Senem Nur Pektaş yazdı | Erkek egemen 'ahlak' ve HPV aşısı
Bu noktada "ahlak" kelimesini sıkça tırnak içine almamız ya da erkek egemen karakteriyle tanımlamamız önemli; erkekler bu söylemi birebir "kendi gericiliklerinden" üretmiyorlar, çağ dışı düşünceler, ahlakçılık, yobazlık gibi genel geçer tariflerle kadınların içinde olduğu bu cendereyi kavramakta eksik kalırız. HPV aşısı gündeminde ahlak argümanı da erkek egemenliğinin kapitalist devletin yardımına koşuşunun bir parçası olarak görülmeli, bir zihniyet problemi olarak değil somut sınıfsal düzlemde ele alınmalıdır.
HPV aşısının ulusal aşı takvimine alınması, Bakan Koca'nın Sağlık Bakanlığı kabinesindeki vaatleri ile yeniden tartışılan bir gündem olarak yükseldi. HPV aşısı yönlü talepler derinleşen yoksullaşma krizi içinde kadın yoksulluğunu işaret ederek talebin ücretsiz olması noktasına odaklanıyor. Bu yazıda farazi olarak ücretinin karşılanabildiği koşulda dahi kadınlar bakımından erkek egemenliği eliyle nasıl "ulaşılabilir" olmaktan çıkarıldığına bakmaya çalışacağız.
HPV aşısının ücretsiz ve ulaşılabilir olarak devlet tarafından sağlanması talebi daha çok genç kadınlar tarafından yükseltildiği ve bir hak olarak tartışılageldiği, talebin sesinin gür olduğu noktalardan biri kampüs olduğu için bu virüs yeni nesil gençliğin ve ilişki yaşayış tarzının "ahlaksızlığının, çok eşliliğinin" açığa çıkardığı bir sorun olarak ele alınıyor. Bu noktada HPV aşısı hakkında konuşulan çoğu ortamda "Evli olup tek eşli olan, bekar olup cinsel ilişki yaşamayan kapmaz" formülasyonu çözüm olarak gösteriliyor. Bunun bir talep olarak açığa çıkması tam da bu nedenle devlet bütçesine bir yük olarak görülüyor. Erkek egemenliği tarafından düzensiz ve ahlaksız bulunan cinsel ilişkiler yaşayan genç kadınların "aşı faturası" ödenmek istenmiyor.
Kamusal sağlık hizmetinin her geçen gün yittiği, sağlığın piyasalaştığı ve sermaye devletinin düşen kar oranlarını emekçilerin haklarından kırparak onarmaya çalıştığı mevcut ekonomik tabloda, erkek egemenliği ve ideolojik hegemonyası halihazırda derinleşen bu kamusal erişim hakkının fuzuli olduğuna dair rıza üretiyor. Kadın düşmanı söylemler üreterek sermaye devletine can simidi oluyor. Düzenli ve sürekli önleme ve tedavi politikasıyla geniş halk kitlelerine ulaştırılmasını kendine yük olarak gören ve sağlık hizmetini özelleştiren günümüz sağlık sistemi, milyonlarca kadının aşı masrafını yüklenmek istemiyor. Bu sayede erkek egemen ahlak söylemleri yoksullaşma krizini derinleştiren bir yerde de duruyor, kadın yoksulluğunu özel olarak üretiyor. Bu ahlak söylemi sayesinde aynı zamanda kadın cinsi, kadın bedeni ve cinselliği "halk dışı" olarak kategorize ediliyor; HPV aşısı talebini halktan uzak ve onun ihtiyaçları yerine kendini önceleyen biçimde "Ne hastalıklar var, bu mu gündem" diyerek gereksizleştirmeye girişiyor. Kadınlar böylece bu söylemle toplumsal olanın dışına itiliyor.
