Reyhan Hacıoğlu: Birleşik bir mücadele hattı örmemiz lazım
Kürdistan basın tarihinin toplumsal ve siyasal gelişmelerden kopartılamayacağına dikkat çeken Yeni Yaşam gazetesinden Hacıoğlu, basının, Kürdistan'daki soykırım politikalarından doğrudan etkilendiğini söyledi. Basının bir mevzi olarak toplumsal mücadelede yer tuttuğuna işaret eden Hacıoğlu, bu mevziye tüm toplumun sahip çıkması gerektiğini söyledi, "Birleşik bir mücadele hattı örmemiz lazım" diye ekledi.
Dört parça Kürdistan'da gazetecilerle yaptığımız röportaj dizimizin üçüncüsünde bir dönem Kuzey Kürdistan'da gazetecilik yapan Reyhan Hacıoğlu konuğumuz. Kuzey Kürdistan'da Kürt gazetecilerin yaşadığı baskılara işaret eden Hacıoğlu, Güney Kürdistan, Rojhilat ve Rojava'da gazetecilere yönelik tutuklama, katliam saldırılarına işaret etti.
Özgür basın emekçilerine yönelik saldırılara karşı birleşik bir mücadele hattınız örülmesinin önemine dikkat çeken Hacıoğlu'nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Yeni Yaşam gazetesinden Hacıoğlu sorularımıza şu yanıtları verdi:
Öncelikle Kuzey Kürdistan gazetecilik tarihine ilişkin bilgi verebilir misin?
Kürt halkı kadim bir halk. Ortadoğu halkları gibi. Biz teknik olarak tarihi 1898'de yayınlanan Kürdistan gazetesi ile başlatıyoruz. Sonra 1930'lu yıllarda Bedirxani ailesinin öncülük ettiği Hawar gazetesi.
1970'li, 80'li yıllara geldiğimizde Serxwebûn gazetesinin -Mazlum Doğan öncülüğünde çıkan- Kürt halkının hem direniş hem de tarihsel niteliği açısından çok ciddi bir yeri ve önemi vardır. Çünkü bu yıllar Türkiye tarihi açısından en kanlı dönemin olduğu bir tarihti. Kürt halkına yönelik, inkar ve asimilasyonun en üst seviyede yaşandığı bir dönemdi. O yüzden yazınsal açıdan çok ciddi bir boşluğa denk geliyordu. Serxwebûn bu dönemde ortaya çıktı. Bugünkü basın faaliyetini, 30-40 yıllık sürekli yayıncılığı, 90'lı yıllardan başlatmak gerekiyor. Çünkü özgür basın derken biz tarihi akışı buradan başlatıyoruz.
KÜRDİSTAN'DA SÜREN SOYKIRIM POLİTİKALARINDAN BASIN DA ETKİLENDİ
90'lı yıllardan bahsederken elbette Kuzey Kürdistan'da, Türkiye'de, halkların ve özellikle Kürt halkının yaşadığı ciddi bir soykırım vardı. O tarihlerde faili meçhuller, katliamlar vardı. Bunlardan basın olarak bizler de çok etkilendik. Bu dönemde özgür basında iki önemli isim karşımıza çıkıyor. Musa Anter ve Gurbetelli Ersöz.
Gurbetelli Ersöz'den bahsederken vurgulamak lazım. Kürt basın tarihi açısından dünyada -ya da en azından bizim bildiğimiz- ilk kadın genel yayın yönetmeni olması açısından ayrı bir değeri var.
90'lı yıllar, bir avuç muhalif sosyalist ve yurtsever insanın bir araya gelerek geliştirdiği bir basın tarihimiz söz konusu. Çünkü o dönemlerde bir darbe dönemi yaşanmıştı. Kürdistan'da çok ciddi saldırılar vardı. Kürt halkı, Türkiye toplumu ciddi baskı altındaydı. Bütün bunları anlatacak yayıncılığa ihtiyaç vardı.
