Tuncel: Kobanê kumpas davası bitmedi, tutsakların sesi olalım
Sosyalist hareket ile Kürt özgürlük hareketinin birleşik demokratik mücadelesini hedefleyen Kobanê kumpas davasından çıkan kararı değerlendiren Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, Kürtlere sömürge hukuku uygulandığını söyledi. Kürt ulusuna yönelik inkar, imha, asimilasyon saldırılarının bir politika olarak TC'nin kurulduğu günden bu yana uygulandığını vurgulayan Tuncel, Kobanê kumpas davasının Kürtlerle sosyalistlerin bağını koparmayı hedeflediğine dikkat çekti. HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın savunmasında Kürt halkıyla birlikte mücadeleyi görev olarak tanımlamasının önemine işaret eden Tuncel, davanın hala bitmediğini hatırlatarak tutsakların sesi olma çağrısı yaptı.
Kürt ulusu ile sosyalistlerin demokratik mücadele cephesi olan Halkların Demokrasi Partisi'ne (HDP) yönelen en büyük saldırganlıktan biri olan Kobanê kumpas davası kısa bir süre önce sonuçlandı. HDP'nin Eş Genel Başkanlığını yaptıkları dönemde vekillikleri düşürülen Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu çok sayıdaki HDP'li siyasetçi 2016 yılının sonunda gözaltına alındı ve tutuklandı.
Kobanê'nin düşmemesinin, Rojava devriminin sürmesinin intikamı olan Kobanê kumpas davası, 6-8 Ekim Kobanê direnişi sürecinde HDP'nin attığı bir twite dayandırıldı. Çoğunluğu Kobanê direnişinde devletin saldırısında katledilen HDP'lilerin oluşturduğu 38 kişinin katledilmesinden sorumlu tutulan 108 siyasetçinin yargılandığı davada, aralarında sosyalistler ve Kürt özgürlük hareketinden siyasetçilerin bulunduğu 22 kişiye hapis cezası verildi. Dava kapsamında halen 13 siyasetçi tutsak.
Karar duruşmasında 12 yıl ceza verilerek tahliye edilen Sebahat Tuncel ile Kobanê kumpas davasını, neler yapılması gerektiğini konuştuk. Tuncel'in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
KÜRTLERE SÖMÜRGE HUKUKU UYGULANIYOR
Kürt siyasetine yönelik bu zamana kadar 49'lar, DEP'liler, KCK, Öcalan, Kobanê gibi çok sayıda dava açıldı. Devlet bu davalarla neyi amaçlıyor?
Kürtlerin Türkiye siyaset tarihinde yargı mekanizmasıyla ilişkisi tarihsel. Devlet yargıyı her zaman Kürtlere karşı siyasal araç olarak kullanmış. 49'lar, DEP'liler, sayın Öcalan'ın Türkiye'ye getirildikten sonraki dava, Kobanê kumpas davası, siyasi soykırım davası dediğimiz KCK operasyonlarına baktığımızda hepsi dönem davası aynı zamanda. Devletin yargı eliyle Kürt siyasetini baskı altına alma, maniple etme, toplumsal bağını koparma araçlarından biri. Burada Kürtlere karşı sömürge hukuku diyebileceğimiz ikili bir hukuk devreye giriyor. Kürtlerin demokratik siyaset alanında yaptığı her türlü faaliyet, örgütlenme kriminalize ediliyor, suç kapsamına alınıyor. Bu bir strateji. Birkaç hakimin yanlış ya da keyfi yorumlaması meselesi değil.
İNKAR, İMHA, ASİMİLASYON POLİTİKASI BİR STRATEJİ
Yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, özellikle 1924'ten sonra Kürtlere karşı inkar, imha ve asimilasyon politikası bir strateji olarak uygulanıyor. 1925 Şark Islahat Planı gizli olarak hazırlanıyor ve uygulamaya konuluyor. Kürtlere karşı asimilasyon, savaş politikasının zemini. Cumhuriyeti Türkler ve Kürtler birlikte kuruyor. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde 1919'da Kürt siyasi hareketi de güçlü. Paris Konferansından Kürtler adına konuşan Şerif Paşa o dönem Ermenilerle anlaşıyor, hem Osmanlı adına hem Kürt Teali Cemiyeti adına temsilcidir. Oradaki anlaşma yok sayılıyor, sonra Sevr süreci var. Aslında Kürtler istese başka bir siyaset yapabilir. Ama Osmanlı'nın dağılış süreci, Cumhuriyetin kuruluş sürecinde birlikte yol almayı kendilerine görev ediniyorlar. İttihat Terakki Cemiyeti'nin kurucu üyelerinden ikisi Kürt. Biri Malatyalı biri Diyarbakırlı. Abdullah Cevdet ve İshak Sükuti. Daha sonra İttihat ve Terakki Kürtleri yok sayıyor ve Kürtlere karşı ideolojik, siyasi, ekonomik baskı politikası uyguluyor. Kürt aydınlarının birçoğu tutuklanıyor. Sonraki süreçte sürekli bir baskı politikasıyla karşı karşıya kalınıyor.
