21 Kasım 2024 Perşembe

Türkiye Libya'da oyunu büyütebilir mi?

Libya'da Hefter'in savaş açtığı Trablus cephesinin umudu Türkiye. Trablus hükümetinin BM tarafından tanınmış olması eldeki yegane koz ama Türkiye'nin iddialı çıkışlarıyla dengeleri değiştirmesi zor.
Türkiye açısından jeostratejik maceralar için çok da uygun zaman değil. Başkanlık sistemine geçişten sonra yaşanan yönetim karmaşası, ciddi boyutlarda ekonomik bozulma, 31 Mart yerel seçim sonrası artan iç gerilimler Türkiye'nin iç sorunlarına odaklanmasını gerektiriyor. Ancak Suriye'deki çıkmaza ilaveten Sudan'da Ömer El Beşir'in devrilmesiyle "Kaybedenler Kulübü"ne giren Türkiye şu sıralar artan oranda Libya'daki krize yelken açıyor.
 
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır'ın desteğiyle ülkenin üçte ikisini kontrolü altına alan Libya Ulusal Ordusu Komutanı Mareşal Halife Hefter'in Trablus'u ele geçirmek üzere 4 Nisan'da başlattığı harekâtın ardından dikkatler bir kez daha Türkiye'ye çevrildi. Trablus'ta Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı örgütlerin desteklediği Faiz El Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti, Türkiye'ye büyük umutlar bağlıyor. Trablus'u savunmak için "Öfke Volkanı" (Burkan El Gadab) adıyla operasyon başlatan Serrac, 28 Nisan'da telefonla görüştüğü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan destek istedi.
 
Erdoğan da topa iddialı girdi: "Libyalı kardeşlerimizin yanında dimdik duracağız. Libya'yı yeni bir Suriye'ye dönüştürmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmak için tüm imkânlarımızı seferber edeceğiz."
 
Bölgenin huzurunu hedef alan karanlık senaryoların sahnelendiğini savunan Erdoğan, Serrac hükümetini "meşruiyetini halktan alan yönetim" diye sahiplenirken Hefter'i "Avrupa ve kimi Arap ülkelerinin desteklediği bir diktatör" olarak niteledi. Serrac-Erdoğan görüşmesinden bir gün sonra işbirliğinin detaylarını konuşmak üzere Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa Ankara'daydı. Aktarılan bilgiye göre savunma ve güvenlik anlaşmalarını hayata geçirmenin yolları görüşüldü. Erdoğan, 19 Nisan'da da İslamcıların ağırlıkta olduğu Trablus merkezli Yüksek Devlet Konseyi'nin başkanı Halid El Meşri'yi kabul etmişti.
 
Erdoğan Libya'da karanlık senaryolardan bahsediyor ama Türkiye 2011'den beri bu senaryoların zaten içinde. Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne arka çıkanlar, Hefter'i Libya'nın tek hâkimi yapmak amacıyla oluşturulan koalisyona dikkat çekiyor: Suudi Arabistan mali kaynak, BAE silah ve insansız uçak ve Mısır savaş uçağıyla destek sağlarken Fransa askeri danışmanlarıyla operasyonda yer alıyor.
 
ABD Başkanı Donald Trump'ın da 15 Nisan'da Hefter'le telefonda görüşmesi Trablus cenahını sarstı. Beyaz Saray'ın "Başkan, Hefter'in terörle mücadele ve petrol kaynaklarını korumadaki rolünü takdir etti. İkili, Libya'nın istikrarlı bir demokratik siyasal sisteme geçişi için ortak bir vizyonu ele aldı" açıklaması, Hefter'den yana bu zamana kadarki en net tutumdu.
 
