21 Kasım 2024 Perşembe

Savaş ve işgale karşı inisiyatif

Kitlelerdeki savaş karşıtı öfkeyi bir kaldıraç olarak kullanıp, işçi sınıfı ve ezilenlerin siyasetini yükseltmeyi esas dert haline getirmek önem kazanıyor. Bunun belki de ilk şartı iktidarı teşhir edip, burjuva muhalefete seslenmekle yetinen "yaralı kuş" siyasetini ve seçim merkezli hayalleri hızlıca terk etmek ve işçi sınıfı ve ezilenlerin "saldırı" pozisyonuna geçebilecekleri bir merkezi inşa ve işaret etmek...

Faşist şefin emperyalistler arası pinpon topu siyaseti topyekün yenilgi – topyekün savaş seçeneklerine sıkışıp gürültüyle çöküyor. Öyle bir çöküş ki, "Reis'in emriyle" milli görevini ifa eden insan kaçakçıları gibi bir abukluğa ve insanlığın canlı yayında botlarla ölüme yollandığı bir distopyaya dahi şahit oluyoruz.

Öte yandan, her tezkereye 'Evet' ile koşan, "İdlip'te çok güzel şeyler yapılıyor, askerimiz neden çekilsin ki?" diye soran, asker cenazeleri gelmeye başlayınca huzursuzluk pozları veren ama ardından düşük bütçeli Yenikapı'nın devam filminde figürasyon kapan CHP'nin gerici siyaseti de çöküyor. Cumhur ve Millet ittifakları "İşgal ittifakında" birleşiyor.

Peki, ya sınırlarını mültecilerden korumak için gerekenin yapılacağı tehdidini savuran mülteci pazarlıkçısı AB'nin "insan hakları" sıvasına boyanmış duvarları? Onlar da çökmüyor mu?

Adını doğru koyalım. İdlip'te emperyalistiyle, işbirlikçisiyle, faşistiyle, muhalefetiyle, kısacası her katı ve kanadıyla bir bütün olarak burjuva sınıfın siyaseti çöküyor.

Ama burjuva siyasetinin çökmesi kendiliğinden sınırsız, sınıfsız, özgür bir dünyanın doğması anlamına gelmiyor. Çünkü maalesef kitleler de çöken yapının altında kalıyor. Onları bu zangırdayan binadan dışarı çıkarmak gerekiyor. İyi de, bu nasıl olacak?

Öncelikle "Halk" algımızı faşizmin kitle tabanı haline gelmiş olanların ya da sosyal medyadaki paralı trollerin tepkilerinden yola çıkarak oluşturmaktan vazgeçmeli. Milyonlarca işçi-emekçi yaşanan tüm çelişkileri, tutarsızlıkları, alçaklıkları ve bu topyekün cinayeti görüyor, biliyor. Biliyor ama bu siyasi cenazeyi nasıl, daha doğrusu kimin kaldıracağını kestiremiyor. Böyle olunca da kendiliğindenci bir "Gidecekler!" avuntusuna saplanarak seçimleri beklemekten öteye geçemiyor.

İşte tam da bu yüzden kitlelerdeki savaş karşıtı öfkeyi bir kaldıraç olarak kullanıp, işçi sınıfı ve ezilenlerin siyasetini yükseltmeyi esas dert haline getirmek önem kazanıyor. Bunun belki de ilk şartı iktidarı teşhir edip, burjuva muhalefete seslenmekle yetinen "yaralı kuş" siyasetini ve seçim merkezli hayalleri hızlıca terk etmek ve işçi sınıfı ve ezilenlerin "saldırı" pozisyonuna geçebilecekleri bir merkezi inşa ve işaret etmek...

Bugün bu merkez ilk etapta yürümeye niyeti olan tüm sol, sosyalist yapıların, ilerici sendikaların, kadın örgütlerinin, meslek örgütlerinin, Alevi derneklerinin bir araya geleceği savaşa ve işgale karşı bir inisiyatif olabilir. Ancak böylesine açık, ve gövdeli bir adım kitlelere somut bir adres sunabilir ve bir çekim merkezi oluşturabilir. Bu inisiyatif kendi adı, bayrağı ile var olmalı, tüm bileşenlerin eş zamanlı duyurusuyla cüretli bir şekilde ilan edilmeli ve en önemlisi kitleler doğrudan bu inisiyatif altında mücadeleye çağırılmalıdır.

