21 Kasım 2024 Perşembe

Tahtın kurusun!

Osmanlı padişahı 2. Abdulhamit'in yasakları meşhurdu. Yasakladığı kelimelerden biri de ?tahtakurusu?ydu. Neden? ?Tahtın kurusun? kelimesini çağrıştırıyormuş diye. Başka bir ifadeyle, yaklaşan sondan korkuyordu. Ne oldu? 2. Abdülhamit'in tahtı kurudu. Bakmayın ekranlarda mangalda kül bırakmadıklarına. Ödleri kopuyor, dizlerinin bağı çözülüyor. "Tahtakurusuna karşı başlayan bu isyanın", tahtlarını kurutabilecek bir güç ve cesaret taşıdığının farkındalar.
İstanbul 3. havalimanı inşaatında yaşananlar, diktatör Erdoğan ve iktidarının inşa etmeye çalıştığı "vizyon sahibi", “tüm dünyanın kıskandığı” Türkiye'nin fotoğrafı.
 
Saray iktidarının, bu topraklarda emekçilere, yoksullara, ezilenlere reva gördüğü bir hayatın kendisi.
 
Birkaç gündür işçilerin direnişi ile gündemimize giren o şantiye bir mezarlıktır; işçi mezarlığı.
 
İktidarın, patronların "iş kazası" dediği iş cinayetlerine kurban giden işçilerin listesi artık tutulamaz hale geldi.
 
O şantiyede "400'ü geçti" diyen de var, "bini geçti" diyen de.
 
400 ya da bin… Bir istatistik, bir rakam değil.
 
Bir insan, 10 insan, 400 insan, bin insan.
 
Dünüyle bugünüyle insan.
 
Özleyen, seven, küfreden, ağlayan, üzülen, sıla özlemi çeken insan.
 
Saray’a kapıkulu değil, insan.
 
O şantiye artık bir mezarlık. Vinç kopmasıyla yüksekten düşen, göçükte toprak altında kalan, elektrik akımına kapılan işçilerin, canını verdiği, kanını döktüğünü, terini akıttığı bir mezarlık.
 
Durulmaz orada, uçağa binilmez, dost, akraba uğurlanmaz, karşılanmaz. Kavuşmalar, ayrılıklar olmaz. Alınan her nefesin üzerine ölümün gölgesi düşer gayri.
 
Eylem ve gözaltıların yaşandığı dün de (15 Eylül) yine iki işçi ölümün kıyısına geldi.
 
Neden?
 
Bilindik hikaye; devletin, patronların kazanma, kar hırsı yüzünden; devletin karşısında vatandaşın, patronun karşısında işçinin canının kıymet-i harbiyesi olmadığı için.
 
Diktatör Erdoğan ferman buyurmuş; "29 Ekim'e açılacak."
 
Böylece dünya biraz daha "kıskanacak".
 
Türk devletinin kuruluşunun yıl dönümünde açılan bu "büyük eser" karşısında milli duygularımız şahlanacak, ne kriz kalacak ne de savaş; ne açlık, ne de ölüm.
 
Karnımız aç, sırtımız açıkta, evimiz, sokağımız, işyerimiz mezarlık haline gelmiş ama olsun, dünya bizi kıskandığı için mutlu olacağız, alnımız arşa değecek.
 
Ama bu kadar değil.
 
Bu masalın karnını doyurmadığı, ikna etmediği ezici bir çoğunluk var; iktidarın tüm yalanlarına ve şiddetine rağmen üstelik.
İnşaat işçileri bu ezici çoğunluk içinde.
 
Artık canlarına tak etti. Ama orada durmadılar, cesaret ettiler, isyan ettiler.
 
Taleplerini okuduk, dinledik; işten atılanların işe iadesi, servis sorununun çözümü, tahtakurusu sorununun çözülmesi, revir personelinin işçilere aşağılayıcı davranmaması, ücretlerin banka hesabına yatırılması, işçiler ve formenlerin aynı yemekhanede yemesi, iş cinayetlerine karşı önlem alınması vs.
 
AKP/Saray iktidarının “hiçbir krizin teğet bile geçmediği ekonomik büyüme” palavrası attıkları bir yerde işçiler, en temel çalışma ve yaşam koşullarını istiyor.
 
Bu temel taleplerin de iktidarı, patronları nasıl korkuttuğunu gördük.
 
Çünkü, “biat gömleğinin” topluma giydirilmek istendiği bir yerde cesaretin bulaşıcı olduğunu biliyorlar.
 
Çünkü, işçi bir kere üretimi durdurdu mu, bu gücün yıkıcı etkisinin farkındalar.
 
İstanbul 3. havalimanı şantiyesinde işçiler çalışmazsa, kim çalışacak?
 
Osmanlı padişahı 2. Abdulhamit'in yasakları meşhurdu.
 
Yasakladığı kelimelerden biri de “tahtakurusu”ydu.
 
Neden?
 
“Tahtın kurusun” kelimesini çağrıştırıyormuş diye. Başka bir ifadeyle, yaklaşan sondan korkuyordu.
 
Ne oldu?
 
2. Abdülhamit'in tahtı kurudu.
 
Bakmayın ekranlarda mangalda kül bırakmadıklarına.
 
Ödleri kopuyor, dizlerinin bağı çözülüyor.
 
"Tahtakurusuna karşı başlayan bu isyanın", tahtlarını kurutabilecek bir güç ve cesaret taşıdığının farkındalar.
 
Çünkü tam da Victor Jara'nın katledilmeden önce son şiirinde dediği gibi;
"Beş bin kişiyiz burada
Bu ufacık yerinde kentin.
Beş bin kişiyiz
Kim bilir kaç kişiyiz daha
Kentlerde ve ülkede?"