Özenç Özyürek yazdı | Anayasa bir ihtiyaç mı?
'Kim anayasa istiyor' sorusuna verilecek net yanıtlar, oluşacak metnin içeriğini ve neyi amaçladığını da bize gösterecektir. İktidarın istediği devletin faşist yapısının korunacağı, buna koşul olarak baskı aygıtlarının güçleneceği ve burjuvazi adına egemenlik hakkının tekçi faşist şef Erdoğan tarafından sürdürülmesinin koşullarını sağlayan bir anayasadır. Egemenler kendilerine yönelik artan toplumsal itirazları da hesaba katarak rejim krizini, faşist devlet yapısını muhafaza edecekleri ve hatta güçlendirecekleri, yeni bir anayasa ile çözmek istiyor. Bu, tüm topluma boyun eğdirme planıdır.
Son on yılda anayasaya ek iki temel metin yasalaşmasına rağmen bir kez daha yeni bir anayasa isteği dile getirildi. AKP Başkanı Erdoğan'ın yeni bir anayasanın ihtiyaç olduğunu belirten çıkışı, tüm politik hesap ve niyetlerin yanı sıra hiç kapanmamış bir tartışmayı da yeniden su üstüne taşıdı.
Türkiye'de Kanun-i Esasi'yi saymazsak tam altı adet anayasa yürürlüğe kondu. Yine de, her anayasa bahsi geçtiğinde, bunlardan iki tanesi kaçınılmaz olarak konuya dair referans olur: 1921 ve 1924 Anayasaları. Üç yıl gibi kısa bir zaman diliminde hazırlanmış olan her iki metin de farklı siyasal konuların ve güç dengelerinin sonucudur. Metinlerden ilki, savaş halindeki 1. Meclisin; ikincisi ise muzaffer olan 2. Meclisin ürünüdür. Birinciyi çoğulcu ve kapsayıcı, ikinciyi ise tekçi ve inkarcı bir ruha büründüren içerik, dönemin koşulları ışığında incelendiğinde daha anlaşılır olacaktır.
Emperyalist paylaşım savaşının ardından ağır bir yenilgi yaşayan Türk burjuvazisi ve onun iktidarı, elindeki son pazarlarını da emperyalist burjuvaziye kaptırmak istemeyince 'kurtuluş' savaşına tutuştu. Bu savaşın kurmayı/merkezi, çökmekte olan Osmanlı devletinin asker, bürokrat ve sivil kadrolarınca Ankara'da kurulan 1. Meclisti.
Yeni açılan mecliste taşlar henüz yerine oturmamıştı. Tüm iç uzlaşmazlıkların yanı sıra meclisin toplumsal desteği zayıftı. Bu nedenle meclisin ilk çıkarttığı yasalardan biri hayli dikkat çekici oldu. Savaş halindeki meclis, kamu ormanları üzerinde tasarruf hakkını düzenleyen bir kanun çıkarttı. "Baltalık Kanunu" olarak bilinen 11 Ekim 1920 tarihli bu yasaya göre, köylüye, devlete ait ormanlık alanların iki hektarlık kısmını baltayla budayarak mülkiyet edinme hakkı veriyordu.
Lozan Barış Antlaşması'na kadar yürürlükte kalan bu konuyla ilgili dikkat çeken yan, elbette ki ormanlarda yaşanan doğal tahribat değildi. Her sınıf gibi burjuvazi de halk desteğine ihtiyaç duyuyordu. Anadolu da kurulacak ulusal ordu için köylü yığınları bu yolla ikna edilmeye çabalanırken büyük toprak sahiplerinin zengin tarım arazileri üzerindeki mülkiyeti de muhafaza edilebilmişti. Böylece bir atışla iki isabet sağlanmış oluyordu.
Toplumsal destek tam anlamıyla kazanılmasa da belli bir meşruluk elde edilmişti. Ankara çevresinde başlayan isyanlar da bastırıldıktan sonra meclis, Anadolu üzerinde pekiştirmişti; ama kendi içerisinde 'kırk yamalı bohça'dan farksızdı. İlk andan itibaren M. Kemal ve eski ittihatçı dava arkadaşları arasında, büyük bir rekabet ve çatışma başlamıştı. Meclis ilk açıldığında yapılan başkanlık seçiminde somutlanan bu kavga M. Kemal'in ittihatçı rakibini bir oy farkla geçip başkanlığı kazanmasıyla geçici süreliğine ertelenmişti.
Tüm bu kıran kırana süren kavganın ortasında 1921 yılına gelindiğinde meclisteki güç odaklarını bir araya getiren yeni bir 'tehlike' ortaya çıkacaktı. Anadolu'da örgütlenen ve halkçı bir yapıya sahip Kuvay-i Seyyare milisleri ve onun lideri Çerkes Ethem'in varlığıydı bu. Konya ve Yozgat gibi isyanları bastırıp, Salihli'de Yunan ordusunu durdurarak halk nazarında prestij kazanan Çerkes Ethem ve efelerinin saf dışı bırakılmaları gerekiyordu.
