24 Kasım 2024 Pazar

Tuncay Yılmaz'a gecikmiş bir yanıt

ESP, seçimlerde de şeflik rejimine karşı "mücadelenin parçası"ydı. Hem de etkin bir parçasıydı. Faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin büyütülmesi için tüm gücüyle çalıştı. Ama şunu da vurgulamak zorundayız: Antifaşist kitleleri CHP'nin önderliğindeki Millet İttifakının peşine takacak bir taktik, devrimci stratejiye bağlanmamıştır. Bu, reformist bile denemeyecek bir stratejiye daha şimdiden rıza vermek, kredi açmak anlamına gelir.

Tuncay Yılmaz 23 Haziran'dan önce siyasihaber.org'da, "TKP, ESP ve Devrimci Parti'nin seçim tavrı: Politikasızlığın politikası!"* başlıklı bir eleştiri yazdı. Ve tartışması yanıtsız kaldı. Gecikmiş olmasına karşın tartışılması ve yanıtlanması hala anlamlı ve işlevli görünüyor. Çünkü "sorun" yalnızca 31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle sınırlı değil. Ondan da önce burada, Yılmaz'ın değinme gereksinimi duymadığı taktiğe öngelen bir strateji sorunuyla karşı karşıyayız.

Öncelikle, bazı siyasi gerçeklerin altını çizerek hatırlamakta yarar var.

Denebilir ki, ESP geleneği emekçi sol hareketin tarihinin 74-80 ilkesiz bölünmeler (ya da ilkesiz ayrılıkçılık) döneminde oluşan cepheleşme yeteneksizliği ve iktidar perspektifi kaybına karşı mücadele içerisinde var oldu. Süregelen cepheleşme çabaları 2011'den itibaren HDK'nin oluşum süreciyle yeni bir düzeye yükseldi. ESP, bütün aşamalarında ve her yönüyle etkin bir şekilde HDK'nin ve HDP'nin kuruluş sürecinde yer aldı, hatta başında yürüyenlerden oldu. HDK/HDP'nin egemen sınıfların iki cephesi karşısında üçüncü cephe olarak gelişimi için kararlılık ve özveriyle her düzeyde sorumluluk alarak çalıştı. Cephesel bir yapılanma olduğu içindir ki, elbette bileşenleri arasında farklılıklar vardı veya süreç içerisinde farklılıkların açığa çıkması da yadırganacak bir şey değildi. Ancak vurgulamalıyız ki, HDK/HDP üçüncü cephe, halkçı demokratik cephe stratejisi üzerinde var oldu.
 
HDP EŞİT BİR İLİŞKİ KURMALIYDI
HDK/HDP'yi var eden üçüncü cephe siyaseti, 7 Haziran 2015 seçimlerinde %13.1 oy aldı; hitap ettiği kitlelerde yankısını buldu. Aynı seçimlerde CHP ise % 24.1 oy aldı. Yani burjuva sol ile emekçi sol arasındaki oy farkı %11 civarındaydı. En son 24 Haziran Genel Seçimlerinde bu oransal farkın sürdüğü görüldü. Faşist şeflik rejiminin kuruluş sürecinde üzerine odaklanan ve nefes aldırmayan sistematik faşist devlet terörü karşısında HDP ayakta kalmayı, direnmeyi ve üçüncü cephe olarak var olmayı başardı. Burjuva sol ile emekçi sol arasındaki bu oy oranı farkı, siyasi kuvvetlerin dizilişinde kritik bir süreçte bulunulduğuna işaret ediyor.

31 Mart yerel seçimlerinde HDK/HDP üçüncü cephe siyasetini, halkçı demokratik cepheyi büyütecek bir taktik izlemesi gerekiyordu. Batı'da üçüncü cephe kendi adaylarıyla seçim mücadelesine girmeliydi. Ya da en geri durumda eğer CHP ile bir ittifak olacaksa hiç değilse CHP'nin eşit bir siyasi taraf ve muhatap olarak HDP ile ilişkilenmesinden hareket edilebilirdi. Tam da bu kritik noktada ulusal demokratik hareket, üçüncü cepheyi büyütme stratejisinin yerine AKP'yi geriletme siyasetini geçirdi. 31 Mart seçimlerinde AKP'ye kaybettirme siyaseti aynı zamanda egemen sınıfların CHP önderliğindeki Millet İttifakının büyük kentlerdeki adaylarını desteklemek biçiminde somutlaştı.