YARGI SİYASAL BİR ARAÇ
O yüzden yargı mekanizması hukuki bir araç değil her zaman siyasal bir araç olarak görev alıyor. Yargı mensupları AKP'nin militanı gibi kararlar alıyor. Son dönemlerde adalet talebi çok fazla. Çünkü Kürtlere karşı uygulanan hukuksuzluk, Kürtlerin dostlarına ve sonra da daha geniş bir kesime, iktidara laf söyleyenlere karşı da uygulandı. Türkiye'de adalete güven azaldı. Özellikle FETÖ tutuklamaları sürecinde 5 bin hakim, savcı tutuklandı. Biz o dönemde hakim, savcı, emniyet görevlilerinin suç pratiklerini, siyasi karar verdiklerini dile getiriyorduk. O siyasi kararları verenler bugün siyasi bir kararla kendileri cezaevinde. Şimdi yerine gelenler aynı şeyi devam ettiriyor. Demokratik hukuk düzenini hayata geçiren, uluslararası yasayı uygulayan yok. Kobanê kumpas davasında hem Figen Yüksekdağ, hem Selahattin Demirtaş arkadaşlarımız hakkında AİHM kararları var, ama uygulamıyor. Bu kararları uygulayıp beraat vermesi gerekirken ağır cezalar verip dosyayı kapattı. Bu bile yargının hala siyasal bir yerden baktığını gösteriyor.
49'lar, DEP'liler, KCK operasyonları, Kürt halk önderi sayın Öcalan'ın davası da siyasidir. KHK'ler de bunun bir parçası. Hepsi Türkiye siyasetini dizayn etmenin bir parçası. Kürt siyasi muhalefete, sosyalist muhalefete, kadın muhalefetine yönelik de bir baskı aracı olarak kullanılıyor.
ERDOĞAN'IN IŞİD'LE İŞBİRLİĞİ İNSANLARI ÖFKELENDİRDİ
Kobanê kumpas davası nasıl ve neden başladı?
O dönem Kürt halkı Kobanê'de IŞİD gibi insanlık suçu işleyen çetelere karşı mücadele ediyor, direniyor, bütün dünya Kürt halkının bu direnişini selamlarken Türkiye Kürtlere karşı IŞİD çetelerini, El Kaide gibi cihadist grupları desteklemekte hiçbir sorun görmedi. Bu insanları öfkelendirdi. Tayyip Erdoğan'ın "Kobanê düştü, düşecek" açıklamasının ardından toplumda daha büyük bir refleks ortaya çıktı ve bir dayanışma ile Kobanê özgürleşti. Bu süreçte HDP bir twet attı, ama zaten sokaklardaydı insanlar. Kobanê halkıyla dayanışıyordu.
HDP VE SOSYALİST HAREKET SÜRECİN DIŞINDA KALAMAZDI
HDP bunun dışında kalamazdı, diğer sosyalist hareketlerin de kalmadığı gibi. Türkiye'de insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden yana olan herkes, kadınlar, Aleviler, o süreçte IŞİD barbarlığına karşı Kürt halkıyla dayanışma içerisinde oldu. 6 yıl sonra o olaylar bahane edilerek Kobanê kumpas davasının açılması siyasal bir karardır.
Mahkeme süreçlerinde arkadaşlarımız da ifade etti; bu aslında çözüm sürecinin yargılamasıdır. O süreçte sayın Öcalan'la bir yandan diyalog süreci devam ediyordu. 2013-2015 yılları arasında. Yani Kobanê olayları olduğunda da devam ediyordu. Bir grup HDP milletvekili arkadaşımız İmralı'ya gidiyordu, devletle görüşmeler yapıyordu.
