17 Aralık 2024 Salı

Senem Nur Pektaş yazdı | Akademi, taciz ve mücadele yöntemi

Tacizci akademisyenlerin tek tek teşhir edilmesi elbette önemli bir başlangıç, ancak yeterli değil. Tacizci akademisyenlerin görevden alınmasını, cezalandırılmasını, unvanlarının elinden alınmasını sağlayacak ve tüm bunlar için üniversite yönetimlerinin yasal düzenleme yapmak zorunda kalacağı, somut talepli ve sürekliliği olan bir hattan yürümek gerekiyor.

Üniversitelerde akademisyenlerin genç kadınlara yönelik tacizi giderek artıyor. Sokaklar gibi kampüsler de bizim için güvenli değil. En son yaşanan iki örnek, bir kez daha evde, sokakta, kampüste, işyerinde tacize ve şiddete karşı mücadeleyi yükseltmekten başka çaremizin olmadığını anlıyoruz. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde görevli akademisyen Mücahit Bora'nın, öğrencisi olan genç kadınları sistematik olarak taciz etmesi geçtiğimiz günlerde bir kez daha teşhir edildi. Onlarca kadın öğrenci, 2024'ün Ocak ayında Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne başvurarak Mücahit Bora'nın tacizci olduğunu söylemiş, yaşadıklarını anlatarak görevden alınmasını istemişti. 10 ayı aşkın süredir dilekçeler işleme konulmadı. Böylece Bora'nın kadın öğrencilere yönelik taciz saldırısına üniversite yönetimi de ortak oldu. Ege Üniversitesi'nde de ise profesör Zeki Eralp Buduneli bundan tam beş yıl önce teşhir edilmiş ve şikayet edilmişti. Hakkında açılan dava beş yıl sürdü ve 10 yıl hapis cezası verildi. Ancak Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanlığı hapis cezasına rağmen Buduneli'nin 4. sınıfların dersine girmesi kararı aldı.

Akademide yaşanan taciz, akademisyen-öğrenci arasındaki hiyerarşik ilişkiden zeminini alıyor. Erkek egemen kapitalist sistemde bilginin tekelleşmesi nedeniyle erkekler akademinin ezici bir ağırlığını oluşturuyor. Yani bilginin öğrenileceği otorite olarak ayrıcalıklı bir konum elde ediyorlar. Bilgiye daha kolay, derinlikli erişmek, akademide yetişmek, daha özel olarak da akademisyen olmak isteyen genç kadınlar; hiyerarşik olarak 'üst'te bulunan erkek akademisyenle karşı karşıya geliyor. Eğer bu ilişki öğrenme/öğretme, yetişme/yetiştirme ilişkisinde resmi olarak tanımlı hale geliyorsa yani profesör-asistan ilişkisini alıyorsa işte o zaman, akademi genç kadınların gayrıresmi köleliğine evriliyor. Bilginin aktarımı ve öğreniminin kişilerin inisiyatifine kaldığı, kolektif öğrenme ve denetim mekanizmalarının olmadığı mevcut üniversitelerde bu durum bir tür kapalı kutu ilişkisi halini alıyor. Asistan genç kadınlar, bir konferansa katılabilmek, bir akademi kurumunda çalışabilmek için erkek akademisyenlerin eline bakar hale getiriliyor. Tam da bu koşullarda taciz, mobbing ile kaynaşık biçimlerde yaşanıyor.

Genç kadınların geleceksizlik, ağır yoksulluk ve işsizlik kıskacında olduğu bu dönemde akademideki taciz, mobbing "olağanlaştırılarak" ses çıkarmamak, yaşananlara gözünü kapamak ve eğitime ya da çalışmaya devam etmek normalleştiriliyor. "Eğer aile evinde kalmak, ağır sömürü koşullarında işçilik yapmak istemiyorsan ve akademik kariyer yapmak istiyorsan bizim çizdiğimiz sınırlarda tacizi, mobbingi kabulleneceksin" dayatması ile genç kadınlar, cinsel şiddete "rıza göstermeye" zorlanıyor. Geçtiğimiz yıllarda Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi'nde tacizci akademisyen O.S, burs ayarlayabileceğini, kendisi ile yurtdışı konferanslarına gelebileceklerini, başvuracakları akademi pozisyonlarında kefil olabileceğini söyleyerek genç kadınları taciz etmişti. Tacize sessiz kalmayanları ise notlarını düşürmek ve burslarını kestirmekle tehdit etmişti. Kadın düşmanı AKP'nin ve erkek yargının cezasızlık politikası erkek akademisyenlere cesaret veriyor ve küçük ayrıcalıklı iktidar alanları yaratıyor. Tacizci akademisyenlerin görevlerinin başında olması ve tüm unvanlarının koruma altında olması bunun en somut sonucudur.