Eğer AKP'nin geriletilmesini istiyorsa ve eğer AKP'nin Türkiye'nin önemli kentlerinde kaybetmesini istiyorsa HDP'ye kendisi ile eşit ilişki kurmayan, kamuoyu önünde HDP'nin siyasi meşruiyetini teyit etmekten sistematik olarak kaçınan CHP önderliğindeki Millet İttifakı adaylarını desteklemesi dayatıldı. Geçen hafta Berlin'de gerçekleştirilen "Demokratik Türkiye için Toplumsal Sözleşme Arayış Konferansı"nda salonda uçuşan "demokrasi ittifakı", "İstanbul ruhu" işte bu süreçten türeyen şehir efsaneleridir.

AKP'Yİ ZAYIFLATMANIN ADRESİ CHP DEĞİLDİR
HDP bu dayatmayı nasıl kırabilirdi? Batı'da büyük kentlerde aday göstererek eğer büyük kentleri AKP'nin elinden almak istiyorsa CHP'yi kendisiyle uzlaşmaya, kendisiyle açıkça ilişki kurmaya zorlayabilirdi. Burada söz konusu olan HDP'nin belediyeler bazında hangi mevzileri kazanacağı pazarlığı değildir; egemen sınıfın CHP önderliğindeki Millet İttifakı cephesinin HDP'yi muhatap alarak kamuoyu önünde ilişki kurmaya, ilkeli ve demokratik bir tavır almaya zorlaması, bu yoldan HDP'nin toplumsal meşruiyetinin güçlendirilmesi, keza egemen sınıfın iki cephesi arasındaki çelişkinin derinleştirilmesidir.

Durumun sadeleştirilmesini talep eden Yılmaz, "Her üç parti de seçimlere ilişkin açıkladıkları tutumlarının gereğini yapıyor ve 'halkımızı' seçimlere katılmamaya, düzenin iki seçeneğinden birine oy vermemeye çağırıyor olsalar durum biraz daha sadeleşebilir" diyor. Durumu sadeleştirmek iyi olur, ama durumun kendisi o kadar da sade değil! Durum, Yılmaz'ın önerdiği gibi sadeleştirildiğinde tutarlı olmak için ya boykot çağrısı yapmalı ya da egemen sınıfların CHP önderliğindeki ittifak adaylarını hiç değilse Batı'nın büyük kentlerinde destekleme sonucu çıkıyor. Diğer bir anlatımla Yılmaz yoldaşın durumun sadeleştirilmesi talebinden demokratik halkçı cepheyi güçlendirecek bir sonuç çıkmıyor. O zaman bu politikanın adını da koymak gerekir. CHP'yi kitlelere adres gösterme ve CHP'ye yedeklenme politikası değil mi bu?! AKP'yi ve iktidarı zayıflatacak ise 'bir seçimde CHP'yi adres göstersek ne olacak' deniliyorsa o da ayrı! O zaman devrimci ve sosyalist iddialarınız adına antifaşist mücadelede devrimci bir strateji izleme, geliştirme sorun ve sorumluluğunuzun olduğunu hatırlatarak, tabii tutarlı olmaya davet edeceğiz.

