TKP'nin sosyal-şoven batışı
Faşist yasalara ve yasaklara mütemadiyen boyun eğecek, faşist saray rejimine bir taş atmayı bile çok görecek, faşist sermaye düzeninin gitgide daralttığı yasallık sınırının dışına doğru tek bir adım atmaya cesaret etmeyeceksiniz. Kürt ulusal demokratik hareketini her fırsatta karalayacaksınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü koruma korosuna soldan katılım sağlayacak kadar siyaseten düşkünleşeceksiniz. Sonra da, halk düşmanı iktidarlarla, düzen partileriyle, sermaye egemenliğiyle, emperyalist kurum ve mekanizmalarla hesaplaşmaktan bahsedeceksiniz. Hadi oradan! Pervasız sosyal-şoven salvolarıyla sömürgeci Türk burjuvazisine ikide bir göz kırpan, kaderini sömürgeci Türk burjuvazisine bağlayan bugünkü TKP sosyalizm kalpazanından başka bir şey değildir.
PKK'nin Medya Savunma Alanları'nı işgale yeltenmiş olan faşist sömürgeciliğe indirdiği askeri darbelerin ardından TKP'nin sosyal-şovenizmi şahlandı.
TKP Türk sermaye ordusuna mensup onlarca askerin Başûrê Kürdistan'daki işgalci haksız savaşta can vermesini "Başımız sağ olsun" resmi açıklamasıyla karşıladı. Kemal Okuyan ise, partisinin bu açıklamasının aldığı antişoven tepkileri bir röportajla savuşturmaya çalışırken, TKP'nin Kürt ulusal demokratik mücadelesi ve Türkiye devrimci-demokratik hareketi karşısında düpedüz sosyal-şoven bir saldırı hattında konumlandığını ortaya koydu. (Bkz. "Kemal Okuyan: Kimseye borcumuz, yaranma ihtiyacımız yok", Sol Haber, 16.01.2024)
100. yılını dolduran Türkiye Cumhuriyeti'ni kemalist burjuvazinin bayraktarlığına soyunarak en cevval biçimlerde selamlayan TKP, Türk burjuva cumhuriyetine yaptığı utanmazca güzellemeleri Amed'deki bir caddeye Şeyh Sait'in adının verilmesini MHP'vari bir dille kınayarak sürdürmüştü. Şimdiyse TKP ve Kemal Okuyan, faşist sömürgeciliğin asker kayıplarını sosyal-şoven bir saldırıya geçişin manivelası yaparak, Kürt ulusal demokratik mücadelesine karşı Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünden, yani sömürgeci Türk burjuvazisinden yana saflaştığını ilan etmiş oluyor.
"Türkiye Cumhuriyeti bizim ülkemizdir" diyor Okuyan. Ve en bayağı türden bir demagojiyle, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık ile Türkiye'ye düşmanlığı eşanlamlı kılıyor. Hayır Kemal Okuyan! Türkiye Cumhuriyeti bir ülke değildir, "bizim ülkemiz" hiç değildir. Türkiye Cumhuriyeti Türk egemen sınıflarının iki ülkede, Türkiye'de ve Bakurê Kürdistan'da kurulmuş devletidir. Ya Türkiyeli emekçilerin özgür ve onurlu yarınını, Türkiye'nin sosyalist geleceğini savunmak için Türkiye Cumhuriyeti'ne, Türk burjuvazisinin bu emek ve özgürlük düşmanı devletine "düşman" olursunuz ya da Türkiyeli emekçilerin özgür ve onurlu yarınına, Türkiye'nin sosyalist geleceğine ihanet edip Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk sermaye sınıfının siyasi egemenlik aygıtını savunursunuz. Türkiye Cumhuriyeti devletini "bizim ülkemiz" diye yutturmaya kalkışmanız bu ikilemde lanetli bir yer tutma yöneliminizi gizlemeye yetmez.
"Türkiye'nin dağılması, bölgenin karanlığa gömülmesi olur" diyor Okuyan. Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni dağılma tehdidine karşı savunulması gereken bir siyasi birim olarak tarif ediyor. Hayır Kemal Okuyan! Batılı emperyalizmin, politik islamcı Türk burjuvazisinin, faşist Türk milliyetçilerinin Türkiye'nin dağılmasında çıkarları olduğu iddiası çoktan bayatlamış şoven bir yalandan ibarettir. Beka sorunuyla, dağılma tehdidiyle yüz yüze olan, Kürt ulusunu inkarcı sömürgeci boyunduruk, Alevileri asimilasyoncu mezhepçi cendere, kadınları en şiddetli ataerkil tahakküm, yaşam tarzı özgürlüğü isteyenleri politik islamcı zorbalık altında tutmakta artık olağanüstü zorlanır, yapısal rejim krizi içinde debelenir durumdaki Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Politik özgürlük düşmanı bu siyasi birimin dağılmasına karşı duruşunuz ise, her şeyden önce, Türk devletinin bölünmez bütünlüğü limanına demirlemeniz, Kürt ulusunun kendi siyasi geleceğini demokratik biçimde belirleme hakkından silah zoruyla yoksun tutulmasının avukatlığını yapmanız anlamına gelir.
