24 Kasım 2024 Pazar

Seçim baskını ve darbecilik

Seçim mücadelesini Saraya karşı burjuva alternatiflerin başarısına bağlayanlar halklarımızı derin bir yanılsamaya sürüklediklerinin farkında olamalılar.
Baskın seçim kararı ile Erdoğan-Bahçeli faşist ittifakı, normal koşullarda yapılacak bir seçimde istedikleri düzeyde oy ve destek alamayacaklarının bilincinde hareket ediyorlar. Karşılarına çıkan bırakalım demokratik muhalefeti, burjuva muhalefete dahi müdahalede bulunuyorlar. Onlara göre, sandıktan çıkmaları için her şey mubah. Gözlerini karartmış bir biçimde sağa sola saldırıyorlar. Faşist şef baskın seçim kararıyla muhalefeti hazırlıksız yakalayarak inisiyatifi elden bırakmak istemiyor. Fakat işler şefin istediği gibi gitmeyebilir. Bunun telaşı içinde hareket ediyorlar. Sağa sola saldırmaları, herkesi tehdit etmeleri telaş ve korkunun göstergesi. Burjuva cenahtan rakiplerinin kim olup olmayacağına dahi kendisi karar veriyor. İstediği partiyi seçime sokuyor, istemediği partiyi seçimlerde saf dışı bırakmaya çalışıyor. Kürdistan'da Kürt seçmenin HDP'den koparılması için, seçime girme yeterliliği olmadığı halde kontra parti HÜDA-PAR'ı bir gecede seçime sokabiliyor. AKP ve Saray koalisyonu muhalefet saflarında ve halkta "Ne yaparsanız yapın kazanamazsınız" duygusu inşa etme yöntemi izliyor. Bunun için her türlü yöntem devreye sokuluyor. Paraysa para, tehditse tehdit, rüşvetse rüşvet, yalansa yalan ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Baskın seçimi bir çeşit darbe olarak geliştirdiler şimdi bununla yetinmeyerek seçimleri 7 Haziran 2015 sürecinin devamı niteliğinde bir darbe sürecine dönüştürüyorlar.
 
Bir süreden beri Erdoğan'ın eskiden "Kardeşim" dediği Abdullah Gül'ü Erdoğan'ın karşısına çıkarmaya çalıştılar. Saadet Partisi, Gül'ü burjuva muhalefetin ortak adayı olarak ileri sürdü. Fakat işler biraz ciddiye binince faşist şef, Genelkurmay Başkanı ve ve Saray'ın sözcüsü İbrahim Kalın'ı Gül'e göndererek adaylıktan vazgeçirdi. Bu durum açık ki, adı konulmamış bir darbe yöntemidir. Gül'ün niteliğinden bağımsız olarak bu durum, seçimlere doğrudan müdahalenin bir ürünüdür. Bu baskını bir çeşit muhtıra olarak da adlandırabiliriz.
 
Menderes'in 1957'de Fuat Köprülü'nün aday olmasını engellemek için özel yasa çıkardığı biliniyor. O zaman Köprülü'nün Demokrat Parti'den kopuşların önüne geçmek için adaylığı engellendi. Şimdi de işler çetevari yöntemlerle yürütülüyor. Erdoğan, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a haber gönderip aday olmamasını istemişti. Buna rağmen Demirtaş, adaylığını çekmediği gibi "Seni Başkan yaptırmayacağız" diyerek önemli bir çıkış gerçekleştirdi.
 
Şimdi benzer bir tutum geliştirdi. En yüksek apoletli generali helikopterle gönderip darbeci bir yönteme başvurmaktan geri durmadı. Böylece Gül'ün aday olması durumunda AKP'den olası kopuşları engellemeye çalıştı. Anlaşılan işler yolunda değil. Zaten İstanbul'daki konuşmasında yüzde 48,6 oy oranı ile gerilemesini, en fazla oy aldığı ilçelerde kaybetmesini gündeme getirerek bunu dışa vurdu. 
 
Faşist koalisyonun diğer ortağı Bahçeli, Gül'ün aday olmamasından duyduğu memnuniyeti dışa vurarak sevincini gizlemedi. Tehdit işe yaramıştı. Gül, tehdit karşısında geri adım attı fakat bunu dolaylı bir biçimde eleştirel bir geri adıma dönüştürdü. Şimdiye kadar aynı politik güzergahta top koşturan Gül'e kurtarıcı payesi biçenlerin az olmadığını söylemekte fayda var. En fazla hayal kırıklığına uğrayanlar da Gül seçeneğine ciddi olarak inanan burjuva liberaller oldu.
 