ÖZGÜR BASIN KİRLİ SAVAŞ SUÇLARINI TEŞHİR ETTİ
Aynı zamanda cesur ve bedel gerektiren bir misyon yüklendi özgür basın. 90'lı yıllara geldiğimizde Yeni Ülke, Toplumsal Diriliş ve sonrasında Welat, Özgür Gündem'le devam etti yayıncılık hayatına Kürt basını. O dönemde 25'i aşkın -belki de dünya tarihinde hiçbir yerde olmayan- basında çalışan arkadaşımız katledildi. Dağıtımcılarımız, muhabir arkadaşlarımız katledildi, tutuklandı. Mesela kendi kişisel gazetecilik tarihim açısından da gazeteciliğe başlarken unutmadığım bir cümledir. Bir arkadaşımız, "Nazım Babaoğlu habere gitti ve henüz dönmedi" demişti. O zaman daha 25 yıl geçmişti ve şu an 30 yıl geçti. 30 yılı aşkın bir süredir arkadaşımızdan haber yok. Bu aslında Kürt gazeteciliğinin, özgür basının nasıl bir yolculuk yaptığının somut örneklerinden olsa gerek.
Yine 90'lı yıllarda Türkiye tarihi açısından çalkantılı yılların olduğu dönemlerde o bahsettiğimiz faili meçhuller ve katliamlar aynı şekilde basında da devam ediyordu. Nitekim zaten o süreçte katledilenlerden biri de Metin Göktepe'dir. Bu da yine muhalif basının hangi koşullar altında yayın yaptığının en önemli örneklerindendi.
2010'lara geldiğimizde Kürt sorunu bu ülkenin en önemli sorunlarından biriydi. Özgür basında bu anlamda Kürdistan'da yaşanan savaş suçlarını, insanlık suçlarını teşhir eden bir noktadaydı. Savaş ya da Kürt sorununda ne zaman inişli çıkışlı süreçler yaşansa bunları basın olarak bizler de fazlasıyla yaşıyoruz.
Bu koşullar altında 2015'e geldik. Özyönetim süreci dediğimiz Kürdistan'da çatışmalı süreçlerin yaşandığı bir dönemdi. Sonrasında bu günkü iktidarla kol kola olan cemaatin -kendilerince iktidarın darbe girişimi diye nitelendirdiği- bir süreç yaşandı. Sonradan Allah'ın lütfuna dönüştürülerek bütün muhalif basına yönelik bir darbeye dönüştürüldü. 2016 yılında özgür basının birçok kurumu kapatıldı, birçok arkadaşımız tutuklandı, işsiz kaldı, aldığı cezalardan sürgün edildi. Yakın tarihe baktığımızda en önemli dönemlerden biri 2016 yılı karşımıza çıkıyor. Biz, hem gerçeklerin karanlıkta kalmayacağını hem de özgür basın geleneğinin devam edeceğini söylüyoruz. O yüzden 2016 yılında birçok kurumumuz kapatıldı, basın alanı daraltıldı. Özgür basın 90'lı yılları yaşamış bir gelenek olarak; 2016 sürecinden bugüne geldiğimizde; ajanslar, televizyonlar -hem Kürtçe hem Türkçe- çok sayıda yayınla hayatına devam ediyor. Bu sadece Kuzey için geçerli bir durum değil. Kürdistan'ın dört parçasında ve bugün aslında beşinci parça olarak nitelendirdiğimiz birçok insanın ne yazık ki sürgün yaşadığı Avrupa'da da özgür basın geleneği birçok mecrada yayınını sürdürüyor.
KÜRDİSTAN'DA GAZETECİLİK BEDEL GEREKTİRİYOR
Kuzey Kürdistan'da gazeteciler nelerle karşılaşıyor?
Türkiye'deki sorunlardan biri demokratikleşme sorunu. Bu noktadan baktığımızda savaş, Kürt sorunu karşımıza çıkıyor. Elbette ki Türkiye'nin toplumsal, siyasi, ekonomik anlamda çok ciddi yaşadığı krizleri var. Bu noktada da bunun yayıncılığını yapan Kürt gazeteciler, özgür yayıncılık da her anlamda, her dönemde hedef olmuştur.
90'lı yıllarda katledilmekten, yok edilmekten, faili meçhullerden bahsederken sonraki yıllarda mesela şu an ciddi hukuki yargı kıskacıyla karşı karşıyayız. Hemen hemen özgür basında çalışan bütün arkadaşlarımızın bir soruşturması, davası vardır. Bir dönem gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Kuzey Kürdistan bir savaş sahası. Somut örneklerden birini vermek gerekirse, birkaç yıl önce Van'da iki insan operasyon bölgesine götürülmüş ve helikopterden atılmıştı. Bu çok ciddi bir insan hakkı suçudur. O dönem bu haberi yapan Mezopotamya Ajansı başta olmak üzere Jinnews muhabirleri ve oradaki bütün muhabirler, muhalif olan herkes tutuklanmıştı.