ÇÖKTÜRME PLANI TASFİYEYİ AMAÇLIYORDU
1925 Şark Islahat Planına benzer bir plan 2014 son MGK toplantısında "çöktürme planı" denilerek karar altına alındı. Devletin Kürt sorununu çözmek yerine tasfiye etmeyi amaçladığı ortaya çıkıyor bu belgeyle. O zaman milletvekili arkadaşlarımız bu belgeye ilişkin soru önergesi verdiğinde yalanlanmadı bu belge. 10 bin insanın ölümü, 15 bin kişinin tutuklanması, 10 binlerce insanın yerinden edilmesinin simülasyonu yapılmış o dönem. 2016'da özyönetim sürecinde devletin çatışmayı derinleştirmek istediği net ortaya çıkıyor. Rojava'daki gelişmeleri bahane ederek Kürtler Türkiye'de de özerklik ilan etmek istediler söylemleri AKP'nin kendi gizli planını gizlemeyi amaçlıyordu.
KÜRTLERİN ÇOĞUNLUĞU ÜNİTER YAPI İÇİNDE DEMOKRATİK ÇÖZÜM ÖNERİYOR
En çok tartışılan konu Kürtlerin kaderini tayin hakkı. Dört parçaya bölünmüş Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı kapsamındaki tartışmalara ilişkin neler söylemek istersin?
Dünyanın bütün halklarının kendi kaderini tayin hakkı olduğu gibi tabii ki Kürtlerin de kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Ama Türkiye'deki Kürtlerin büyük bir kesimi, demokratik özerk yönetimi, Türkiye'nin üniter yapısı içerisinde demokratik bir çözümü öneriyor. Birlikte yaşam modeli olarak sunuyor. Tabii ki bağımsızlık isteyen de var, federatif bir yönetim isteyen de var. Sonuçta Kürtler de yekpare değil. Kürtler de sınıflı bir halk gerçeğini yaşıyor.
Ama çoğunluğun, Kürtlerle sosyalistlerin birleşik mücadele partisi olan HDP'ye oy veren milyonların desteklediği bu proje. Devlet bunu sabote etmek istiyor. Bir arada yaşam iradesi Kürtlerin varlığını, kimliğini, kültürünü tanımaktan geçer. Sorun bunu reddetmekten kaynaklı.
TC'Yİ KURANLAR KÜRTLERE İHANET ETTİ
Cumhuriyetin kuruluşunda da Mustafa Kemal Kürtlerle ittifak yapmadan savaşı kazanamayacağını görüyor ve Kürtlere muhtariyet sözü veriyor. Osmanlı'nın son süreçlerinde de Osmanlı ile İttihat Terakki arasında bir anlaşma imzalanıyor Kürtlere özerklik verileceğine dair. Ama sonra Türkiye Cumhuriyetini kuranlar Kürtlere ihanet ediliyor, verdikleri sözü tutmuyorlar. Sorun da buradan çıkıyor. Devletin "Kürtler ayrılacaklar", "bölmek istiyorlar" yaklaşımı gerçekçi değil. Asıl bu ülkeyi bölen, kutuplaştıran devletin inkar, imha ve asimilasyon politikasıdır.
KÜRTLERİN STATÜ ELDE ETMESİ ENGELLENMEK İSTENİYOR
AKP-MHP-Ergenekon ittifakı da devletin bu geleneksel yaklaşımını güncelliyor. Cumhuriyetin 100. yılında sistem ekonomik, siyasi olarak krize girmiş durumda. Bu krizin temel nedeni de Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesinden bağımsız değil. Kürtler, ben başka bir halkım, dilimi, kültürümü, kimliğimi özgürce yaşamak istiyorum, bunun güvence altına alınmasını istiyorum, bu Türkiye'nin üniter yapısı içinde de çözümlenebilir diyor. Kürtler sadece Türkiye'de yaşamıyor, İran, Irak, Suriye'de de yaşıyor. Rojava devrimi başka koşullarda yaşandı. Orada da Kürt halkı kendi kendini yönetmek istiyor. Türkiye sadece Türkiye'deki Kürtleri değil, Rojava'yı kendine tehdit olarak görüyor, Irak Kürdistan'ına yönelik işgal politikalarını KDP'le ilişki kurarak yapıyor. Hatırlarsanız KDP bir referandum yaptı Kürtlerin bağımsızlığı için ilk karşı çıkan Türkiye oldu. Yani ilişki geliştiriyor KDP'le ama esasta Kürtlerin bir statü elde etmesini engellemek istiyor. Bütün kavga bu. O yüzden cihatçı grupları, IŞİD'i, El Kaide'yi desteklemekte bir sakınca görmüyor.
KÜRTLERLE SOSYALİSTLERİN BAĞINI KOPARMAYI AMAÇLIYORLAR
Kürt siyaseti ve sosyalistlerin yan yana gelerek kurduğu HDP'ye yönelik bu dava kapsamında çok sayıda sosyalist tutuklandı, ceza aldı. Kürt siyaseti ve sosyalistlerin yan yana gelişi bakımından burada amaçlanan ne?