Tacizin nerede başladığını anlamak, sezmek ve çoğu zaman da karşı koymak özellikle üniversitelerde daha zorlaşıyor. Burada özel olarak sosyal statü ve bilgi birikimi farkı da devreye giriyor. Çünkü üniversiteler erkek egemenliğinin en incelikli, en teorize edilerek uygulandığı alanlar. Erkek akademisyenler genç kadınlara yönelik tacizi, genç kadınların şahsına dönük özel bir ilgi olarak sunuyor. "Sen diğer öğrencilerden daha çok öne çıktığın için seninle zaman geçirmek istiyorum", "Okulda tartışma alanları çok sınırlı, dışarıda da buluşalım" teklifleri sistematik tacizin ilk adımları oluyor. Sevgili olma ya da cinsel ilişki teklifleri ile açıktan genç kadınları taciz eden erkek akademisyenler ise "kadın özgürlükçü" kisvesi altında bunu yapıyor. Mücahit Bora da bunlardan biri. Genç kadınlara, "üniversitenin anaokulu olmadığını, burada artık herkesin olgun yetişkinler olduğu için ilişki yaşamanın da doğal olduğunu" söylüyor ve kendilerinden yaşça büyük erkeklerle cinsel, duygusal ilişki yaşayarak genç kadınlara "ufkunu açma" çağrısı yapıyor. Genç kadınların özgürlük arayışını ve mücadelesini açıktan sistematik tacizlerinin gerekçesi olarak sunuyor. Tüm bunları bir "makbul kadınlık" inşası olarak da okumak gerekir. "Makbul kadınlık" daha çok politik islamcı dayatmalar ekseninde ele alınıyor. Fakat, erkek egemenliğinin sızabileceği her delikten kadın cinsini şekillendirme politikası olarak değerlendirilirse, üniversitelerdeki taciz ve cinsel şiddet saldırılarında "tersinden" bir "makbul kadınlık" dayatması olduğu görülecektir.

Kendinden yaşça büyük akademisyenlerle cinsel ilişki yaşamak istemeyen kadınlara "geri kaldığı" söyleniyor, sevgili olmaya zorlamak için "önyargılarını kırma, ufuklarını açma, modernleşme, açık fikirli olma" öğütleri veriliyor. Bu da mı olmadı? Avrupa'daki üniversiteler örnek gösteriliyor. Erkek egemen sistemde tacizin yaygınlığı ve evrenselliği yine tacize gerekçe yapılıyor. Tüm bunlar genç kadınların yaşadıkları tacizin adını koymasında ve ses çıkarmasında büyük bir zorluk yaratıyor. Tacize sessiz kalmayanlar, karşısındakinin "kendini topluma kanıtlamış" erkek akademisyen olmasından kaynaklı ciddiye alınmıyor. Kadınlar "yanlış anlamış" olduğu fikrine itiliyor. Böylece erkek akademisyenlere taciz ayrıcalık olarak sunuluyor.

Yaygınlaştırılan ve cezasızlıkla sistematik olarak ödüllendirilen akademideki cinsel şiddete karşı birleşik bir genç kadın mücadelesini önümüze koymalıyız. Üniversitelerin yoğunlaştığı kentlerde politik faaliyet gösteren genç kadın örgütlerinin, üniversite kadın kulüpleri ve topluluklarının ortak bir söz ve eylemde yan yana gelmesi ve birleşik mücadele ile erkek şiddetine karşı mücadele hattında ortaklaşması önemli. Tacizci akademisyenlerin tek tek teşhir edilmesi elbette önemli bir başlangıç, ancak yeterli değil. Tacizci akademisyenlerin görevden alınmasını, cezalandırılmasını, unvanlarının elinden alınmasını sağlayacak ve tüm bunlar için üniversite yönetimlerinin yasal düzenleme yapmak zorunda kalacağı, somut talepli ve sürekliliği olan bir hattan yürümek gerekiyor. Ders boykotu, üniversite işgali, yaygın ajitasyon ve propaganda faaliyeti, özsavunma dersleri gibi birçok araç ve biçim etrafında yan yana gelmek ilk başta yapılacaklar arasında yer alabilir. İkbal ve Ayşenur'un katledilmesinin ardından üniversitelerde yaygın olarak açığa çıkan erkek şiddetine karşı öfke ve harekete geçme kabiliyetini bu gündem etrafında yeniden canlandırma görevi önümüzde duruyor. Haydi, harekete geçelim.