3 Aralık 2024 Salı

Sosyal şovenizmi bekleyen akıbet: Kara milliyetçilik

Emekçi soldan gelen ve türlü nedenlerle sosyal şoven unsurları taşıyan fakat Kürt varlığını ve haklarını tabi ki tanıdıklarını beyan edenlerin muhatap olacağı soru gayet sadedir. Hiçbir kayıt koymadan Kürtlerin yaşadıkları şu veya bu coğrafyada bağımsız bir ulus devlet dahil kendi kaderini istedikleri gibi belirleme hakkını savunuyor musunuz? Buna, kayıtsız şartsız "Evet" demeyen herkes ama herkes şovenizmin, sömürge siyasetinden beslenen bir milliyetçiliğin pençesindedir.
Günün yükselen değeri, allı pullu antiemperyalizm. Sivil faşistlere varıncaya dek bir çok kişi ve akım, odağına ABD'yi yerleştirdikleri müşterek bir antiemperyalizm söylemine sarıldı. Sosyal şovenlerle sivil faşistleri, sonradan İslamcı olmuş geleneksel sağcılarla orta burjuvaziyi birleştiren bu tuhaf karnaval havasında herkesin kuyruğu birbirine değiyor. Antiemperyalist diskurun tehlikesinin bulunmadığı, hatta itibar kazandırdığı, iktidarca başının okşandığı bir ortamda olmanın bunda büyük payı var.
 
İster soldan ister geleneksel sağdan  ister yeni faşistlerden gelsin, güncel antiemperyalist söylemin kesişme noktası, kimi zaman düşmanlığa ve nefrete varan kesif bir Kürt karşıtlığıdır. Antiemperyalist coşumculuk geliyor ve tam burada tamamen Kürtlerin üzerine boca ediliyor.
 
Bütün bu kesimleri birleştiren Kürt karşıtlığı, tarihsel ve güncel yurtları dört ayrı devlet sınırlarına pay edilmiş Kürtlerin şu veya bu coğrafyada otonom, federatif yahut bağımsız bir devlet kurma hakkının külliyen reddi üzerine bina ediliyor. Her ulusa kendi devletini kurmak hak ama Kürtlere yasak. Neden? Nedeni yok. Aslında gayet kuvvetli bir nedeni var; sömürgeci zihinsel koşullanma ve bununla iç içe geçen Kemalist ulus devlet modeline sadakat. Allah kelamı gibi sabit sayılan ve sorgulanmayan bu kendiliğindenci faşist haleti ruhiye, saydığımız kesimlerin varoluş biçimidir ve iç çelişkilerini örten bir birleştirici üst çelişkidir. Bu, o kadar öyledir ki AKP'ye alerji duyan, hatta bir kaşık suda boğmaya hazır muarızları, sırf bu konudaki performansı nedeniyle AKP'yi takdir ve teşvik ediyor.
 
Türklerin bir ulus devlete sahip olması meşru mudur? Elbette. Tartışma götürmez bir hak ve 1923'te sağlandı. Bunun Kürtlerin aleyhinde olması, hatta İngiliz emperyalizminin desteğinde gerçekleşmesi bir başka tartışma konusudur. İngiliz emperyalizminin, etkisi bugüne kadar sarkan ve hala süren 19. yüzyıl siyaseti, Kürtlerin bir ulus devlete sahip olmaması ekseninde şekillendi. Mustafa Kemal ve ekibi buna her dem şükran duydular ve hatta 1928'de İngiliz "dizbağı nişanı" Mustafa Kemal'e verilmeyince, ihmale uğradığını düşünen Kemal'in çok üzüldüğü kayıtlıdır. Dolayısıyla, Osmanlı'nın dağılış zamanı sonrasındaki açık emperyalist işgale direnen Anadolu halkının mücadelesini bir siyasal girdi olarak kendi stratejisine ekleyerek birleştiren ve olanaklı bütün zamanlarda anlaşma yoluyla Türk ulus devleti inşa eden Mustafa Kemal bakımından antiemperyalizm bir gündem maddesi değildir.
 
Fransız modernizmiyle harelenen koyu milliyetçi söylemin antiemperyalizm sayılması bir yüzeysellik işareti olduğu kadar düşünsel skalanın ne denli dar olduğunun göstergesidir. Kemalist milliyetçilik o denli kuvvetlidir ki, 1930'larda Mussolini'nin büyükelçisi takdirlerini ifade ederek aralarında daha yoğun ilişkiler kurulması için çabalar. CHP'de Recep Peker gibi apaçık faşizm sevdalıları vardır ve fakat politik sezgileri kuvvetli Mustafa Kemal bu kadarına izin vermez, kendini bu yakınlığa mesafe koymak zorunda hisseder.
 