Saldırılarda ciddi bir vahşet, soykırım ve insanların yakıldığı bir süreci de geçirdik. Bunları aktaran gazeteciler de ipin ucunda derler ya öyle bir durum yaşadı. Kürdistan'da gazetecilik yapmak her dönemde bedel gerektiren bir durumdur. Bugün de en ufak hak ihlalini anlatan arkadaşlarımızın hesaplarına erişim engeli geliyor. Bizler açısından ne yazık ki bunu en hafif kısmı olarak görüyoruz. Ama genel itibariyle tutuklanıyoruz, gözaltına alınıyoruz. Bu anlamda halkların yaşadığının bir yansıması olarak bizler de benzer şeyler yaşıyoruz.
KADIN GAZETECİLER HER DÖNEM SALDIRILARIN HEDEFİNDE OLDU
Kadın gazetecilerin özel olarak maruz kaldığı sorunlar/saldırılar neler?
Her dönem Türkiye'de kadınlar çok ciddi saldırı altında. Devlet mekanizmasının kadınlara düşmanca politikalar uyguladığı bir dönemden geçiyoruz. Haliyle bundan kadın gazeteciliği, kadın gazeteciler olarak bizler de aynı etkileniyor. Jinnews'e çok sık erişim engeli getiriliyor, ki dünyanın ilk kadın haber ajanslarından biridir. Yine Jin TV'de çalışan arkadaşlar sahada taciz ve baskıya maruz kalıyor. Özgür Gündem döneminde Binewş diye bir kadın ekimiz vardı. Hemen hemen yayınlanan bütün yazılara soruşturma açılmıştı. Özgür Gündem de o dönemde ciddi bir savaş teşhirciliği yapıyordu. O dönem, Binewş'in ekibinde yer alıp soruşturma açılmayan yoktu. Devletin totalde, kadınlardan ne kadar korktuğunu, lokal olarak baktığımızda da kadın gazeteciliğinin önemini hem de bu anlamda devlete bir baskı mekanizması geliştirdiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Kürt kadın gazetecileri de bu anlamda aslında hemcinslerinin, dünyanın neresinde olursa olsun yaşadığı sorunların aynısını yaşıyor diyebiliriz. Evet savaş bölgesi olunca koşullar farklı olabiliyor, baskılar artabiliyor.
GAZETECİLER DÜN ÖLDÜRÜLÜYORDU BUGÜN YARGI KISKACI ALTINDA
Basın çalışanlarının mesleki, insani haklarını koruyan yasalar söz konusu olduğunda Türk devleti taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri uyguluyor mu?
Tabi bu rafa kaldırılmış durumda. Bunu sadece gazetecilik, basın anlamında söylemiyoruz. İnsan hakları anlamında da AHİM'in aldığı kararların uygulanmadığını görüyoruz. Yine Anayasa Mahkemesinin aldığı kararları alt mahkemelerin uygulamadığı süreçler yaşıyoruz. O yüzden, Türkiye'de bir hukuk sistemi var mı? Belki buradan tartışma yürütülebilir.
Evet uluslararası sözleşmeler var. Nitekim Türkiye'nin bizzat tarafı olduğu, -direkt basınla ilgili olmasa da- İstanbul Sözleşmesi kadınların emek vererek elde ettiği kazanımdı. Ama Türkiye tek taraflı olarak bundan çekildi. O yüzden, uluslararası sözleşmelerde Türkiye'nin imzası olması kendi açısından uyduğu/uyacağı anlamına gelmiyor. Bugünde, biz gazeteciler olarak bunu yaşıyoruz. Uluslararası basın örgütleri, tutuklandığımızda ya da benzeri olaylar yaşadığımızda yer yer bizlerle dayanışıyor, ama dayanışmanın ötesine geçmiyor.
İktidar, yeni yasalar çıkardı. Bizim sansür yasası olarak nitelendirdiğimiz 2 yıl önce çıkan dezenformasyon yasası çıktı. Sonraki pratikleri de yine halkı kin ve nefrete sürüklemek, yalan haber yaymak gibi hukukta yeri olmayan bazı kavramları hukuklaştırarak bizler üzerinde bir yargı kıskacı, sopası haline getirdi.