"Osmanlıcının-islamcının-hilafetçinin kutsalı var, Türkçünün kutsalı var, Kürtçünün kutsalı var. Bu kadar çok kutsallıktan iyi bir şey çıkmaz" diyor Okuyan. Ve islamcı, Osmanlıcı, Türkçü, Kürtçü vektörlerin bir arada Anadolu'yu felakete sürüklediğini iddia ediyor. Hayır Kemal Okuyan! Politik islamcının, neo-Osmanlıcının ve Türk ırkçısının kutsalları, yani gerici siyasi amaç ve hedefleri ile Kürt ulusal hareketinin kutsalı, yani siyasi amaç ve hedefi hiçbir boyutuyla türdeş değildir. Okuyan tarafından "Kürtçünün kutsalı" diye çarpıtılan, Anadolu'yu felakete sürüklemenin müsebbipleri arasında sunulan şey, Kürtlerin kolektif ulusal hakları, bir ulus olarak tanınmaktan kendini siyasal olarak yönetmeye uzanan demokratik talepleridir. Kürt ulusal demokratik haklarını ve taleplerini böyle rezil bir çarpıtmayla etiketlemek ve elinin tersiyle itmek, sizi ancak ve yalnızca politik islamcıların, neo-osmanlıcıların ve Türk ırkçılarının milliyetçi faşist cephesine sosyal-şoven tarzda yamanmaya götürür.
"Milliyetçilikler birbirine muhtaçtır. Biri diğerini doğurur. Biri ötekini kendini aklamak için kullanır ve bu böyle gider" diyor Okuyan. Ve bir çırpıda Türkçülük ile Kürtçülüğü aynı kefeye koyarak birbirine eşitliyor. Hayır Kemal Okuyan! Her kim ki egemen ulusun sömürgeci milliyetçi siyaseti ile ezilen ulusun sömürgecilik karşıtı milliyetçi siyasetini eşitler, her kim ki sömürgeci haksız savaş ile özgürlükçü haklı savaşı eşitler, onun bütün milliyetçiliklere karşı çıkışı bir palavradan ibarettir. Kürdistan'ın Başûr ve Rojava parçalarındaki burjuva sömürgeci Türk işgali ile antisömürgeci Kürt ulusal direnişini aynı milliyetçilik paydasına yerleştirdiğinizde, faşist şef Erdoğan komutasındaki işgalciliğe karşı silahlı direnişi büyütmesi nedeniyle PKK'yi mahkum etmeye giriştiğinizde, faşist iktidar blokunun en kanlı ve en gaddar biçimlerde yükselttiği milliyetçilik bayrağını siz de bir ucundan tutmuş olursunuz.
TKP için Kürdistan ülkesi, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı yoktur. İnkarcı sömürgeci işgale karşı silahlı ulusal direniş hakkı da yoktur. Hatta Kemal Okuyan konuşmalarında ve yazılarında Kürtleri bir ulus olarak tanımlamaktan imtina ettiğini ve "etnisite" kavramıyla nitelendirdiğini defaatle göstermekten geri durmaz. Marksizmin karikatürünü arayanın zaten yıllardır ortada olan bu gerçeğe şöyle bir bakması yeterli olur.
Bugünse TKP, Kürdistan özgürlük gerillasının sömürgeci işgale karşı direnişini açıkça mahkum etme, sömürgeci işgal ordusunun kayıplarını baş sağlığı mesajlarıyla anma çizgisine değin gerilemiş bulunuyor.
Okuyan'ın derdi, "Türkiye'de halk düşmanı iktidarlarla, düzen partileriyle, sermaye egemenliğiyle, emperyalist kurum ve mekanizmalarla hesaplaşma" imiş. Hadi oradan! Faşist yasalara ve yasaklara mütemadiyen boyun eğecek, faşist saray rejimine bir taş atmayı bile çok görecek, faşist sermaye düzeninin gitgide daralttığı yasallık sınırının dışına doğru tek bir adım atmaya cesaret etmeyeceksiniz. Faşist şef Erdoğan'ın halk düşmanı iktidarına karşı direnişin en örgütlü ve en etkili dinamiği, Türkiyeli emekçilerin en önemli antifaşist müttefiki olan Kürt ulusal demokratik hareketini her fırsatta karalayacaksınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü koruma korosuna soldan katılım sağlayacak kadar siyaseten düşkünleşeceksiniz. Sonra da, halk düşmanı iktidarlarla, düzen partileriyle, sermaye egemenliğiyle, emperyalist kurum ve mekanizmalarla hesaplaşmaktan bahsedeceksiniz. Hadi oradan!
Pervasız sosyal-şoven salvolarıyla sömürgeci Türk burjuvazisine ikide bir göz kırpan, aslında ideolojik-politik varoluşunu ve kaderini sömürgeci Türk burjuvazisine bağlayan bugünkü TKP sosyalizm kalpazanından başka bir şey değildir. Kemal Okuyan'ın argümanları ise bu kalpazanlığın nişanesidir.
Türkiyeli emekçilerin faşist şeflik rejimine karşı hakiki bir mücadelede saflaşmaları ve devrimci tarzda ayağa kalkmaları için sosyalizm kalpazanı ve sosyal-şovenizm bayraktarı TKP duraksamadan teşhir edilmelidir.