HER ŞEY FAŞİST ŞEFTE TOPLANDI
Doğru, bir taktiğiniz var, aksini iddia edemeyiz. Bu, faşizmin kurumsallaşmasını önlemek için yerel seçimlerde CHP adaylarını ve bu dolayımla egemen sınıfların millet ittifakını desteklemek oluyor. Faşizmin kurumsallaşmadığını düşünmek tabii ki büyük ve vahim bir siyasi yanılgı. Faşizm kurumsallaşmamıştır görüşü, kitlelerin gerçekleri görmesini önlemekte ve hayaller yaymaktadır. Faşist diktatörlük her koşul altında ömrünü uzatabilmek için kendi durumunu pekiştirmek, sağlamlaştırmak ister. Bu faşizmin kurumsallaşmamasının yansıması değildir. AKP-MHP, Ergenekoncular, İP ve bir kısım ulusal solcular, İslamcı ülkücü karması faşist bir blok oluşturarak ve ucube cumhurbaşkanlığı rejimine dayanarak faşist şeflik rejimini kurdular ve kurumsallaştırdılar! Faşist şeflik rejimi hem de dört dörtlük kurumlaştı. Zayıflığı kurumsallaşamamasından değil, toplumsal meşruiyet elde edememesi ve siyasal tabanının erimekte olmasından kaynaklanıyor.

Faşizmin kurumsallaşması ne anlama geliyor?

Bütün yetkiler yasal biçimde faşist şefte toplandı. Faşist şef MGK'nın başı, MGK'nın yapısını belirleyen de o, istediği kararı çıkartabilecek konumda.

Faşist şef sadece yürütmenin başı değil, hükümeti kuruyor, kanun gücünde kararnamelerle "kanun" da yapıyor! Meclis zaten faşist ittifakın kontrolünde. Faşist şefin meclisi feshetme yetkisi de cabası!

Yargı sistemi, yüksek yargı kurumlarının atamaları tamamen faşist şefin sorumluluğunda, faşist şefin yetkileri ve yaratılan kadrolaşma nedeniyle yargı tepeden tırnağa faşist şefin her sözünü direktif olarak algılıyor. Yargı faşist şefin siyasi sopası durumunda!
Polis teşkilatı, içgüvenlik aygıtı tamamen faşist şefin kontrolünde. Keza MİT de öyle değil mi!

Faşist şeflik rejiminin ihtiyaç duyduğu tasfiye ve temizliklerden sonra üst kademe komutanlar tamamen faşist şefin siyasi tercihleriyle şekillendirildi. Ordunun faşist şefin denetim ve yönetimi altında kalmasını sağlayacak yasal değişiklik ve düzenlemeler yapıldı. 
Bütün bir sivil bürokrasi de öyle. Ha vali, ha kayyum, ha kaymakam, ha AKP il başkanı; kadrolar gayet geçişken ve bürokrasinin bütün belirleyici noktalarını faşist şeflik rejiminin kadroları tutuyor.

Anadolu Ajansı, TRT vb. devlet basınının yanı sıra hemen hemen bütün medya faşist şeflik rejimine çalışıyor.

FAŞİZM DAHA NASIL KURUMLAŞSIN?
Diktatör MGK, ordu, polis, bürokrasi, yürütme, yargı, yasama, bütün devlet aygıtını ele geçirmiş, kontrolü altına almış durumda. Bütün bunların hukukileştirildiği, yasallık kılıfı giydirildiği açık değil mi? Diktatörün ağzından çıkan yasa oluyor!

Daha ne olursa, neler olursa kurumlaşmış olacak faşizm!

Faşizmin kurumlaşmasını önleme stratejisi en fazlasından egemen sınıfların Millet İttifakı cephesine yedeklenmeye, Millet İttifakı hakkında hayaller yaymaya hizmet ediyor. Tabii ki, politikasızlık olmaz, ama devrimci politika da olmaz bu. Hatta reformist bir politika bile olamaz, en iyi halükarda Millet İttifakının dünkü parlamenter rejimin restorasyonu stratejisine bağlanmak, yedeklenmek olur.

