GÜNCEL
Suruç'ta bir kadın tepeden tırnağa acıyla sarsılırken
Artık yeter! Dünyanın bütün dillerinde "Artık yeter". Diktatör Erdoğan 24 Haziran'da sandığa, tarihin çöplüğüne gömülsün ki kadınlar, çocuklar, gençler yaşasın!
“Keşke bu patlama bizim burada olsaydı da, o uzaktan gelen çocuklar ölmeseydi.”
Bu sözü, Kürt kentlerinde gazetecilik yapan Faruk Ayyıldız, Suruç katliamından sonra aktarmıştı. Katliamın ardından aradığı akrabalarından birinin sözüydü. “Lafı duydum, kendime gelemedim” diye yazmıştı twitter hesabında. İnsan kalmakta ısrar edenlerin de vicdanlarında derin bir sızı bırakmıştı.
Acıya alışılır mı? Bilmiyorum. Ama insan yaşadıkça acı ile yaşamayı öğreniyor olmalı. Acısını mücadelesine, umuduna katık ederek öğreniyor. Zor elbette, hem de çok zor. Ancak acıya yüreği dayanamayanlar da var. Suruç'ta katledilen Polen'in annesi Şennur Ünlü gibi. Dayanamadı, erken terk etti dünyayı.
Kürdistan coğrafyası o kadar çok acı yaşadı ki. 1990’lardaki sömürgeci savaşta, binlerce insan, tüm anılarını arkalarında bırakarak evlerinden, topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Devletin yasal ve yasadışı güçleri tarafından kaçırılan yurtsever Kürtlerin bedenleri asit kuyularına atılarak yok edildi. 2006 yılının Mayıs ayında Amed’de yapılan 5. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda bir kayıp yakını, “Biz buralarda ayağımızı toprağa basarken sakınırız. Çünkü bastığımız yerde bir yakınımızın cenazesi olabilir” demişti. Devletin insanlarını, gözaltında kayıplar politikası ile mezarsız bıraktığı bir yerde tüm memleket mezar haline getirilmişti. Bu devletin ordusu, 1989 yılında Cizre'nin Yeşilyurt köyündeki halka insan dışkısı yedirdi. Kamile Çığcı'nın ismini hatırlıyor musunuz? 1992 yılında Mardin'de gözaltına alındığında 46 yaşındaydı ve 39 gün boyunca askerlerin tecavüzüne maruz kaldı. Hanım Baran ismi size bir şey çağrıştırıyor mu? Gözaltında copla tecavüze maruz kalmıştı. Rahim kanserinden yaşamını yitirdi. Cezaevinden zamanında tahliye edilseydi belki de yaşardı. Ama tahliye edilmedi. Devlet ne zaman ki öleceğine kanaat getirdi, o zaman Hanım Baran'ı tahliye etti.
Zaman geldi geçti, iktidarlar değişti ancak sömürgeci devlet zalimliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Özyönetim direnişi günlerinde, bir anne günlerce 10 yaşındaki kızı Cemile’nin cansız bedenini buzdolabında saklamak zorunda kaldı. Kendinizi O annenin yerine koyun. Ne hissediyorsunuz? Her buzdolabını açtığında, kızının cansız bedeni o annenin gözünün önüne gelmiyor mu? Sonra güzelim Taybet Ana. Sahipsizmiş gibi öldürüldüğü yerde günlerce kalmadı mı? Cizre bodrumlarında insanlar susuzluktan, kan kaybından ölmedi mi? Kalanlar da dünyanın gözü önünde yakılarak katledilmedi mi? Cizre’de Mehmet Tunç, “Halkımız bizimle gurur duysun, teslim olmadık” dedikten kısa bir süre sonra Saray’ın özel kuvvetleri tarafından öldürülmedi mi?
Sonra 5 Haziran Amed, 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamları. Yoldaşlarımızın, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin parçalanmış bedenlerini bir araya getirmeye çalışmadık mı? Nasıl bir cehennemdi o günler! Nasıl bir yangın yeriydi!
Neden?
Sırf iktidarlarını kaybetmesinler diye.
Sırf, saraylarda saltanatlarda yaşasınlar diye.
Erdoğan iktidarı, 14 Haziran günü de 7 Haziran’dan sonra devreye soktuğu politikayı uygulamaya çalıştı. Yine Suruç’ta halklara saldırdı. Bu kez, bir baba ile iki oğlu, AKP milletvekilinin korumaları tarafından katledildi. Baba Esvet ile oğulları Adil ve Cemal Şenyaşar, yaralı olarak götürüldükleri hastanede DAİŞ vari yöntemlerle öldürüldüler. Birinin boğazı kesildi, birinin başı tüple ezildi.
Nasıl bir düşmanlık, nasıl bir gözü dönmüşlük!
Şimdi bir baba ile iki oğul toprağın altında yan yana. Geride bir kadın, bir anne, bir eş kaldı; Emine Şenyaşar. Birkaç gündür fotoğraflara, ölümün yarattığı derin acısıyla yansıyor. Tırnaklarını toprağa geçiriyor, feryat ediyor, ellerini gökyüzüne kaldırıp Allah’a soruyor, gözyaşı döküyor. Tepeden tırnağa canı yanıyor. Ama acıyla yaşamayı biliyor. Ayağa kalkarak cenazelerinin arkasında yürüyor, ağıdına zılgıtı karışıyor.
Sırf diktatör Erdoğan, özene bezene yaptırdığı Saray’ında saltanat sürsün diye, bir baba ile iki oğulu öldürdüler. Bir kadını, bir anneyi, evlatsız ve eşsiz bıraktılar. Bir kardeşi de babasız ve kardeşsiz. Fadıl Şenyaşar, babası ile iki kardeşinin yaşamını yitirdiğini yaralı olarak çıkartıldığı ve tutuklandığı adliyede öğrendi.
Neden?
Diktatör ve rejimi yaşasın, kadınlar, çocuklar, gençler ölsün diye. Öldüremediklerini ise zindanlara hapsetsinler diye.
Artık yeter! Dünyanın bütün dillerinde "Artık yeter".
Diktatör Erdoğan 24 Haziran'da sandığa, tarihin çöplüğüne gömülsün ki insanlar yaşasın!
Diktatörlük rejimi sandığa gömülsün ki, kimse kimsesiz kalmasın.