4 Aralık 2024 Çarşamba

Seçim dönemecinde halk güvenliği ve özsavunma

Her seçim ya da referandum sürecinde özgül bir hile ve zor konsepti devreye sokan faşist iktidar, bugün yine iktidarı kaybetme durumuyla yüz yüzedir ve yine beka siyaseti yürütmektedir. 2023 seçimlerine giderken AKP-MHP faşist blokunun dönemin siyasal koşullarına uygun bir şiddet konsepti belirlediğini görebiliyoruz. Önceki seçimleri kazanmak için iktidar gücünü limitlerine vardırarak kullanan faşist şeflik rejimi, aynı yol-yordamı izleyerek iktidarını elde tutmak istiyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçiminin pek çok özelliğinden söz edilebilir. Ancak bu seçimlerin en ayırt edici özelliği ve en başta gelen konusu seçim ve halk güvenliği meselesidir. AKP-MHP faşist blokunun politik sözcülerinden peş peşe gelen malumun ilamı açıklamalar ve faşist terör hazırlıkları, 2023 seçimlerinin hangi siyasal mecra ve karakterde gelişeceğini şimdiden haber veriyor. Faşist şeflik rejimi, seçim saldırı konseptini daha başından ilan etmiş bulunuyor. Sırasıyla üç sağlam done ve gösterge faşist saldırı konseptinin çerçevesini ve niteliğini açıkça ortaya koyuyor. Kayseri'de aday tanıtım çalışması sırasında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın "Vur de vuralım, öl de ölelim" sloganına, "Bekleyin onun da zamanı gelecek" cevabını verdi. Bu cevap faşist şeflik rejiminin işleyen seçim saldırı konseptine girişi ifade ediyor ve seçim mücadelesi sürecinde paramiliter kuvvetlerin halk güvenliğini tehdit edecek şekilde hazırlandığını kanıtlıyor.

Hulusi Akar'ın hemen akabinde Fatih Erbakan'da aynı saldırı konseptini dillendirdi. Cumhur İttifakına seçim sürecinin başında iltihak eden politik İslamcı Yeniden Refah Partisi Lideri Fatih Erbakan, bir TV kanalında Hüda-Par'la ilgili "HDP ve PKK'ya karşı sandık güvenliği için denge unsuru olarak ittifakta yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada bir faydası olabilir" açıklaması yaptı. Hüda-Par'ın Cumhur İttifakındaki kritik misyonunu ve özellikle Kürdistan'da seçim günü "sandık güvenliği" adı altında paramiliter güç olarak kullanılacağını itiraf etti.

Seçim saldırı konseptinin üçüncü verisi ve kanıtı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderdiği talimat yazısıdır. Kontrgerilla ve iç savaş bakanı Süleyman Soylu bugüne kadar hiçbir seçimde olmayan bir uygulama emri verdi. Jandarma güçlerinin seçim günü birliklerinde hazır kıta bekletilmesinin buyurdu.

Bu siyasal olgular hasadı, somut saldırı hazırlıkları ve işleyen süreç, AKP-MHP iktidarının seçim sonuçlarını tanımayacağına işaret ediyor. Somut veriler durumu yeterince açıklayıp berraklaştırıyor. Faşist devlet dersinden edindiğimiz hakikat bilinci ve özdeneyimlerimiz bize, AKP-MHP faşist blokunu aynı yol-yordamla iktidarını elde tutmak istediğini söylüyor. Verili duruma bu feraset ve bilinçle bakalım biraz. Politik islamcı AKP iktidarı, 2015 7 Haziran seçiminde ilk esaslı ve tarihsel yenilgisini aldı. HDP'nin ezilen halklarımız lehine ortaya çıkardığı temsil tablosunu hazmedemedi, siyasal iradeyi tanımadı. AKP ve Türk burjuva devleti durumu kendi lehine çevirmek için yeniden seçim kararı aldı. Haziran-Kasım arasında bir şiddet konjonktürü oluşturdu. Bu dönemde iç savaş yöntemlerini devreye soktu. Seçim güvenliğini ve halk güvenliğini ortadan kaldırdı, kitleleri korkuyla pasifize eden bir terör konsepti uyguladı. Seçim büro ve mitinglerine bombalı saldırılarla başlayan faşist terör kampanyası Amed, Suruç, Ankara, Antep kitle kıyımları boyutuna ulaştı. AKP iktidarı dünyada eşi benzeri az görülen kitle katliamlarına ve baskıya başvurdu. Seçimi 'şok ve dehşet doktrini'ne dayalı özel savaş yöntemleriyle kazandı. İzleyen tüm seçimler ve referandum benzer kitle pasifikasyonu, korku iklimi ve olağanüstü hal koşullarında geçti. Dolayısıyla 2015'ten bu yana gerçekleşen bütün seçimlerin olağanüstü koşullarla kitlelerin pasifize edildiği süreçler oldu. AKP-MHP faşist iktidarı istisnasız tüm kaybetme momentlerinde aynı kazanma prosedürünü uyguladı. Zor ve hile yoluyla siyasal sonuç aldı. Faşist şeflik rejimini anayasal olarak tesis eden 2017 referandumunun AKP-MHP iktidarı tarafından YSK ve diğer enstrümanlarla nasıl tersine çevrildiğini biliyoruz. Keza İstanbul seçimlerinin yenilenmesi için de böyle bir hamle yaptı, fakat başarısız kaldı.