Gelişmeler bir kez daha gösterdi ki, rejim krizi sadece devleti yöneten faşist Sarayla sınırlı değil. Kriz, burjuva muhalefet için de geçerli. Onlar politik İslamcı bir faşistin karşısına yine faşist ve politik İslamcı bir adayla çıkma hesabı yapıyorlar. İşin aslı varken sahtesi ile uğraşmayı ve halkın Saraydan kurtulma beklentilerini oyalayarak sönümlendirme yolunu izliyorlar. Dolayısıyla burjuva gerici muhalefetin halkın Saray'dan kurtulma beklentilerine yönelik bir stratejisi de mecali de yoktur. 2015 seçimlerinde Erdoğan'ın karşısına Erdoğan çizgisinde Ekmeleddin'i gösterdiler. Böylece Erdoğan'ın seçilmesinin yolunu açtılar.
 
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi (SP) ve Demokrat Parti (DP) 4'lü ittifak yapma konusunda prensipte anlaştı. DP'nin İYİ Parti listesinden, diğer partilerin kendi ad ve listeleriyle seçime katılacağı belirtiliyor.
 
Burjuva muhalefet, adalet, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, demokrasi, yargı bağımsızlığı, bağımsız ve tarafsız cumhurbaşkanı, herkes için huzur, varlık, birliktelik, barış ve refah gibi temel prensiplerin bulunduğu çerçeve üzerinde anlaştığını açıkladı. Kendilerine de "Demokrasi ittifakı" adı verdiler. Faşist ve İslamcı bu partilerin geçmişte halklarımıza karşı işlediği suçları da biliyoruz. Kürt karşıtlığı üzerinden kendilerini konumlandıran bu ittifakın nasıl demokrasi ittifakı olacağına varın siz karar verin. 
 
Şu gerçeği bir kez daha vurgulamakta yarar var. Yaşanmakta olan seçim süreci darbe sürecinin bir parçası. 7 Haziran'da başlayan ve 1 Kasım'da devam eden, 4 Kasım'da HDP eş genel başkanları ve milletvekillerinin gözaltına alınıp tutuklanması ile belli bir aşamaya gelen sürecin bütünü olarak okumakta fayda var gelişmeleri. Dolaysıyla Erdoğan seçimleri kaybetse de halkın iradesine saygı duyarak çekileceğini beklemek ham hayaldir. 24 Haziran'da Erdoğan seçilemediği durumda 7 Haziran seçim sürecinde olduğu gibi sonuçları tanımama, iç savaş kışkırtıcılığı ve devrimci demokratik güçlere saldırma üzerinden yeni bir seçim planını devreye sokabilir. Üstelik bu planı saray medyası açık açık dillendiriyor da. Seçimler mevcut koşullarda önemlidir ve mücadelenin önemli bir aracıdır. Halk Saraydan seçimle kurtulacağı beklentisi içerisindedir. Fakat 2 Mayıs'tan itibaren HDP, demokratik bir alternatif olarak, halklarımızın ortak demokratik odağı olarak kendisini konumlandırır, halktaki yanılsamaları giderecek söylemleri geliştirirse 25 Haziran için gerçek bir hazırlığa dönüşebilir.
 
Seçim mücadelesini Saraya karşı burjuva alternatiflerin başarısına bağlayanlar halklarımızı derin bir yanılsamaya sürüklediklerinin farkında olamalılar. Her şeyden önce OHAL koşulları altında, meşruiyetini kaybetmiş, her türlü baskı hile ve zorbalıkla halkın eğilimlerini hiçe sayan bir iktidar gerçeği ile yüz yüze olunduğu unutulmamalıdır. OHAL koşulları altında yapılacak seçimlerin daha baştan hiç bir meşruiyeti yoktur. Hilenin, hurdanın, çalmanın yasalaştırıldığı bir seçimin meşruiyeti hiç olmaz. Darbecilikle sürekli iktidarda kalmak isteyen bir iktidara karşı burjuva ve faşist alternatifler değil, demokratik alternatifi büyüterek, sokağı ve halkı örgütleyerek yanıt vermek en isabetli yoldur.