Milliyetçiliğin antiemperyalizm diye yutturulması bu topraklarda ne yazık ki mümkün. Osmanlı mirasına aşırı vurgudan Mete Han'a varan askercil toplum ajitasyonu, buna soldan el veren sol Kemalist isimlerin söylemi, üstelik bunun Marksizme uygun olduğu vurguları, kendi ulus devletini kurmuş bir ulusun 'milliyetçiliğinin' bir ulvi değer olarak yüceltilmesi türünden saçmalıklar bunun alıcı yelpazesini genişletmiştir. Bu, aynı zamanda uzun sürmüş bir siyasal ergenlik anlamına gelmektedir.
 
Bütün hırçınlığı ve sevimsizliği ile birlikte bu siyasal ergenliğin kime patladığını tahmin etmek zor değil. Linçler, başka dinlerden-inançlardan ve milliyetlerden olanların tehdit altında tutulmaları çok geride kalmış değil. Kaldı ki, Kürdistan'da süren savaşta yapılıp edilenler ve bunun Türk halk kitleleri arasında yarattığı mitoloji, kayıpların gizlenmesi yoluyla topluma içerilen fetihçilik ideolojisi hala güncel. Mesele PKK değildir ve öyle yansıtmak oldukça hatalıdır. Yakın zamandaki Güney Kürdistan referandumu karşısındaki konumlanma da o denli şiddetliydi. Giderek, adım adım, bütün biçimleriyle birlikte, Türklüğü kabul etmeyen ve kendilerini öyle adlandırmayan, dahası Kürtlüğün de tıpkı Türklük gibi ve o kadar meşru olduğunu, siyasal talepleri bulunduğunu dile getiren herkes bu şiddetin duygusal ve politik muhatabıdır.
 
Bir akım olarak milliyetçilik ile Türkiye'de imal edilen yapay ve varoluşunu yalnızca saldırganlıktan alan milliyetçilik bir değil. Burada imal edilen bir kara milliyetçiliktir. Dolayısıyla, geçen yüzyılın başındaki Yusuf Akçuraların, Mois Kohenlerin, Ziya Gökalpların entelektüel backgrounda sahip milliyetçiliğinden dahi eser yoktur. Salyalı, söz üretme kapasitesini yitirmiş, kendi dışında ne varsa düşman olmakla birlikte zoru görünce yaltaklanan ve öfkesini savunmasız olanlardan çıkaran reaksiyoner milliyetçiliktir güncel olan.
 
Emekçi soldan gelen ve türlü nedenlerle sosyal şoven unsurları taşıyan fakat Kürt varlığını ve haklarını tabi ki tanıdıklarını beyan edenlerin muhatap olacağı soru gayet sadedir. Hiçbir kayıt koymadan Kürtlerin yaşadıkları şu veya bu coğrafyada bağımsız bir ulus devlet dahil kendi kaderini istedikleri gibi belirleme hakkını savunuyor musunuz?
 
Buna, kayıtsız şartsız "Evet" demeyen herkes ama herkes şovenizmin, sömürge siyasetinden beslenen bir milliyetçiliğin pençesindedir. Buradaki politik kurnazlık, Marksist Leninistlerin beynelmilel düşünceleri olduğu, ulusçuluğun komünistlerce bir çözüm projesi biçiminde sunulamayacağı biçimindeki içeriksiz retoriktir. Genel manada ulusçuluk, elbette burjuva devrimleri döneminde hal oyluna konulmuş meselelerdendir. Kürt ulusal sorunu gibi ulus sorunu dünya üzerinde çok değildir. Bir "bölge devrimi" fikriyatına sahip ve pratik politik varoluşunu buna göre düzenleyen devrimcilerin bir ulus lehine ve diğerlerinin aleyhine bir bakışı kabullenmeleri imkansız. Kaldı ki ulusal sosyalizm diye bir şey olmaz ve yirminci yüzyıldaki sosyalizm denemeleri ulusçulukla sakatlanmıştır. Bütün bunların böyle olması başkadır, kendi kaderini tayin edememiş olmak biçimince bir tarihsel haksızlığa maruz kalmış Kürtlerin, tamamen kendi özgür iradelerine bağlı olacak biçimde kendi kaderlerini istedikleri doğrultuda/içerikte tayin etme haklarını koşulsuz savunarak bu haksızlığın giderilmesini savunmak başka. Nüans buradadır, izleri birbirinden ayırt eden ölçü buradadır. Marksist Leninist devrimcilikle milliyetçilik yelpazesinde oradan oraya savrulup durmak, bu ölçüyü tutturmak veya tutturmamakta saklıdır.