2 Nisan 2025 Çarşamba

Umut Demir yazdı | CHP'nin pasif protestoculuğu ve tüketim boykotunun anlattıkları 

CHP'nin "pasif protestoculuğu" bir sınıfsal tercihtir. "Tüketimden gelen gücünü kullan" önermesine ezilenlerin verebileceği tek bir cevap olabilir; "üretimden gelen gücünü" kullanmak. Sermayenin bir kısmına değil, tamamına zarar vermek ve faşist sermaye düzenini yıkmak!

19 Mart tarihinde Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptali ve ardından birçok İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanının İmamoğlu ile birlikte tutuklanması, Türkiye'nin birçok yerinde genel halk isyanına dönüştü. Bugüne ve geleceğe dair ezilen halklardaki bu uyanış ve direnme bilinci umutlanmaya dair nedenleri fazlasıyla sunmakta.

Genel halk isyanının toplumsal anlamda birçok farklı söylem ve varoluş nedenini de bir arada barındırdığı bir gerçek. Genel anlamda ezilenlerin faşist diktatörlük rejiminin dayattığı hukuksuzluk ve gasp edilen hakları başta olmak üzere; bir bütün ezilenlerin özgürlük talebi ve yoksulluğunun yakıcı yok edici etkileri; bir halkın isyana kalkışmasına sebebiyet verdi. Bu direnişin CHP kanadının, biriken halk öfkesinin yönünü değiştirebilmek adına çeşitli salvolar yaptığı da bir gerçek. Kitlenin Saraçhane'den Maltepe'ye çekilmesi ve iktidara yakın sermaye gruplarının marka ve ürünlerinin "boykotu" gibi durumlar buna verilebilecek başlıca örnekler. Uzun yıllardır sadece faşist şef Erdoğan ve onun iktidarının değişmesi gerektiği ve bunun yegane yolunun "seçim sandığı" olduğunu salık veren CHP liderleri ve yönetiminden ağızlar, mızrağın çuvala sığmadığı bir halk öfkesi ve isyanıyla karşı karşıya kalınca konuşma yaptığı otobüsün tepesinden direnen halk ve gençliğe "evinize dönün" çağrıları yapacak kadar acizleşti. Aynı şekilde isyanın büyüme ve somut bir durum olarak diktatörü koltuğundan etme ihtimaline karşı Ekrem İmamoğlu X hesabından polislere "övgü dolu" sözlerle seslendi ve halkta biriken, gözaltı ve tutuklamalar yoluyla gelişen faşizme karşı nefreti baskılamanın bir parçasına dönüştü.

Sürecin "pasif protestoculuğa" sıkıştırılması ve söylemin "Erdoğan karşıtlığı" üzerine kurulması; CHP'nin on yıllardır alışık olduğumuz kitleyi pasifize etme yöntemlerinin başında geliyor. Söylemlerinin hiçbirinde veya tersinden "dostlar alışverişte görsün" yaklaşımını aşmak istemeyen, bu yönüyle sermayeyi ve patronları hedef almayan CHP, konforlu ve ezilenlerin taleplerini indirgemeci bir popülizmin içine çekerken kendi temsil ettiği sermaye gruplarının da gönlünü hoş etmeyi başarıyordu. Ezilenler biriken öfkesini sokağa yönlendirmesin diye faşist diktatörlüğün dolaylı devamı için her defasında çözümün sokakta değil "sandıkta" olduğu manipülasyonuna başvuruyor ve ezilenlerin öfkesinin sokakta, fiili meşru mücadele hattında ilerlemesinin önünde bir muhalefet engeli olarak bekliyordu. Türkiye'nin batısının ezilenler cephesinde uzun yıllara varan kitlesellik anlamındaki sessizliği; reformist sol-sosyalist hareketlerde de geniş bir umutsuzluk ikliminin yayılmasına vesile oldu ve birçoğu kurucu akıl ve resmi ideolojinin tescilli temsilcisi olan CHP'nin arkasında dizilmekte bir beis görmediler. Bu tercihlerinin başında Kürt özgürlük hareketinin verdiği tarihsel mücadeleye, histerik bir sosyalşovenizmle karşılık vermeleri ve reformizmin faşizmle hesaplaşmadaki cüret eksikliği başlıca neden olarak sayılabilir. Dolayısıyla ciddi bir blok, popülist pasif protestoculuğu aşamayan politikaların ve amacına ulaşma imkanı olmayan pratiklerin esiri olmayı bilinçli bir şekilde tercih etti ve sermayenin muhalefet temsilcisi CHP'nin dolaylı ittifakı olarak kitlelerin pasifize edilmesinde taşeronluk görevini üstlendiler.