BASIN MESLEĞİ KRİMİNALİZE EDİLİYOR
Türkiye'de çok sayıda tutuklu gazeteci var. Neredeyse, Avrupa'da birinci olabilecek bir tutukluluk sayısı. Yine her yıl düşünce ve ifade özgürlüğü verileri açıklanıyor. Türkiye 180 ülke arasında 158'inci sırada. Örneğin uluslararası kurumlar Türkiye'ye, "sizde düşünce ve ifade özgürlüğü neden bu kadar geride" diye sorduğunda tutuklu olan bizler ve arkadaşlarımız için "Onlar gazetecilik yapmadı" denilebiliyor. İşte o yüzden bizler "örgüt üyesi olmak", "propaganda yapmak", "halkı kin ve nefrete sürüklemek" gibi nedenlerle yargılanıyoruz. Gazetecilik mesleği kriminalize ediliyor. Bizler gazeteci olarak kabul edilmiyoruz ki uluslararası hukukta bir karşılığı olmasın, Türkiye'ye bir yaptırım gücü olmasın. Bu iktidarın çok uzun süredir uyguladığı bir politika. Yani teknik olarak baktığımızda hem hiç hukukta hem uluslararası hukukta bizleri koruyan, koruması gereken çok sayıda yasa var. Ama uygulanabilirliği noktasında, ne yazık ki özgür koşullarda gazetecilik yapabileceğimiz hiçbir hukuk yok.
SÖMÜRGECİ POLİTİKAYI TEŞHİR EDEN GAZETECİLER HEDEFTE
Bugün Kuzey Kürdistan'da, Kürt basınının yaşadıkları sadece bizlere özgü değil. Dört parça olarak Kuzeydoğu Suriye'de, Rojhilat'ta, Federe Kürdistan bölgesinde arkadaşlarımız -ki buralar savaş bölgesi- Türkiye'nin saldırıları nedeniyle çok daha ağır koşullar altında çalışıyor. Kuzeydoğu Suriye'de, bir yandan Şam hükümetinin baskısı söz konusuyken, arkadaşlarımıza son yıllarda çok ciddi suikastlar yapıldı.
Jin TV'nin, Çıra TV'nin çalışanları ve birçok kadın arkadaşımız orada suikasta uğradı ve hayatını kaybetti. Biz bunları mesleki olarak ifade ediyoruz, ama bu yaşadıklarımız, tarihsel süreçten bağımsız şeyler değil. Örneğin Kuzeydoğu Suriye'de, halkların bir arada yaşadığı yeni bir yaşam inşası var. Bunu anlatan, aktaran kimler? Oradaki basın mensubu arkadaşlarımız, gazeteciler. O yüzden oradaki sistem hedef alınıyor. Her gün oradaki insanların üzerine bombalar yağıyor/yağdırılıyor, hastaneler hedef alınıyor. Bunları yansıtan gazeteci arkadaşlarımız hedef alınıyor.
Keza, Federe Kürdistan'da tarihsel durumdan bahsederken -biz KDP'nin işbirliği ve yol göstermesiyle diyoruz- Türkiye'nin çok uzun süredir orada gerçekleştirdiği saldırılar vardır. Geçen sene, Nagihan Akarsel gazeteci arkadaşımız Süleymaniye'de bir suikasta uğradı. Bugün veriler açıklandı, 8 ayda 22 insanın katledildiği bir gerçeklik söz konusu. Son olarak Süleymaniye'de Gülistan Tara ve Hêro Behaddîn katledildi. "Bu insanlar niye katledildi" dediğimizde Federe Kürdistan'daki Türkiye'nin üst kurması çıkıyor karşımıza. Türkiye'nin kendisine ait olmayan bir toprakta yaptığı kimlik kontrolü, yürüttüğü politika karşımıza çıkıyor. Varılan bir mutabakat, köylerin bombalandığı, halkın göçertildiği gibi şeyler karşımıza çıkıyor. Bunları gösteren kim? Bugün katledilen arkadaşlarımız. Totalde baktığımızda; soykırım gerçekliği ile karşı karşıya olan bir halk söz konusu. Bunu anlatmaya çalışan bir avuç gazeteci, özgür basın, Kürt basını... Türkiye'de belki bugün eskisi gibi açık açık bizleri infaz edemiyor "demokratikleşme" adı altında ama burada yapamadığını diğer parçalarda Kürt gazeteciler üzerinde gerçekleştiriyor.