Çad'la savaşta esir düştükten sonra ABD'ye transferi sağlanan ve burada CIA ile yakın mesai içinde 20 yıl geçiren Hefter'in sicili dikkate alındığında bu destek şaşırtıcı sayılmaz. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun 8 Nisan'da sarf ettiği "Hefter güçlerinin saldırısına karşı olduğumuzu açıkça söyledik ve askeri operasyonların derhal durması çağrısında bulunuyoruz" sözleri de Trump-Hefter diyaloğuyla birlikte anlamını yitirdi.
 
Katar ve Türkiye, Trablus'taki güçlere aleni ya da örtülü destekle rakip ekseni oluştururken, Avrupa'dan İtalya da müstakbel çıkarları için bu kanada yatırım yapıyor. Sömürgecilere karşı bir direniş ikonu olarak Ömer Muhtar metaforunu çok kullanan Türkiye, bölge tipik bir Roma-Paris kapışmasına sahne olurken, imparatorluk döneminde Libya'yı kaptırdığı İtalyanlarla aynı takımda oynuyor.
 
Türkiye'nin en önemli kozu Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin BM tarafından tanınmış olması. Fakat karşı tarafın suçlamaları ve yürüttüğü kampanya da Türkiye'nin meşruiyet argümanını bastırıyor. Hefter güçleri ve Tobruk merkezli hükümet daha önce defalarca Türkiye'yi Libya'ya silah sevk etmekle itham etti.
 
Ocak 2013'te Türkiye'den Libya'ya giderken fırtınaya yakalanıp Yunanistan sahiline demir atan bir gemide Türkiye'den yüklenmiş silahlar bulunmuştu. Aralık 2014'te Mısır'ın durdurduğu bir gemide silahlar bulunmuştu. Ağustos 2014'te Hefter, Türkiye'den Derne'ye giden bir geminin silah taşıdığını öne sürüp vurulmasını emretmişti. Aralık 2014'te Mısrata limanına yanaşan bir Kore gemisinde bulunan silahlar da Türkiye'den yüklenmişti. Yunanistan Eylül 2015'te İskenderun'dan mühimmat yüklenen bir gemiye el koymuştu. Türkiye, Sudan üzerinden de silah sokmakla itham ediliyordu. 19 Kasım 2017'de mühimmat dolu 29 konteynırla Mersin'den yola çıkan bir gemi 23 Kasım'da Port Said'de durduruldu. 18 Aralık 2018'de silah yüklü bir gemi Trablus'un 100 kilometre doğusunda Khoms limanında yakalandı. Benina gümrüğündeki yetkililerin resmi açıklamasına göre gemide 3 bin adet Türk yapımı tabancanın yanı sıra av tüfeği ve patlayıcı bulundu. Aynı limanda bir gün önce yakalanan bir gemide ise Türk yapımı 2.5 milyon merminin bulunduğu öne sürüldü.
 
22 Aralık'ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Trablus'a gittiğinde bu mesele gündeme gelmiş ve ortak soruşturma yürütülmesi kararlaştırılmıştı. Çavuşoğlu silah sevkıyatının Türkiye'nin resmi politikasıyla bağdaşmadığını söylemişti. BM'nin silah ambargosunu denetleme komitesinin Güvenlik Konseyi'ne 5 Eylül 2018'de sunduğu raporda da BAE ve Türkiye'nin Libya'ya silah sevk ettiği tescillenmişti.
 
Türkiye'ye yönelik suçlamalar Hefter'in Trablus seferine paralel yeniden başladı. Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmet El Mismari, Twitter hesabından, Türkiye'nin İslam Devleti'ni (İD) desteklediğine dair ellerinde belgeler olduğunu iddia ederek "Trablus'ta uluslararası tanınmış terörist grup El Kaide ile savaşıyoruz" dedi.
 
Sürekli olarak "Türkiye teröristlere silah sağlamaya devam ediyor" minvalinde mesajlar paylaşan Mismari, 19 Nisan'daki basın toplantısında da Türkiye'nin Suriye'den Libya'ya Nusra militanlarını gönderdiğini ve teröristlere insansız hava aracı temin ettiğini önü sürdü. Türkiye'nin teröristlere desteklediği iddiasına kanıt olarak Libya'da yakalanan iki Türk vatandaşının pasaport fotoğrafları medyaya dağıtıldı.
 
