejiminin ancak HDP'nin yokluğunda durdurulabileceğini düşünmeyecekler mi? Saray rejiminin durdurulması gibi "kutsal bir amaç" uğruna bir kaç sefer daha geri çekilmemizi arzulamayacaklar mı? Bu bizim politik iddialarımızda zayıflama göstermez mi?
 
Faşist saray rejiminin yaşadığı yenilgiler elbete önemlidir. Ancak devrimci siyaset sürecin olumlu yönlerini ve imkanlarını görmek kadar tehlikelerine de işaret etmek ve uyarıcı olmak zorunda.
 
DEVRİMCİ DEMOKRATİK MÜCADELEDE ADRES SOKAKTIR
 
Seçim sonuçlarının ardından emekçi sol ve anti faşist kuvvetler bir dizi değerlendirmede bulundu. Ancak bunların arasında kimileri dikkat çekiciydi. Öyle ki, "24 Haziran'da oluşan demokratik ittifak ve ortaklığa bu seçimlerde ruh verildiğini" iddia edenler de çıktı, "demokrasi kuvvetlerinin zafer kazandığı" ve hatta "Gezi Direnişi ile Kürt Direnişi'nin sonunda buluştuğunu" söyleyenler dahi oldu.
 
Ancak ortada herhangi bir "demokratik kuvvet ya da demokratik ittifak" bulunmuyor. Böyle bir ittifak olabilmesi için HDP'nin dışında bir demokratik-ilerici siyasi partiye ihtiyaç vardır. Ancak CHP ilerici bir demokrasi kuvveti olmak bir yana burjuva demokrasisine sahip çıkmayacak kadar faşist rejime entegredir. Rejime karakterini veren bütün sömürgeci faşist politikaların onay vericisi fırsatını bulduğunda ise uygulayıcısıdır.
 
CHP, İstanbul için YSK usulsüzlüklerini sıralayıp AKP'ye itiraz ederken, Kürdistan'da faşist saray rejiminin hile ve hırsızlıklarına ses dahi çıkartmıyor. Mazbatası verilmeyen Kürdistan belediyelerinin adını anmıyor. Ve hatta kendisine İstanbul ve Ankara'yı kazandıran Kürt halkının ve demokrasi kuvvetlerinin hiç bir talebini dillendiremiyor. Aksini de yapamaz zaten. CHP'nin kendi bekasını gördüğü yer, bu seçimde kendisine alan açan demokratik kuvvetlerin en uzağıdır.
 
Bugün emekçi sol ve anti faşist kuvvetler içerisinde yer edinen en tehlikeli eğilim CHP'ye bel bağlayan görüş açısıdır. Bu kesimlerin başlıca amacı CHP'yi "sağa açılmaktan" vazgeçirmek. Onunla dirsek temasını koruyanlar, farkında olsun ya da olmasın CHP'ye ilişkin görüş ve beklentileriyle kendilerini  düzene bağlıyorlar. Bu zincirlerden rahatsız olduklarına dair herhangi bir emare de yok. Hele ki CHP'nin "başarı" koşullarında mevcut dirsek teması yedeklenmeye dönüşecektir. Bunun öncülüğünü Alper Taş ve ÖDP yapmış bulunuyor.
 
Üstelik 31 Mart'ta CHP'nin "sağa açılarak" başarı kazanması, bahsi geçen siyasal özneleri duraksatmışa da benzemiyor. Bunun tek anlamı Tayyip Erdoğan'ın demokratik bir alternatifinin olmadığı ve olamayacağının kabulünden başka bir şey değildir.
 
Ancak doğru okumak isteyen herkes için seçim sonuçları ve ardından yaşananlar tek bir şey söylüyor. Saray diktatörlüğüne karşı mücadelede adres sokaktır. Faşist saray rejiminine direnebilecek yegane güç devrimci demokratik cephedir. Bu gerçek açlık grevi direnişleri ve 1 Mayıs'ta kendisini bir kez daha ispatlayacaktır.