23 Kasım 2024 Cumartesi

Saray'ın 2019 stratejisi ve baraj tuzağı

Bahçeli'nin baraj tartışmasını kendini kurtarmak için gündeme getirdiği fikri hiç de yabana atılır gibi görünmüyor! Ne var ki, bu görüntünün tuzağın ta kendisi olduğunu düşünmek için oldukça fazla veri var.
Devlet Bahçeli'nin seçim barajını 'ağır' olarak niteleyen açıklamasının ardından başlayan tartışmaların ardı arkası gelmiyor. Düzen partilerinin konuyu MHP'nin Saray ittifakı ile birlikte eriyen toplumsal tabanı ve İyi Parti faktörünün basıncına bağlı biçimde tartışması anlaşılır görünse de emekçi sol güçlerin önemli kesiminin de bu tuzağa düşmesi ve tartışmayı 'baraj kaldırılsın' darlığından ele alması en azından düşündürücü olmalıdır.
 
MHP'nin demokrasi gibi bir kaygısının olmadığını biliyoruz! Dahası, ezilenlerden yana politika yapan güçlerin burjuva siyaset denklemini bozan bir güç haline gelmesini engellemek için 12 Eylül cuntası tarafından düzenin güvenlik sübaplarından biri olarak yasalaştırılan yüzde 10 barajının HDP ile birlikte delinerek sistemi krize sürükleyen bir güce erişmesi gerçeğini MHP'nin nihayet kabul ettiğini düşünecek kadar naif olmak için de bir neden yok. Buradan bakıldığında, Bahçeli'nin baraj tartışmasını kendini kurtarmak için gündeme getirdiği fikri hiç de yabana atılır gibi görünmüyor! Ne var ki, bu görüntünün tuzağın ta kendisi olduğunu düşünmek için oldukça fazla veri var.
 
'Başkanlık sistemi' tartışmaları hatırlansın. Bu tartışmaların bir bölümü de seçim sisteminde yapılması planlanan değişikliklerle ilgiliydi. Saray'ın diktatörlük projesinin temel unsurlarından biri olan tüm siyasi mekanizmanın 'başkan'a bağımlı olabilecek biçimde kurgulanmasıydı. Bunun için seçim sisteminin meclisteki aritmetik dengenin 'büyük partinin' lehine, tek başına çoğunluk ve hükümet olmaya el verecek biçimde düzenlenmesi gerekiyordu. Bu bakımdan, secim sisteminin ve bağlı olarak barajın değiştirilmesi ilk andan itibaren 'tek adam' projesinin unsurlarından biri olarak gündemdeydi. 16 Nisan referandumunda 'Hayır'ın büyük kentler başta gelmek üzere tüm Türkiye ve Kürdistan'da önde çıkması ve 'Evet'in ancak YSK eliyle organize edilen bir hırsızlık operasyonuyla alınabilmesi seçim sistemi değişikliğinin 2019 hazırlığının öncelikli konularından biri olarak ele alınmasını beraberinde getirdi. Konu, Haziran ayında bizzat Saray-AKP tarafından dile getirildi. Çeşitli seçenekler kulis bilgisi olarak havuz medyasına servis edilerek Saray kalemşorları eliyle ısıtılmaya başlandı.
 
Hazırlığı yapılan seçenekleri iki başlık altında kategorize edebiliriz:
 
Birincisi, yüzde 10 barajını koruyarak daraltılmış bölge sistemine geçmek.
İkincisi, barajı yüzde 5 ya da yüzde 7'ye düşürerek daraltılmış bölge sistemine geçmek.
Üçüncüsü, barajı tamamen kaldırarak ya da sembolik bir seviyeye çekerek dar bölge sistemine geçmek.
 
Dar bölge sistemini esas olarak tüm siyasi coğrafyayı her milletvekiline bir bölge düşecek biçimde parçalara ayırmak biçiminde tarif edebiliriz. Daraltılmış bölge sistemi ise metropoller başta gelmek üzere görece büyük kentlerin belli sayıda vekil çıkaracak biçimde parçalara ayrılması anlamına geliyor. Yani, mesela İstanbul hali hazırda üç seçim bölgesine bölünmüşken, dar bölge olması durumunda 97 bölgeye, daraltılmış olması halinde ise (bölgeler 5 vekil temelinde düzenlendiği durumda) 18 bölgeye ayrılacak.
 