Her seçim ya da referandum sürecinde özgül bir hile ve zor konsepti devreye sokan faşist iktidar, bugün yine iktidarı kaybetme durumuyla yüz yüzedir ve yine beka siyaseti yürütmektedir. 2023 seçimlerine giderken AKP-MHP faşist blokunun dönemin siyasal koşullarına uygun bir şiddet konsepti belirlediğini görebiliyoruz. Önceki seçimleri kazanmak için iktidar gücünü limitlerine vardırarak kullanan faşist şeflik rejimi, aynı yol-yordamı izleyerek iktidarını elde tutmak istiyor. 

Bugünkü saldırı konseptinin üç sacayağı üzerinden kurgulandığını söyleyebiliriz. Kontrgerilla bakanı Süleyman Soylu-Hulusi Akar önderliğinde örgütlenen seçim saldırı konseptinin sacayaklarından birini jandarma ve polis güçleri oluşturuyor. İkinci sacayağında ise, geniş bir paramiliter örgütler yer alıyor. Burada birleşik faşist bir paramiliter ordu gücü söz konusudur. Aynı zamanda birer kontrgerilla aparatları olan SETA, SADAT, Hüda-Par, İHH, MHP, mafya örgütleri, dinci tarikatlar bu birleşik faşist paramiliter ordunun başlıca güçleridir. YSK, bu saldırı konseptinin üçüncü ayağını tamamlıyor. YSK kritik yargı darbeleriyle seçimlerin kaderini belirleyici pozisyonundadır. Yapılan yeni yargıç atamalarıyla seçimin YSK vasıtasıyla gasp edilmesinin tüm imkanları hazırlanmıştır. Öte yandan, depremden dolayı ilan edilen bölgesel olağanüstü hal yürürlüktedir. OHAL kararlarıyla deprem bölgesi ve Kuzey Kürdistan bütününde seçim çalışmalarını kısıtlayan yasak ve faşist saldırılarla at başı ilerleyeceği açıktır.

Görünen köy kılavuz istemez. 2015 Kasım seçimlerine giden süreçte AKP iktidarı DAİŞ'i bir maşa olarak kullandı. Bugün ise DAİŞ'in o günkü işbirlikçisi Hüda-Par'ı kullanıyor. Bilindiği gibi Hüda-Par DAİŞ'i destekledi. Kobanê serhildanı momentinde Kürdistan'ın pek çok yerinde, özellikle de Amed'te Kürt özgürlük hareketi güçlerine silahlı saldırılar yaptı. Kontrgerilla örgütü Hüda-Par, MHP ile birlikte Cumhur İttifakının ana paramiliter vurucu gücüdür. Kuzey Kürdistan'da seçim iradesini çalma ve gasp etme görevini üstlenmiştir. MHP ise, paramiliter rolünü Türkiye ve Kuzey Kürdistan sathında ikili bir işlevle yerine getirecektir. HDP'nin seçime girmemesi nedeniyle YSK MHP'ye üçüncü parti olarak sandıklarda görevli bulundurma hakkı tanıdı. MHP'nin tüm sandıklara paramiliter güçleri teksif etme ve AKP'nin milis güçleriyle birlikte sandıklarda hakimiyet kurma imkanını daha da kuvvetlendirdi. Kelimenin gerçek anlamıyla bu seçimde de bir seçim ve sandık güvenliği sorunu önümüzde duruyor.