Erkek egemen ahlakın kendini yasladığı cinsel yaşam vurgusu noktasında yaşam gerçekliği ise bize tam tersini söylüyor. Virüsün sebep olduğu rahim ağzı kanseri orta yaşlı kadınlarda daha sık görülüyor ve ölüme sebebiyet veriyor. Bu kadınların önemli bir kısmının ise bir erkekle evli olduğu görülmelidir. Burada çekirdek ailenin tarihsel olarak kuruluşunda erkek egemenliğinin tahsisiyle sadece kadın cinsinin tek eşli ilişki düzlemine geçişinin günümüz izdüşümlerinden birine şahit oluyoruz: Evli erkeklerin çok önemli bir bölümü tek eşli değiller, erkeğin aldatma hakkı kendinde saklı duruyor. Yani, kadın cinsi bakımından ölümcül rahim ağzının kanserinin kadına taşınmasının sorumlusu erkek egemenliğinin ağzıyla söylemek gerekirse "evinin sınırlarında oturmayı reddeden" ve özgürce yaşayan genç kadınlar değil, erkekler. HPV bu nedenle de bağrında bir cins çelişkisini barındırıyor; kadın cinsi önlenebilir bu kanser sebebiyle sağlık hizmeti arayışına girişecek bir bilinç düzeyine bile kavuşamadan erkek egemenliği tarafından kanserin faili ilan edilerek kadınları kadınlara karşı düşmanlaştırmanın bir aracı haline getiriliyor, aklı bulandırılıyor.
Bu virüsü kaptığının farkında olmasa da semptomlarını vücudunda gözlemleyen kadınlar bu yolla yaşadığı sorunları dillendirmiyor, cinsel organındaki her türden hastalık ve rahatsızlığın kendi "iffetsizliği" olarak ele alınacağını biliyor, bunu her zaman bu düşünce akışı içinde ele alıp sonuca ulaşmasa da bedenini gündemleştirmenin, iyileştirme çabasına girmenin hakkı olduğunu bilmez durumda sessiz kalarak bu virüs ve çıktılarıyla yaşıyor. Bir yandan da erkekten bulaştığının bilincinin henüz çok az olsa da yaygınlaşması ile kadın bu virüsü açığa vurarak kendisini "aldatılan kadın" konumuna sokmaktan çekiniyor ve bu filiz halinde bilinç düzeyinde bile erkek egemenliğinin kadın cinsini sanık sandalyesine oturtma pratiğiyle tekrar karşı karşıya kalıyor.
Kadınlar vücutlarındaki semptomların farkına vardığı ve sağlığa erişmek istediği yerde ise bunu gizleyerek yapmak zorunda bırakılıyor. Basit bir internet aramasıyla "182 (Sağlık Randevu Sistemi Hattı) Ses Kaydı Alıyor Mu? Bilgi Paylaşıyor Mu" ya da "Hasta Randevu Kaydı Silme" başlıklarında yüzlerce kadını bulabiliyorsunuz. Kadınlar, jinekolog randevusu almak istemiyor çünkü bunun hastane kaydında babası ya da kocası tarafından görülmesini istemiyor. Hastane kayıtlarında "Jinekolog" ibaresi bulunması bile kadına yönelik şiddetin bir aracı haline getiriliyor, cinselliği ve bedenine dair herhangi bir konuda "insan" olarak ele alınmayan kadın cinsi bu sağlık hizmetinden de yararlanamıyor. Yani, erkek egemenliği eliyle kadınlar daha "ne olduğunun" adını bile koyamadan daha ileriye geçerek aşı ve tedavi için para ekonomik bir arayışa girmeden bile bir filtre koyarak "ulaşılabilirliği" önünde ilk barikatı kuruyor.