HDP'ye yönelik atılan tweti bahane ederek açılan dava, sosyalistlerle Kürtlerin, demokrasi güçleriyle Kürtlerin kurduğu bağı koparmayı amaçlıyor.
HDP aynı zamanda bir müzakere partisi. Kurumsal olarak eşbaşkanlarından milletvekillerine herkes müzakere sürecinin başarıya ulaşması için mücadele etti. Toplumda yaşayan farklı kimlikleri, inançları, kültürleri bir arada yaşaması için kendi içinde demokratik bir sistem kurup, aynı zamanda devletle de barış mücadelesini gerçekleştirmek için kuruldu. Toplumda da büyük başarı elde etti. Devlet bundan korktu, o yüzden kriminalize etmeye çalıştı.
Kobanê kumpas davasında sosyalistler ve Kürt siyasi hareketi devletin ne yapmak istediğini çok iyi gördü. Yargı eliyle Kürt siyasetini baskı altına alma, itibarsızlaştırma -adam öldürme, hırsızlık, yağma, talan gibi- iddiaları koydular dosyaya. 38 kez ağırlaştırılmış müebbet, binlerce yıl cezadan bahsediyorsunuz. Hiçbir HDP'linin bunu yapmayacağını bildiğiniz halde. Bu bir itibarsızlaştırma politikasıydı. Dava sonucunda bütün bunlardan beraat ettik. Bu iddiaların hiçbirinin gerçek olmadığı kararda da açığa çıktı. Eşbaşkanlarımızın yaptığı konuşma, açıklama, miting, toplantılar suç kabul edildi. Cezalar buradan verildi.
3 yıllık mahkeme sürecinde hem sosyalistler hem Kürt siyasi hareketi olarak bütün bunları teşhir ettik. Ahmet Altun'un ısmarlama bir dosya hazırladığı net olarak ortaya çıktı. Dava dosyasında unutulan belgelerde de bunun bir kumpas davası olduğu, emniyetin talimatıyla hazırlandığı ortaya çıktı.
FİGEN BAŞKANIN KÜRT HALKIYLA BİRLİKTE MÜCADELEYİ GÖREV OLARAK TARİFLEMESİ ÇOK KIYMETLİ
Sosyalistlerle Kürtlerin kurduğu ilişki açısından sevgili Figen yoldaşın mahkemede yaptığı savunmayı çok kıymetli buluyorum. Davanın başından beri çok güçlü bir kadın direnişi vardı. Bizler onları yargıladık.
Davayı dönem davası olarak tanımladık. Barış sürecini, Türkiye'de halkların özgürlüğüne ve eşitliğine dayalı demokratik bir sistem, demokratik cumhuriyet inşa edeceksek, bu ancak Kürtlerin özgürlüğünden geçer. Kürtlerin özgürlüğünü sağlayabilmek için Kürt halkının mücadelesiyle dayanışmak, onu yükseltmek, birlikte mücadeleyi büyütmek de sosyalistlerin en temel sorumluluklarından bir tanesi. Bunu dayanışma olarak değil görev olarak görmek gerekir. Figen yoldaşın savunmasındaki en önemli şey buydu. Neden bir sosyalist olarak HDP'de görev aldığını ifade etti. Aynı zamanda neden sosyalistler bugün Kürtlerle birlikte mücadele etmek durumunda, -bu geçmiş bir durum değil- bunu anlattı.
SOSYALİSTLER 2014'TE DE ROJAVA DEVRİMİNDE DE KÜRTLERLE YAN YANA
2014 yılında da sosyalistler Kürtlerle birlikteydi, Rojava devriminde de yan yanaydı. Şimdi de faşizm koşullarında Kürtlere uygulanan baskı, zor politikalarında da sosyalistler Kürtlerle birlikte, Kürt halkının özgürlüğü konusunda da sorumluluk sahibi olarak davrandı. Bunu çok güzel ifade etti. Mahkemedeki duruş da bunu çok iyi yansıttı. Sadece Figen başkan değil, Günay hoca da, Bülent de, Alp de, Bircan da çok net olarak kendi durdukları noktada neden HDP siyasetinin, programının, tüzüğünün savunulması gerektiğini iyi ifade etti.