Yılmaz, "Her iki parti (ESP ve Devrimci Parti) de iktidarda olan faşist blok ve onların faşizmi kurumsallaştırma çabalarını CHP'nin düzen içi ama faşizm karşıtı pozisyon alışıyla aynılaştır"dığı eleştirisini yöneltiyor. "Aynılaştırma" tespiti gerçeklere denk düşmüyor, zorlamayın. CHP faşist bir parti değil ve kuşkusuz faşist şeflik rejimiyle çelişkileri az da değil, ama onun meşruiyetini de kabul ediyor?! Doğru değil mi bu? CHP, faşist şeflik rejiminin kuruluşunun bütün kritik an'larında uzlaşan ya da işbirliği yapan bir tutum takındı, faşist şeflik rejiminin kuruluşunu kolaylaştırdı. 7 Haziran seçimlerinden sonraki bütün süreç bunları doğrular. CHP, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün kurulmasından sorumludur. Aynılaştırmak tabii ki söz konusu olamaz, ama CHP merkezinin antifaşist olduğu iddianız, onun faşizmle uzlaşma ve işbirliğine yol açan devlet partisi çizgisini gizliyor, hakkında hayaller yayıyor, onun değirmenine su taşıyor.

Antifaşist mücadelenin halkçı devrimci bir doğrultuda gelişebilmesi için, CHP'nin faşist şeflik rejimi ile en geniş antifaşist kitleleri uzlaştırma çizgisinin sürekli teşhir edilmesi ve etkisizleştirilmesi bırakın devrimciliği, tutarlı demokratlığın gereğidir.  
Sormak durumundayız, Tuncay Yılmaz ve SYKP'ye faşist diktatörlüğe karşı mücadele nasıl görünüyor? Faşist diktatörlüğe karşı mücadele hangi yönde gelişebilir, stratejik öngörüleri ve hareket planları nedir?

FAŞİZME KARŞI MÜCADELE HANGİ KANALA AKMALI
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın verili gerçeklikleri altında faşist şeflik rejimi kalıcı ve uzun ömürlü olamayacağına göre, faşist şeflik rejimine karşı mücadelede iki stratejik olasılıktan söz edilebilir.

Birincisi, faşist şeflik rejiminin kitlelerin yükselen antifaşist fiili meşru mücadelesinin devrimci savaşla da birleşmesi yolundan işlemez hale getirilmesi ve yıkılması, ayağa kalkan kitlelerin gücüne dayanarak halkçı demokratik bir iktidarın kurulmasıdır. Bu, faşist şeflik rejiminin devrimci yoldan tasfiyesi, politik özgürlük ve siyasal demokrasinin kazanılması demektir.

İkincisi, halkçı demokratik çizginin hegemonyasının zayıflığı koşullarında kitlelerin gelişen antifaşist mücadelesini yedekleyen egemen sınıfların (yarın değişik biçimler de alabilecek) millet cephesinin, faşist şeflik rejimiyle uzlaşarak parlamenter rejimi restorasyon stratejisidir. Faşist şeflik rejimi, kaybedeceği bir cumhurbaşkanlığı seçimine izin verir mi, o da ayrı! Diktatörün kaybettiği bir seçimin sonuçlarını kolay kolay kabullenmeyeceği deneyimlenmiş bulunuyor. Siyasi akıl ve deneyimler faşist şeflik rejiminin kaybettiği bir seçimin sonuçlarını ancak sokağın baskısıyla kabullenmek zorunda kalabileceğini gösteriyor. Eğer sokak, faşist şeflik rejimini yıkacak güçte değil ama yakın bir devrim korkusu yaratabilecek güçte ise, işte bu koşullarda diktatör seçim sonuçlarını kabullenmek ve egemen sınıfların diğer cephesiyle uzlaşmak durumunda kalabilir. Zaten parlamenter rejimin restorasyonu stratejisi her şeyi seçimler ve burjuva yasallık üzerine kurduğu için faşist şefle uzlaşmaya hazır. Faşist şeflik rejiminin kurumsallaşmış olması da uzlaşmayı dayatmaktadır. Diğer yandan Millet İttifakının sınıfsal yapısı, siyasi niteliği ve programı da zaten faşist şeflik rejimi ile uzlaşmayı öngörüyor. Kaldı ki, Millet İttifakının temel bir ayağını oluşturan İYİP faşist şeflik rejiminin ittifaklar sistemine kolaylıkla dahil olabilecek bir partidir.