Rahim ağzı kanserine yakalanmanın yalnızca "belirli bir yaş üstünde" erkekler tarafından erkek egemen ahlak ölçütü olarak alındığı yanılgısını yeniden düşünmek gerekiyor. Kadın cinsinin bedeniyle ilgili karar alışı ve sağlığına erişimi yeni faşist hareketler etkisiyle geniş genç erkek kitleleri tarafından da bir ahlak ölçütü olarak alınıyor, teknolojinin mevcut düzeyiyle kadının sağlığa erişimi artmış bulunsa da erkek egemenliği buraya da sızıyor ve "kadının sağlığa erişmiş olması" bir erkek şiddeti enstrümanı haline getiriliyor. Genç kadınların sağlık bilgilerine erişmek, bunları sosyal medyada ve özellikle ailesiyle paylaşmak, sevgilisine göndermek gibi yöntemlerle kadınlar bugün sağlığa erişemez hale getiriliyor. Özellikle sosyal medyada gündeme gelen genç kadınların sağlık bilgilerine erişme ve bunları teşhir etme yönlü şiddet yeni bir şiddet türü olarak açığa çıkmış durumda; HPV aşısı olmuş olmak bu noktada erkek egemen saldırıda önemli bir gündem oluyor. Teknolojik dökümantasyonun ve buna erişimin gelişimi ile genç kadınlar sisteme kayıtlı bu cinsel sağlığa erişimine dair kayıtlı bilgileri ile tehdit ediliyor. Erkek egemenliği HPV'ye karşı korunmada ilk aşamada barikat olarak duruyor, barikatı aşmış yani HPV aşısından haberdar olan, bunu olabilecek uygun ortama sahip olan, aşıyı tüm dozlarıyla karşılayabilecek olan bilinç ve ekonomik düzeyde kadınlara da yeni bir saldırı ile kendini gösteriyor.
Bu noktada "ahlak" kelimesini sıkça tırnak içine almamız ya da erkek egemen karakteriyle tanımlamamız önemli; erkekler bu söylemi birebir "kendi gericiliklerinden" üretmiyorlar, çağ dışı düşünceler, ahlakçılık, yobazlık gibi genel geçer tariflerle kadınların içinde olduğu bu cendereyi kavramakta eksik kalırız. HPV aşısı gündeminde ahlak argümanı da erkek egemenliğinin kapitalist devletin yardımına koşuşunun bir parçası olarak görülmeli, bir zihniyet problemi olarak değil somut sınıfsal düzlemde ele alınmalıdır. Yalnızca zihniyet problemi olarak ele almak bizleri erkek kitlelerine derdimizi anlatarak aydınlatma çalışmasına götürür, kadın kitleleri arasındaki çalışmada ise erkek egemen ideoloji etkisiyle bize yaklaşan kadınlara mesafelenmemize yol açar.
Yukarıda sayılı benzer biçimlerde kadınların kanserden sorumlu olduğunu dillendiren milyonlarca kadının olduğunu atlamamak gerek. Bu noktada "2024 yılındayız, ne var ki kadınlar cinselliğini yaşıyorsa" tipi yüzeysel ve kadın özgürlüğüne dair sloganvari söz ve ajitasyon hatalı olduğu için değil fakat yüzeysel kaldığı için aşıyı emekçi kadın kitleleriyle buluşturmamızı sağlayamaz, cinselliğin özellikle de kadın cinselliğinin bugün ezilenler bakımından bir tabu olduğu gerçeğini görerek yaklaşmalıyız. Bu gerçek bizleri tabunun etrafından dolanmaya değil, talep anlatımında temas düzeyimizi artırmak için içeriklendirilmelidir. Emekçi kadın kitleleri ile ilişkilenirken aşı talebimizi sınıf ve cins çelişkisi içinde yoksullaşma krizi eksenini atlamadan aktarmayı önümüze koymalıyız. HPV aşısını sade bir dil ile kadın kırımının bir parçası olarak, kadınların insandan ve halktan görülmeyişi, sağlık hakkının tanınmaması yönüyle ele alarak erkek devletin kadınları nasıl ölüme terk ettiğini de vurgulayarak bu çelişkiyi derinleştirerek devlet-halk düzlemine çekmek de kadın kitle çalışmamızın önünde görev olarak durmaktadır.