Bu inisiyatif doğrudan bir merkez olarak kurulabileceği gibi, önceden ya da sonradan "Savaşa Karşı İşçiler", "Savaşa Karşı Kadınlar", mühendisler, esnaflar vb. şeklinde alt örgütlenmelerin birliği olarak da inşa edilebilir. Böylece sahiplenme ve farklı eylem ve propaganda biçimlerinde uzmanlaşma, yaygınlaşma da sağlanabilir.

"İşgale ve Savaşa Hayır" bayrağı altında toplanacak bu merkez(ler)in yakın talebi Türk Devleti'nin Suriye ve Rojava'daki tüm askeri varlığın sonlandırılması olmalıdır. "Suriye'de ne işimiz var?" sorusunun gizlediği sahte devlet-millet bütünlüğü sınıflarına ayrılmalı, işgalden kimin çıkarı, kimin zararı olduğu işçi-emekçi kitlelere anlatılmalıdır.

Örneğin açıktır ki Suriye'de El-Kaide'ci çeteleri korumak ve halka krizi unutturmak isteyen Erdoğan'ın işi var. İmar-inşaat projesi kovalayacak müteahhitin işi var. Milliyetçi histeriden nemalanmaya çalışan CHP'nin işi var. Doğal zenginliklere el koyacak tüccarın işi var. Silah üretip satacak patronun işi var. Birbirine diş geçirecek emperyalistlerin işi var. Yalısını kaybetmek istemeyen Hilâl'in işi var!

Ama tahtakurulu yatakta yatan amelenin; grev yapması ve örgütlenmesi yasak olan işçinin; yoksulluktan kendini yakan işsizin; seçme-seçilme hakkı bile olmayan Kürdün; 600 TL doğalgaz faturası ödeyen asgari ücretlinin; günde 20 TL ile geçinmek zorunda kalan öğrencinin Suriye'de hiçbir işi yok, olamaz da!

Bu tip inisiyatiflerin geçmişte imza birliği olarak kaldığı, basın açıklamasından ya da devletin zorla sterilize ettiği mitinglerden öteye gidemediği biliniyor. Bu yüzden sadece bir araya gelip propaganda metinleri üretmek yerine sürekli ajitasyon, yazılama vb. kitle faaliyetleri ile beraber daha ileri eylemlilik hattını da esas almak hayati önem taşıyor.

Kizin netleştirdiği saflar ve çelişkiler işgal ve savaş karşıtı siyasetin esas hedefidir. Örneğin, krizin faturası dediğimiz şey somuttur. Doğalgaz, elektrik, su faturasıdır, kredi kartı ekstresidir, zamlanan metrobüs biletidir, ekmektir. Burjuvazinin bu faturaları bize fatura ettikleri her yer, yani İGDAŞ, Halk Ekmek, okul kantini, bankalar, elektrik ve su idareleri eylem ve işgal alanıdır. Emekçi halkın sorununun Suriye ve Rojava değil, kapitalist kriz olduğu, işgal ve savaşa derhal son verilmesi gerektiği buralarda haykırılabilir, geniş kitlelere bu yolla cesaret aşılanabilir.

Bu işgalci – sömürgeci savaşa rızanın da, burjuva muhalif tepkinin de özellikle mültecilere olan nefret üzerinden örgütlendiği bir gerçek. Bunu sadece mültecilerin ölüme gönderilmesinde değil, Maraş ve Kayseri'de gördüğümüz üzere Suriyelilerin ev ve dükkanlarına yönelik linçlerde de görüyoruz. Dolayısıyla bu inisiyatifin mültecilere yönelik aktif bir dayanışma hattı geliştirebilmesi gerekiyor. Bu, linçlere karşı onları mahallelerinde fiziken savunmaktan, geçiş kararı alanlara gıda-barınma vb. yardımları örgütlemek kadar çok geniş bir eylem hattını içeriyor.

Tüm bunların yanında kent meydanları, mahalleler, vardiya çıkışları Faşist şefi, burjuva muhalefeti ve emperyalist kudurganlığı kesintisiz ve ayrımsız bir şekilde teşhir etmenin doğal mekanlarıdır. Buralarda ses yükseltmek bugün daha da önemlidir, zira rejim, son yıllarda emekçi solun varlığının sıkıştığı Kadıköy'ün göbeğinde yüzlerce faşisti tekbirlerle yürüterek sokakları devrimci eylemlilikten önce faşist terörün teslim almasını istemektedir. Bu alçaklar ikinci yürüyüşlerini yapamamalıdır. Emekçi semt gençliği sokakları bu çakal sürülerine terk etmemelidir.