21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Yol insanı olmak

İnsan yoldaşını sever. Sevmiyorsa tarafların biri yoldaşlığın gereklerini yerine getirmiyor ya da tarafların ideolojik politik donanımları, kolektif bilinçleri tehlikeli biçimde geri demektir. Ki bu da bir kolektif açısından son derece tehlikelidir. Öte yandan, her yoldaşın bireysel yetilerinin, deneyimlerinin, ilgi ve becerilerinin mücadelenin ve çalışmanın gidişatını olumlu ya da olumsuz yönde etkilemesi, kişileri motive etmesi, hızlandırması ya da hızını azaltması mümkündür. Bireyin tarihteki rolüne benzer kolektifteki rolü, geliştirmeyi hızlandırır ya da hızını azaltır ama asla durduramaz. Kolektif mensupları kendi rollerini bireylere bağlı olarak belirleyemez. Eğer öyle yapılıyorsa, gerekçeleri ne olursa olsun kendilerini ve devrimciliklerini tartışmalıdırlar.

Bir pırıltı, bir çağrı bile yok/Gecenin korkunç kaosunu/ Korkuyla karşılayanlar için/Ama bütün bunların ardından/ Işığın güzelliğini duyabiliyorum/Ve uzak bildirisini yılların (Edwin Arlington Robinson)

Gecenin penceresinden bakıyorum gökyüzüne. Yıldızlar titrek. Leylakları görmüyorum. Rüzgar kokularını getiriyor bana. Amerikalı ozan Walt Whitman'ın dizeleri geçiyor aklımdan; Bahçedeki leylakların son açışıdır/Erken alçalışı batı göğündeki yıldızın/o zaman ağlarım ve yas tutarım artık/geri dönüşüyle ilkyazın. Leylakların son acısı mı bilemem. Bir yağmur sonrasında gökyüzü. Belli ki daha bir zaman leylak kokacak gecenin soluğu.

Bölüşmek tek gerçeğimiz bizim/Sevinci, inancı ve ekmeği bölüşmek, diyor şair. Rüzgar türküsünü söylemekte gecenin içinde. Elimde gazetenin son sayısı. Hayatın işçileri Mayıs'ı kazanmaya çağırıyor bizi. Aklım ellerimde, yüreğim bir okur mektubunda dalmışım sözlere...

Yalnız inancı, sevinci ve ekmeği değil, onulmaz bir kaderi ya da acıtan bir gerçeği de bölüşmek değil midir yoldaşlık? Yağmur altındayken mümkün mü ıslanmamak? Üşümemek mümkün mü kar yağarken? Ve mümkün mü devrimcilik, hayatın yara izlerini taşımadan? Yıldızların mavi ışığında hüznün görünmez elleri dokunurken yüreğime usulca, hayatın yara izlerini gerçekleri ve "yoldaşa..." yazılmış o mektubu düşünüyorum.

Besbelli bir yoldaştan ayrılmanın çarpıcı acısı yazdırmış mektubu. Söylenenlerle ve en çok da söylenmeyenlerle yüklü satırların esinlendirdiği şeylerden söz etmek istiyorum. Kuşkusuz bu mektubu okuyunca aklıma ilk gelen, sosyalist bir gazetenin taşıdığı olağanüstü iletişim ve örgütleme potansiyeli oldu. Gazete seslerin ulaşamadığı yerlere ses, bağların henüz dokunamadığı ya da bir biçimde koptuğu yerlere bağ olabilecek, yol gösterebilecek, yalnız olunmadığını hissettirebilecek, ortaklaşalığın varlığını duyuracak somut bir güçtür. Böyle geç kalmış sözleri ilettiği anlarda bile.

Şimdi işin bir başka yanına gelmek gerek. Şu soru sorularak başlanabilir işe: Acaba sosyalist ya da devrimci dendiğinde akla gelen ne olmalıdır? Düzenin saldırıları ne olursa olsun, sosyalist ve devrimci dendiğinde akla; başta dürüst, güven verici, çalışkan, sevgisinde sağlam ve üretici, yetenekli ve yaratıcı bir insan gelmelidir. Peki, başka ne olmalıdır? Gorki, Lenin'i anlatırken şöyle yazmış: "Ruhundaki çalkantılar karşısında çok sessiz kalabiliyordu." Bir devrim önderinin ruhundaki çalkantılar düşünüldüğünde o müthiş iradenin büyüklüğüne bir kez daha hayran kalmak mümkün. Öte yandan bu özelliği her devrimcide mutlaka var olması gereken bir nitelik saymak da gerekli. Bana öyle gelir ki; bir devrimcinin yetkinleşme süreci, ruhundaki çalkantılar karşısında sessiz kalabilmeyi öğrenme sürecidir aslında.