Bu kampanyanın tutunduğu somut şeyler olmakla birlikte Türkiye'nin rolünü terör destekçiliğine indirgemekteki amacın Ankara'yı uzaklaştırıp Trablus hükümetini yalnızlaştırmak olduğu görülüyor. Ne tür bir alışverişe dayandığını bilmediğimiz silah sevkiyatı bir kenara Türkiye'nin, Trablus hükümetinden yana politikasıyla Libya'daki dengeyi değiştirmesi de zor görünüyor.
 
Türk hükümeti yetkilileri son haftalarda ABD, Rusya ve AB ülkeleriyle temaslarda Hefter'in operasyonuyla rafa kalkan BM Özel Temsilcisi Ghassan Salame'nin yol haritasına dönülmesi konusunda destek istedi. Fakat bu girişimlerden somut bir şey çıkmadı. Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin BM tarafından tanınmış olması yeni gelişmeler ışığında önemini yitiriyor. Neticede Avrupa Birliği, Arap Birliği ve BM Güvenlik Konseyi'nde Hefter'in başarısına oynayan aktörler çoğunlukta.
 
Arap Birliği'nde Trablus'u düşürmesi halinde Hefter'in yeni meşru lider olarak tanınması yönünde bir eğilimden söz ediliyor. BM Güvenlik Konseyi, Libya'da saldırıların durması yönünde bir çağrı yapsa da Hefter'i köşeye sıkıştıracak herhangi bir tasarıya şans tanımıyor. ABD ve Rusya 19 Nisan'da Britanya'nın sunduğu tasarıyı veto ederek Hefter'den yana olduklarını belli etti.
 
Hefter'in Müslüman Kardeşler'le savaştığına dair argümanı Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn, Ürdün'ün yer aldığı eksende ne kadar heyecan yaratıyorsa El Kaide ve İD ile savaş söylemi de Avrupa Birliği'nde o kadar karşılık buluyor.
 
Mısır komşu ülke olarak istikrarsızlığın sınırlara yansımasından hareketle artık daha fazla müdahil olma hakkını kendinde görüyor. Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi'nin 9 Nisan'da Beyaz Saray'da ağırlanmasının ardından Müslüman Kardeşler'i terör örgütleri listesine alma önerisini değerlendiren Trump yönetiminin bölgeye ilişkin geliştirdiği refleksler özellikle Suud-BAE ikilisinin izlediği politikalarla çakışıyor.
 
Fransa da 11 Nisan'da saldırılardan Hefter'i sorumlu tutan bir açıklamanın AB'den çıkmasını engelledi. Libya'da Türkiye ile ortaklaşan Katar'ın rolü ve etkisi de ziyadesiyle geriletildi. Türkiye'nin Libya'da "görünmez" ortağı Ömer El Beşir de devrilmesinin ardından denklemden çıktı.
 
Bütün bu faktörler Türkiye açısından Libya'da olası bir başarıdan bahsetmeyi güçleştiriyor. Türkiye'nin desteklediği güçler, Trablus ve Mısrata'da tutunmayı başarsa bile petrol sahalarının bulunduğu güney ve doğuda aşiretlerle anlaşan ve 2011'de dağılan Libya ordusunun askerlerini yanına çeken Hefter'i Tobruk ve Bingazi'ye geri göndermeleri bu saatten sonra hayli cılız bir senaryo. Ayrıca çatışan taraflardan biriyle saf tutan bir yaklaşım nedeniyle de Hefter güçlerinin kazanması halinde Türkiye Libya defterini tamamen kapatmak durumunda kalabilir. Hâlbuki 2011'de Libya'da 19 milyar dolar değerindeki inşaat projelerini bırakmak zorunda kalan Türk şirketleri daha güçlü bir şekilde dönmenin hayalini kuruyor.