BU DAVA BİTMEDİ DEVAM EDİYOR
Dava sırasında da ifade ettim. Devletin bütün kurumları Kürtlere karşı. Tüm kurumları müdahil olmuştu. Bu ilk kez yaşanıyor. Aslında bu bir tavrı gösteriyor. Dava sonucu bizim haklı olduğumuzu gösterdi. Bu dava devam ediyor, bitmiş bir dava değil. İstinaf ve Yargıtay süreci var. Arkadaşlarımıza haksız ve hukuksuz ağır cezalar verildi. Siyaset yapmak bir haksa Kürtler de, sosyalistler de, feministler de bu hakkı kullandığı için cezalandırılamaz. Miting, yürüyüş, açıklama yaptığı için yargılanamaz. Figen ve Selahattin başkan şahsında ağır cezalar verilmesi demokratik siyasetin cezalandırılmasına yöneliktir. Buna hayır denilmesi gerekir. Buna sadece davada yargılananlar olarak biz değil, Türkiye demokrasi güçlerinin hayır demesi gerekiyor.
SON SÖZÜMÜZÜ SÖYLEMEDİK
Peki ne yapılması gerekiyor?
Son sözümüzü sorduklarında biz son sözümüzü söylemediğimizi söyledik. Ezilenler, emekçiler, kadınlar olarak son sözümü söylemedik. Mücadele devam ediyor. Mücadeleyi her alanda devam ettireceğiz. Arkadaşlarımız zindanda devam ettiriyor, biz de dışarıda onların sesine ses olmaya çalışacağız.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ YÜKSELTELİM
Yapılması gereken bu ülkeyi demokrasiye, özgürlüklere, hukuka uymaya davet etmek. Kayyum ve İmralı işkence rejimi, Kobanê davasında verilen ağır cezalar, demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, hukukun keyfiliğiyle alakalı. Herkesin buna itiraz etmesi, devleti kendi hukukuna uymaya davet etmesi önemli konulardan biri. Diğeri mücadeledir. Demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmek gerekir.
Kobanê kumpas davasının ortaya çıkardığı haksızlıkları ortadan kaldırmak için herkesin arkadaşlarımızın sesine ses katması gerekiyor.
BİZDEN ÇALINAN YILLARIN HESABINI KİM VERECEK
Bu dava süreci aynı zamanda yoldaşlarımızın özgürlük hakkını elinden aldığı gibi, bu süreçte arkadaşlarımız en sevdiklerini kaybetti, aileleriyle yaşayacakları en güzel anları kaçırdı. Mesela Aysel arkadaşımız yaşadıkları gibi. En temel insani hak olan özgürlük hakkının gasp edilmesi, yaşanabilecek acı, güzel neyse yaşayabileceklerimizi de elimizden alınmasına neden oldu. Çoğu zaman teknik bir mesele olarak bakıyoruz buna. Hayat mahkeme salonundan ibaret değil. Bizlerden çalınan yılların hesabını kim verecek. Dışarıdaki arkadaşlarımız kendi yaşadıkları 7,5 yıllık sürece dönüp baksalar, cezaevindekilerin yaşayamadıkları ile empati kurabilirler.
HUKUKSUZLUĞU GİDERMEK İÇİN ÊDÎ BESE DİYELİM
Tabii ki hukuksuzluk sadece bizim dosyayla sınırlı değil. Gezi dosyası en çok konuşulan dosyalardan biri. Başka bir sürü dosya var. Bu hukuksuzluğu gidermenin yolu harekete geçmek, êdî bese demek, onaylamamak, sessiz kalmamak. Bunun çeşitli yol yöntemleri var.
Devlet bir korku cumhuriyeti yaratmış, kimse kendi görüşünü özgürce ifade edemiyor. Bu korku cumhuriyetine teslim olmak demek bu sistemin sürmesi demek. Bu sistem herkesi açlığa, yoksulluğa mahkum ediyor. Türkiye mafya cumhuriyetine dönüştürdü. Hukuk, adalet yok. Şiddet toplumsallaştı, sadece kadınların yaşamını etkilemiyor. Şiddet toplumsal yaşamın parçası haline geldi. Bunlardan çıkmanın yolu demokratik hukuk düzenini kurmak. Bunun için herkesin sorumluluk üstlenmesi gerekir.
ÖZGÜRLÜKLERE SAHİP ÇIKAN HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VAR
Ben durduğum yerden şu ana kadar kadın mücadelesi, insan hakları, sosyalist mücadele vermiş bir Kürt siyasetçi olarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bunları yapabilmek için yetkimizin olmasına gerek yok. Tek yetki insan olma irademizdir. İnsan onuruna, demokrasi ve özgürlüklere sahip çıkacaksak herkesin mutlaka yapabileceği bir şey vardır.