ESP CHP'YE KEFİL OLMADI
Halkçı demokratik cephenin seçim taktiğini tabii ki faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin halkçı devrimci bir çizgide gelişmesinin gereklerini yanıtlayacak tarzda kurmasını istedik, önerdik. Böyle bir sonuç oluşmadı, halkçı demokratik cepheyi-üçüncü cepheyi geliştirme stratejisini yiyen, eriten taktik bir politik irade ortaya çıktı. Bu nedenle halkçı demokratik cepheyle ilişkilerimizi yeniden düzenlemek sorumlu bir tavır olamazdı. Halkçı demokratik cephe içerisindeki güçlerimiz eleştirilerini parti kurullarında dillendirmekle birlikte belirlenen parti politikasına bağlı kaldılar. Halkçı demokratik cephenin aday çıkarttığı alanlarda seçim mücadelesine etkin tarzda katıldık.

Bu koşullarda ESP parti olarak CHP'yi desteklemeye karşı tutumunu açıkladı, Yılmaz yoldaş gibi kitleler tarafından da eleştirilebilir bu. ESP ve Devrimci Parti doğru olarak faşist şeflik rejimine karşı mücadele etmek isteyen kitlelere CHP'yi adres göstermedi, oy verme çağrısı yapmadı. ESP, CHP'ye, Yavaş, İmamoğlu ve diğerlerine kefil olamayacağını kitlelere açıkladı. Kitlelerin CHP hakkında hayale kapılmasını önlemeyi, uyarmayı görev bildi.

Fakat CHP teşhiri ve CHP'ye oy vermeme çağrısını da birinci sorun olarak ele almadı. Esas darbeyi tabii ki faşist bloka yöneltti. Birinci sorunu faşist şeflik rejimini ve onun dayandığı faşist koalisyonu teşhir etmek, onun yenilgisini hazırlamak oldu.

"Nerede 'yanlış taktik belirlemişiz biz de bu mücadelenin parçası olmalıydık, kazanımı daha da yükseltmeliydik' yaklaşımı? Politikada hepimiz yanlış yaparız. Her belirlediğimiz taktik, siyaset mutlak doğru değildir, bu gayet normal. Normal olmayan ise yanlışla yüzleşmemek, hatta yanlışta ısrar etmektir." Geçerken, bu kibirli üstenci havanın zararlı olduğunu belirtmekle yetinelim.

İlkin, Yılmaz yoldaşın eleştirileriyle yüzleşip, bir politikasızlık durumu olmadığı sağlamasına ulaştığımızı vurgulayalım.

İkincisi, kuşkusuz ESP seçimlerde de şeflik rejimine karşı "mücadelenin parçası"ydı. Hem de etkin bir parçasıydı. Faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin büyütülmesi için tüm gücüyle çalıştı.

Üçüncüsü, Yılmaz yoldaşın da izledikleri taktiğin nasıl bir stratejiye bağlı olduğuyla veya hizmet ettiği strateji gerçekliğiyle yüzleşmesini istiyoruz.

Ama şunu da vurgulamak zorundayız: Antifaşist kitleleri CHP'nin önderliğindeki Millet İttifakının peşine takacak bir taktik, devrimci stratejiye bağlanmamıştır. Bu, reformist bile denemeyecek bir stratejiye daha şimdiden rıza vermek, kredi açmak anlamına gelir. 
Yılmaz yoldaş yanılıyor, açık bir siyasi tutum alıyoruz "sadece kendi içimize" demiyoruz. Böyle bir şey yoktur, bu gerçek dışıdır. Tuncay Yılmaz ve SYKP gibi CHP ve Millet İttifakına oy vermek isteyen kitlelere "biz buna kefil olmuyoruz, sizi onlara oy vermeye çağırmıyoruz", bizim gibi üçüncü cephe için, halkçı demokratik cepheyi büyütmek için mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz. Kitleler, kendi öz siyasi deneyimleriyle bizim tutumumuzun doğruluğu ve onları uyarmamızın yerindeliğinin sağlamasını yapacaktır. 

* https://siyasihaber4.org/tkp-esp-ve-devrimci-partinin-secim-tavri-politikasizligin-politikasi