CHP'nin "tüketimden gelen gücümüzü kullanacağız" diyerek öncülüğünü yaptığı iktidara yakın şirket ve kanalları boykot çağrısı; hem AKP hem de halk isyanına katılan kitleler tarafından şu an için sahiplenilmiş durumda. AKP gençlik kolları ve faşist iktidarın vekil ve bakanları yaptıkları ziyaretlerle ve boykot listesini açıklayan internet sitelerini kapatarak tepkilerin ve boykotun yaygınlaşmasını bilinçli şekilde sağladı. Bu boykotun tersinden sahiplenilmesinin faşist AKP iktidarı için iki nedeni var; birincisi AKP tabanını sokakta ve sosyal medyada görünür kılacak muazzam bir araç bulmanın yolunu CHP sundu, ikincisi bu boykot hiçbir şekilde sermayenin ve burjuvazinin genel birikim ve üretimini sekteye uğratmayacak bir yöntem yarattı. Dolayısıyla en zararsız "kitle tepkisinin" yolu, yöntemi tam da bu boykottur. "Yerli ve milli araba ve savaş uçağı" üreten, 7 ayrı kıtaya hükmeden yüzde yüz yerli sermaye olan "milli şirketler" söylemi, milliyetçi histerinin harekete geçmesini sağlıyor ve kendi oy tabanında da net bir kafa karışıklı yaratarak faşist AKP bloğunun kendisini örgütlemesinin bir aracına dönüşüyor.

CHP'nin "tüketimden gelen gücü kullandığı" boykotu; yüzde 60'ı açlık, yüzde 98'i açlık ve yoksulluk sınırında olan bir ülke için ne kadar geçerli olabilir? En esnek ve güvencesiz işlerde çalışan, maaşlarının alım gücü süper karlar karşısında günden güne eriyen bir halk, neyin boykotunu yapsın? Mehmet Şimşek programıyla tüm hakları ve ücret talepleri ellerinden alınan ezilenler, halihazırda ne kadar tüketebilir mesela? Şok, Bim, A101'den temel tüketim malzemeleri ve gıdasını almakta olan bir halk, sanki önünde başka bir tercih varmış gibi nereye gidip alışveriş yapsın? Üniversiteli gençlik sanki kitap alabiliyor, teknolojiye istediği şekilde erişimi varmış gibi teknoloji marketleri ve kitapevleri arasında nasıl bir tercihte bulunsun… CHP'nin "pasif protestoculuğu" bir sınıfsal tercihtir. "Tüketimden gelen gücünü kullan" önermesine ezilenlerin verebileceği tek bir cevap olabilir; "üretimden gelen gücünü" kullanmak. Sermayenin bir kısmına değil, tamamına zarar vermek ve faşist sermaye düzenini yıkmak!

Türkiye'deki büyüme modeli ucuz iş gücüne dayanır. Dolayısıyla ucuz emek ve dünya pazarı için düşük teknolojili, kol gücüne dayalı sektörlerdeki ihracat ve karlılık düzeyi dünya ortalamasının altında bir modellemedir. Mehmet Şimşek'in Orta Vadeli Programı bu formasyona göre hazırlanmıştır. Başlıca destekçileri TÜSİAD-MÜSİAD ve onların siyasal temsilcileri CHP ve AKP'dir. Devlet bloğunun sermaye kanadının iki farklı kesiminin temsilcisi olan bu iki düzen partisi; dönem dönem çıkarları çatıştığı için karşı karşıya geliyormuş gibi yapsalar da, ortaklaştıkları yegane nokta işçi sınıfı ve ezilenlerin sömürülmesidir. Eylemlerinin durduğu ve harekete geçtiği nokta da bu yönüyle sermayenin dolaylı çıkarına hizmet üzerine kuruludur. Faşizmin tahsisi noktasında da şirket ve devlet işbirliği yegane temeldir.

Bu sebeple faşizme karşı mücadelede CHP gibi düzen partilerinin halk isyanlarını pasifize eden politikalarına bel bağlamamak gerekir. Gerçek çözüm, ezilenlerin kendi bağımsız örgütlülüğünü ve politik hattını, kitlenin ilerici talepleriyle birleştirip inşa etmesidir. 19 Mart genel halk isyanının ortaya koyduğu enerji ve öfke, düzen partilerinin sınırları içinde eritilmeden, doğrudan devrimci sosyalist bir hatta yönlendirilmelidir. Ne CHP'nin pasif protestoculuğuna, ne de faşizmin baskılarına teslim olunabilir. Ezilenlerin birleşik mücadelesi, özgürlüğün ve kurtuluşun tek yoludur.