MOLLA REJİMİNİN GERÇEKLİĞİNİ AÇIĞA ÇIKARAN KADIN GAZETECİLER HEDEFTE
Yine Rojhilat'ı ayrı değerlendirmek lazım. İran'da ciddi baskı söz konusu. Özellikle kadınlara yönelik. Birkaç yıl önce Jîna Amini eylemleri yaşandı. "Jin, jiyan, azadî' sloganı bugün dünyada yankılanırken Kürt kadınlarının ödediği bir bedel, kazanımdı. Oradaki kadınların da neler yaşadığını ortaya çıkarttı. İran'da bu haberleri ortaya çıkartan oradaki gazetecilerdi. İran'daki gazeteci kadın arkadaşlarımızdı. Kürt kadın gazeteciler, genel olarak gazeteciler aynı saldırılarla karşı karşıya. Örneğin Kürt gazeteci Pexşan Ezîzî idam cezası almış bir arkadaşımız. Neden? "Jin, jiyan, azadî' eylemlerini haberleştirdiği için. Yani diğer parçalara baktığımızda da aslında bizler açısından durum çok farklı değil. Özgür basın çalışanlarına dönük saldırı burada yaşadığımızın bir benzeri, hatta kat kat fazlasını aşan bir durum.
BASIN BİR MEVZİDİR TÜM TOPLUM SAHİP ÇIKMALI
Yaşananlara karşı neler yapmak gerekiyor?
Mücadeleyi tek boyutlu değerlendirmemek lazım. Bugün nasıl ki halklar, işçiler, kadınlar, emekçiler var olmak ve haklarını almak için direniyorsa gazetecilik de böyle bir şey. Ben basını bir mevzi olarak tanımlıyorum. Eskiden; dördüncü güç olan şu an birinci güç olan -özel savaş dediğimiz- propagandanın da yürütüldüğü bir alan basın ve gazetecilik. Bu anlamda sadece bizlerin değil, bütün toplumun da sahip çıkması gerek. Bilgi alma hakkı kutsaldır. Türkiye'de anayasada belirtilir, uyulur, uyulmaz ayrı; bilgi alma hakkı, dünyanın her yerinde temel insan haklarından biridir. Şu an toplum ciddi saldırı altında ve elbette ki aracı olduğumuz için ilk yöneldikleri bizler oluyoruz. Hem toplumun haber alma hakkına sahip çıkması lazım hem de bu mesleğin bir gerçeklik olduğunu bizlerin her seferinde daha yüksek sesle ifade etmemiz gerekiyor.
BİRLEŞİK MÜCADELEYİ ÖRMEK ZORUNDAYIZ
Hayır gazetecilik suç değil, yapılmak zorunda. Bizde isterdik hani derler ya börtü böcek haberleri yapmayı. Ama bugün katliamlar yaşanıyor, hak ihlalleri yaşanıyor. Cezaevlerinde tecrit…
Yaptığımız haberlerin niteliğine baktığımızda çok ağır haberler yapıyoruz. Bunlar bizi de mutlu eden bir noktada değil. Bir gün bunlar ortadan kalktığında gazetecilik de 'sıradan' bir şeye dönüşebilir. Ama o güne kadar hem toplum hem kendimiz hem mesleğimiz için ciddi bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Gülistan ve Hêro'nun katledilmesinde çok ciddi bir dayanışma gösterildi. "O iki insan gazeteciydi" diye refleks gösterildi. Bunun daha yüksek gösterilmemesinin nedeni iktidarın yarattığı algı ve manipülasyondu. Buna karşı da mücadele yürütmemiz lazım. Çünkü sadece toplum değil gelecek kuşaklar içinde. Bizler teknik bir iş yapmıyoruz. Mesleki olarak yaptığımız işle tarihe tanıklık ediyoruz. Bugün bir bedel gerektiriyor. Hiçbirimiz kahraman değiliz. Ama ahlaki ve vicdani olarak sorumlulukla hareket ediyoruz.
Birleşik bir mücadele hattı örmemiz lazım. Bazen böyle kavramlar kullandığımızda sanki siyasal bir mecradan bahsediliyormuş gibi algılanıyor. Değil. Bence bunun en önemli noktalarından biri kendilerini muhalif olarak nitelendiren basın kuruluşlarının aynı hakikat için mücadele yürütmesi gerekiyor. Ancak böyle başa çıkabiliriz. Yoksa lokal olarak herkes kendi içinde mücadele ediyor. Özgür basını da ifade ederken yıllardır süren bir gelenek diyoruz. Basın açısından da daha fazla bedel vermememiz için, daha güçlü, ciddi bir dayanışma ve ortaklaşma zemini gerekiyor.