Tasavvufta "yol insanı olmak" vardır. Derviş bir tarik'e girer ve bir lokma bir hırka, nefsini terbiye ederek bir üst insan kimliğine ulaşmaya çalışır. Devrimci de bir yol insanıdır. Dervişten farklı olarak onun işi yaşadığı dünyayladır. O yaşadığı dünyada bir üst insan olmak durumundadır. Kanımca devrimci sürekli bir arınma halinde olmalıdır. 'Düzenin pislikleri' edebiyatına saplanmadan hem de. Öyle dürüst bakmayı öğrenmelidir ki kendine ve ilişkilerine, içinde tek kaçamak nokta barındırmamalıdır. Tıpkı bir derviş gibi, acıları, istekleri karşısında sessiz kalmayı, yanıp ama tütmemeyi, sevgilerini kolektif bir güce dönüştürmeyi bilmelidir.

Çilekeş olmaktan söz etmiyorum, hayır! Benim söylemek istediğim militanca bir disiplinin savaşkan bir iradenin, adanmış bir arınmanın devrimciliğin abecesi olduğu. Her şeyin en iyisine layıktır yoldaş devrimci. Yaşamanın en iyisine, sevdanın en hasına, sevginin en özeline... Ama daha azına razı olmamalıdır bu kesin. Ama önemli olan en iyinin, en özelin hatta en güzelin içeriğinin nasıl doldurulduğu, bu kavramları tanımlarken hangi ölçülerin veri alındığıdır. Kısaca; umudun, mutluluğun, sevdanın anlamını kişinin duruşu belirler.

Kişi eğer bu tüketim toplumunun kurallarını veri alıyorsa iyi yaşamak; lüks içinde olmak, iyi tüketmek, para, mal ve statü sahibi olmak anlamına gelir. Ama hayata bir devrimci gibi bakan için iyi yaşamak; inançlarına uygun yaşamak, yaşamını pazarın ve modanın gereklerine göre belirlememektir. Bir devrimci ancak kavganın uzağına düşmüşse, mücadeleden bir biçimde uzak kalmışsa yaşamamış sayar kendini. Güzellik ve aşk içinde benzer şeyler söz konusudur. Yaşama nasıl bakarsa güzelliğe de öyle bakar devrimci yolun insanı. Ancak ona yaşamı anımsatan şeylerdir güzel olan. Seveni ve sevileni de kavgada daha üretken kılan bir duygudur sevgi. Ve almak ya da vermek değil, paylaşmaktır aşk. Kapitalist düzen söz konusu olduğunda "İki insan, ancak kendi değişim değerlerinin sınırlarını da hesaba katarak, piyasadaki en kullanışlı nesneyi bulduklarını hissettikleri an birbirine aşık olurlar." Kapitalizm şartlarında aslında hayatın tümü bu "değişim değeri" esas alınarak düzenlenir. Sosyalist ise "meta-insan" olmaktan vazgeçmiş kişidir. Ancak vazgeçmek bir başlangıçtır. Arınmanın anlamını da işte bu vazgeçme edinimini yaşama geçirmek, meta insanı olmaktan kurtulmak kavgası olarak görmek gerekir.

Eğer düşlerimize ve düşüncelerimize uygun yaşıyorsak umutlu ve mutluyuzdur. Bu durumda devrimci yolda yürümek, kavganın zorluklarını göğüslemek, düzenin sunduklarını elinin tersiyle itmeyi bilmek çile doldurmak değil sevinçli yaşamaktır. Seçimine uygun yaşamak bedeller ödemeyi gerektirir çoğu kez. Ama her seçim bir kaybediştir sonuçta. Başka yolu yoktur hayatın. İradenin devreye girdiği yer de burası olmalıdır. İnsan hem devrimci kalıp hem düzenin nimetlerinden yararlanamaz. Hem kavga neferi olup hem düzenle bağlarını koruyamaz. Aşka açılan sesiyle kavgaya açılan sesi ayrı olmaz. Kısaca iki dilli, iki dinli, iki sesli olamaz. Yalansızlıktır devrimci yaşamanın esası. Yalansız bir sabırla, inatla ve iradeyle döşenir inancın zorlu yolları. 