'Büyük' partilere avantaj sağlaması iki sistemin de temel özelliği. Tüm siyasi coğrafya bakımından belli bir oy oranına sahip partiler, her halükarda mevcut sistemde çıkardıklarından daha fazla vekil çıkarabiliyor. Dar bölge sisteminde baraj yok ya da sembolik gibi görünse de bölge başına büyük partilerin oy oranı doğal baraj haline geliyor. Yani, baraj gerçekte düşmüyor, yükseliyor. Daraltılmış bölge bakımından da büyük partiler avantajlı oluyor. Metropol kentler küçük bölgelere ayrıldığında seçmeni geniş bir alana dağılmış halde bulunan partilerin oyları belli alandaki setlere takılarak her alanda belli bir oranın üzerinde olan büyük partilere yazılacak. Siyasi coğrafyanın bölgelere göre eğilimleri dikkate alındığında bu sistemlere göre kıyı şeridinde CHP, iç bölgelerde AKP, Kürdistan'da ise HDP ve AKP vekil çıkaracak. Ancak AKP'nin vekil sayısında ciddi bir artış olurken, CHP'de küçük bir gerileme, HDP'de ise esası Türkiye kentlerindeki vekiller olmak üzere önemli bir gerileme olacak. Seçmen yoğunluğu olmaması nedeniyle böylesi bir değişimin en büyük kaybedeni MHP olacak. Son seçim anketlerinde 7 Haziran düzeyine gerilemiş olan AKP, böylece MHP ile birlikte meclisin baskın çoğunluğunu (sisteme göre 2/3 ya da 3/4'ünü) ele geçirerek tüm denetim mekanizmalarından azade bir pozisyon elde etmeyi murat ediyor. Okur, haklı olarak iyi de MHP kendisine kaybettirecek böylesi bir değişikliği niçin gündeme getiriyor, diye sorabilir. Bu sorunun cevabı MHP'nin uzak ve yakın tarihine bakılarak verilebilir. Sorunun cevabı 12 Eylül'de kapatılan, dahası lideri ve bir çok yöneticisi tutuklanan MHP'nin lideri tarafından telaffuz edilen 'Biz içerideyiz (hapishanede) ama fikrimiz iktidarda' sözlerindedir. MHP, kontrgerillanın aktif unsurlarından biri olarak yürüttüğü faşist saldırganlık siyaseti, katliam ve provokasyonlarla 12 Eylül askeri faşist cuntasının yolunu döşeyerek yükselen devrimci muhalefeti bastıracak bir siyasi rejim hedefine ulaşmıştı. Aynı akıl, yakın tarih bakımından da işlemeyi sürdürmektedir. Kendi başına siyasi bir varlık gösteremeyen MHP, AKP ve kontrgerillanın Saray rejimi temelinde kaynaşmasına dayanarak daralan ve küçülen fiziki varlığına karşın yeni kurulan iktidar denklemi üzerindeki siyasi ağırlığını arttırmaktadır. Bir siyasi parti olarak faşist düzenin bekası için fiziki varlığını feda etmekte ama aklını yeni rejimin karakterize edici unsurlarından biri haline getirmektedir. 7 Haziran sonrası gerçekleşen Saray darbesine çanak tutan, 15 Temmuz darbe girişiminin Saray cuntası lehine iç edilmesine aktif bir biçimde destek vererek 'Yenikapı' ittifakına katılan ve hemen ardından 16 Nisan'a uzanan 'başkanlık' tartışmasını ortaya atarak Saray faşizmine yol açan MHP'yi yöneten temel fikir aynıdır: Faşist kontrgerilla rejiminin bekası...
 
'Başkanlık' sistemi tartışmasını açarak Saray'a yol veren MHP, şimdi de baraj tartışması ile seçim sistemi tartışmasını tetikleyerek Saray rejiminin üzerinde durduğu kırılgan dengenin düzen aleyhine bozulmasını engelleyecek güvenlik mekanizmalarının oluşturulmasına önayak olmaktadır. Ve bu girişim, Saray-MHP ittifakının 2019 planının aşamalarından biridir. Devlet Bahçeli, bu gerçeği, “Şayet önümüzdeki siyasal süreçte bloklaşma sertleşir, cepheleşme kesinleşirse, CHP yanına HDP ve diğer yedeklerini alıp 16 Nisan'ın rövanşını almak için çalışmalarına hız verirse, MHP buna duyarsız ve tepkisiz kalmayacaktır. Partimiz, 7 Ağustos Yenikapı ruhu ve 16 Nisan halk oylaması şuurunun gereği olarak AK Parti ile Cumhurbaşkanı Hükümet etme sistemini 2019'da tam manasında tesis etmek maksadıyla, sonuna kadar birlikte ve yan yana mücadelesini sürdürecektir” sözleriyle açıkça ilan etmektedir.
 
Sonuç olarak, seçim barajı konusunu Sarayın 2019 hazırlığından bağımsız 'anti-demokratik baraj' darlığı ile tartışan herkes bu tuzağa düşmektedir. Faşist Saray-MHP ittifakı barajı kaldırmaya değil gittikçe büyüyen kriz ögelerinden doğabilecek siyasi tsunamilere karşı düzeni koruyabilecek daha yüksek bir baraj inşa etmeye odaklanmıştır. Bu baraj, yine Devlet Bahçeli'nin deyişi ile '%50+1'dir.