Faşist şeflik rejiminin hüküm sürdüğü koşullarda seçim güvenliği ve halkın güvenliğinden söz edilemez. Dolayısıyla iki katmanlı gerçek bir güvenlik sorunuyla, sınıf savaşımının politik ifadesiyle faşist terör tehdidi ve tehlikesiyle karşı karşıyayız. Birincisi, seçim güvenliği, sandık/oy güvenliği sorunudur. İkincisi, halklarımızın halkın can güvenliği sorunudur. Faşist diktatörlük rejimlerinde halkın güvenliği temel ve süreğen bir sorundur. Çünkü faşizm sermayenin açık terörcü diktatörlüğü olarak ezilen ve sömürülenleri daima şiddet araçlarının marifetiyle yönetir. Faşist diktatörlük halk düşmanı rejim karakteriyle her dönem halk güvenliği sorununun kaynağıdır.

Seçim mücadelesi ve faaliyeti aynı zamanda bir güvenlik ve saldırılara karşı kendini savunma konusu olarak ele alınmalıdır. Seçim güvenliği, salt sandıkların güvenliğine ve korunmasına indirgenemez ve daraltılamaz. Geniş anlamda siyasal varlık, faaliyet ve iradenin her alanda korunması anlamına gelir. Faşist şeflik rejimi koşulları altında siyasal varlığını sürdürüp asgari bir özdeneyim biriktirmiş tüm emekçi sol hareketimiz, içinde bulunduğumuz seçim mücadelesi dönemiyle bir seçim ve halk güvenliği bilinciyle ilişki kurmalıdır. Bir seçim rutini biçiminde akıp giden genel görüntü aldatıcıdır. Bu aşamada emekçi sol hareket birleşik seçim mücadelesi platformlarında seçim çalışmalarının güvenliğini özel olarak gündemleştirmeli ve örgütlemelidir. Antifaşist halk komiteleri seçim ve halk güvenliğinin özsavunma örgütleri olarak işlevlenmelidir. Seçim çalışmalarının güvenliği aynı zamanda halklarımızın güvenliği kapsar. Seçim mücadelesi dönemi boyunca faşizme karşı halklarımızın güvenliğinin ve özsavunmasının örgütlenmesi elzem ve ihmal edilemez bir görevdir. Özsavunmanın örgütlenmesi öncelikle kitle çalışmalarının güvenlikli bir şekilde yürütülmesi önlemlerini kapsar. Faşist baskı, yasak ve saldırılara karşı bir hazırlığı, karşı koyuş araç ve biçimlerinin örgütlemesini şart koşar. Halklarımızın temsilcisi adayların, seçim konvoylarının, seçim bürolarının ve mitinglerin güvenliğinin özel olarak örgütlenmeli; faşist saldırılara karşı tüm siyasal faaliyetlerin özsavunma imkanları ve araçlarıyla güvenli hale getirilmesi hedeflenmelidir. Antifaşist meşru örgütlenmeler bu dönemlerin açık meşru mücadele araçlarıdır. Bu çalışmalarda görev alan kuvvetlerin sandık güvenliğinin sağlanması ve olası seçim gaspına karşı mücadele içinde hazırlanması eşyanın tabiatına uygun olacaktır. Halklarımızın seçim iradesinin zor ve hileyle gasp edilme darbesine karşı isyan, barikat, blokaj ve tüm hayatı durduran bir genel halk direnişi örgütlemek hak ve devrimci görevdir. Faşist saldırılara karşı halklarımızın özsavunması sorunun güncel ve can alıcı hale gelmiştir. Tam da bu uğrakta devrimci sosyalistlerin Antifaşist Halk Komiteleri ve halklarımızın özsavunması yoluyla seçimin güvenliğini sağlama çağrısı ve çabasını büyütmenin zamanıdır. Faşizme karşı Antifaşist Halk Komitelerinde örgütlenmeye!

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 21 Nisan tarihli 112. sayı başyazısı.