Açık pencerenin önünden geceye bakıyorum. Yağmur örtmüş yıldızları. Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim. Şöyle diyebilirim:

Gece yıldızlardaydı/Ve yıldızlar maviydi uzaklarda üşürler/ Gökte gece yelinin söylediği türküler/Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim/Hem sevdim, hem sevildim ya da o böyle söyler diyor Neruda, Bir Hüzünlü Şarkı'sında. Yıldızlı gecelerde çimenlere düşen çiğlere benzeyen bir şiir bu. Elimde "Yoldaşa..." başlıklı okur mektubu. Ortak bir çalışma arkadaşının gidişi üstüne yazılmış. "Onunla ilk konuşmamızdan sonra, içinde bulunduğum sıkıntılı durumdan kesinlikle çıkabileceğim noktasında kesin bir güven geldi" yazmış ikinci sayfanın konuğu. Ne güzel! Ancak önemli olan gerisi: "Ama o gidince sanki aynı coşku, aynı umut da beraber gitti... Artık planımın önemli bir parçası yoktu. O varken 'yaparım' dediğim şeyler için şimdi 'acaba yapabilir miyim?' demeye başladım" diye gelmiş mektubun ardı. Ve kolektifin yükseltileceği sözüyle bitmiş anlatılanlar.

Mücadelenin güzelliğidir yoldaşça sevgileri büyütmek, yoldaşça güç almak kavga arkadaşından, "sen de biliyorsun ki yoldaş" diyor mektup, "mücadelemizin derecesi, birlikte çalışacağımız yoldaşımızın kim olduğu, sevdiğimiz biri mi ya da hiç hoşlanmadığımız biri mi olduğuyla ilintili değil, olamaz da." Anladığım kadarıyla burada mücadelenin bireylerin varlığından bağımsız olduğu vurgulanmak isteniyor. Kuşkular, sorular ve çelişkiler içinde bir kabus bu. "Doğru olan bu ama ..." der gibi mektubu yazan. Eğer yoldaşlık ortakça aynı yolda yürümekse, aynı gelecek, aynı büyük hasret için mücadele etmekse, bütün sevgilerin üstünde bir onurlu sevgi birleştirmektedir bizi. İnsan yoldaşını sever. Sevmiyorsa tarafların birinde sorun var demektir. Tarafların biri yoldaşlığın gereklerini yerine getirmiyor demektir. Ya da tarafların ideolojik politik donanımları, kolektif bilinçleri tehlikeli biçimde geri demektir. Ki bu da bir kolektif açısından son derece tehlikelidir.

Öte yandan her yoldaşın bireysel yetilerinin, deneyimlerinin, ilgi ve becerilerinin mücadelenin ve çalışmanın gidişatını olumlu ya da olumsuz yönde etkilemesi, kişileri motive etmesi, hızlandırması ya da hızını azaltması mümkündür. Bireyin tarihteki rolüne benzer kolektifteki rolü, geliştirmeyi hızlandırır ya da hızını azaltır ama asla durduramaz. Kolektif mensupları ise kendi rollerini bireylere bağlı olarak belirleyemez. Eğer öyle yapılıyorsa, gerekçeleri ne olursa olsun kendilerini ve devrimciliklerini tartışmalıdırlar. Kolektif iradenin işlemesi her çarkın, dişlinin, her cıvatanın, her kademenin noksansız çalışmasıyla mümkündür. Ortak işleyişin düzgün olması için ortak bilincin, aydınlık, ortak mücadele anlayışının içselleşmiş olması gerekir.

Amansız ve acımasız bir kavga bu. Aslolan ortak kavganın kendisidir. Sevgiler de sevinçler de buradan alır gücünü. Güven de umut da burada filizlenir. Sürekli bir akıştır yaşanan. Kavgada işler nesnel ve profesyonelce yürümelidir. Biri gider yerini bir başkası alır, biri düşer onun taşıdığını bir başkası omuzlar. Kavganın gereği neyse yapılması gereken de odur. Beraber dövüşülüyorsa, bir gün gene görüşülür elbet. Yüz yüze gelinmese de yollar mutlaka kesişir zamanda ve buluşulur milyonların ortak ezgisinde. Asi bir baştır devrimcininki. Ve yoldaş devrimci her durumda asi başını eğmeden yürümelidir vedasız sevinçlere. İş kişiselleştirilmemelidir. Kişisellik kolektif iradenin önüne geçmemelidir. Kişiselleştirmeye yol açan tüm koşullar ortadan kaldırılmalıdır. Devrimci kişi kendini kolektif içinde tanımlamayı, çözümü kolektif içinde aramayı öğrenmelidir. Sonuna kadar birey olmak ama hiçbir işi bireyselleştirmemek, asla vazgeçilmeyecek ilke budur.

Biz yol insanlarıyız. Hayatın yara izlerini taşısak da ortak sevinçleri toplayarak katılırız kavgaya. Attığımız en küçük adımın kolektif iradeyi zaafa uğratmasına izin vermeden yürürüz vedadan vedaya. Ve değil kuşkuya düşmek, gerektiğinde tek başına bir kolektif gibi davranmayı biliriz. İçimizde ince bir sızı gibi dursa da hasretler, biraz daha umutlu oluruz, biraz daha dirençli. Ve mutlu sevgiler yaratırız sevdalı kavgalardan.