Ancak oraya gelmeden, henüz Ethem'e yönelmeden önce burjuvazinin esas korkusu Bakü'de kurulan Türkiye Komünist Partisi'ydi. Sovyet devriminin de Anadolu'da yarattığı itibarla komünistlerin bertaraf edilmesi ertelenemez bir mesele haline gelmişti. Anadolu'ya hakim tek otorite lazımdı ve o da elbette burjuvaziye ait olmalıydı.
Mustafa Suphi ve Ethem Nejat'ın liderliğinde kurulan TKP, Anadolu'ya gelip ulusal kurtuluş savaşına dahil olmak ve ona önderlik etmek istiyordu. Bu sebeple, Ankara'daki meclisle temasa geçtiler. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Ankara'ya ulaşma çabaları, 15 TKP yöneticisinin Karadeniz'de katledilmesiyle son bulacaktı.
Bu komplonun ardından sıra Çerkes Ethem'e gelmişti. M. Kemal, batı cephesindeki ordunun Ethem'in üzerine sürülmesi emrini verdi. Esaslı bir çarpışmaya girmeyen, Anadolu halkının çocukları birbirini öldürmesin diyen Ethem, Yunan ordusuna sığındığında Kuvay-i Seyyare'de tasfiye edilmiş oldu. 1921 yılının ilk iki ayında Türk burjuvazisi ve feodal toprak beyleri için iki hayati 'tehlike', bizzat meclis tarafından bertaraf edilmiş oldu. Komünist ve halkçı karakterdeki iki mücadele odağı tamamen ezilmişti. Bu tasfiyelerle birlikte egemen sınıflar derin bir soluk alırken, Ankara'da da M. Kemal duruma hakim olmaya başlamıştı.
Türk burjuvazisi ve feodal toprak beylerini birleştiren komünizm korkusu ortadan kalkınca eski hesaplar açılacaktı. Tüm bunlardan önce ise, bu kavganın galipleri mecliste kendi sınıfsal etkinliğini garanti altına alacak girişimlere başladı.
Burjuvazi ulusal mücadeledeki önder konumunu sürdürmek istiyordu; aynı zamanda verilen sözlerin ve ileri sürülen vaatlerin gerçekleşme vaktiydi. Ancak bu şekilde ilerlenebilirdi. Meclis, az sayıda maddeden oluşan bir metin üzerinde uzlaştı. Bu 1921 Anayasasıydı. Anayasanın bugün dahi en fazla tartışılan yanı ise hiç şüphesiz ki, bölgesel yönetime izin veren yapısıydı.
Anayasa, Sivas ve Erzurum kongrelerinde sağlanan Kürdistan temsilcileriyle Kemalistlerin konsensüsünün meclis tarafından kabul edilmiş haliydi. Esasen Misak-ı Milli sınırları Türk burjuvazisi ve feodal toprak beylerine ait olacak; feodal Kürt beylerine imtiyaz tanıyacak bir özerklik tesis edilecekti. Böylece Osmanlı'dan devralınan sömürgeci hukuk sürdürülecekti.
Bolşevik TKP ve halkçı Kuvay-i Seyyare'nin imha edildiği bir siyasal platformda da başka türlüsünün gerçekleşmesi beklenemezdi. O günün siyasal koşulları altında uzlaşma sağlansa da Türk burjuvazisinin doymak bilmeyen iştahı, Turancı-Türkçü ideolojisi nedeniyle Kürt beyleriyle yapılan anlaşma bozulacak ve verilen sözler tutulmayacaktı. Henüz o katletme ve direniş günlerinin gelmesine çok zaman vardı. Şuan egemen sınıfların tüm bölüklerinin, Anadolu ve Kuzey Kürdistan iç pazarını İngiltere ve Fransalı emperyalist devletlerin yağmasına karşı himaye edebilmek için el ele vermesi gerekiyordu.
Meclis içerisindeki ayrılıklar günden güne büyüyordu. Cepheden gelen Sakarya savaşı öncesindeki başarısızlık haberlerinin de etkisiyle çatışmalar derinleşmişti. Tam da bu koşulların ortasında, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ve Cafer Tayyar gibi kıdemli paşaların başını çektiği 2. grup isimli fraksiyon oluştu. Bunlar mecliste muhalif kanadı temsil ediyordu. İlan edilen anayasayla M. Kemal'in liderlik ettiği ve ileride Halk Fırkası adını alacak olan "Müdafa-i Hukuk" grubu konumunu sağlamlaştırsa da artık açıkça görülen bir iç iktidar kavgası vardı. Ve bu, idam ve hapis cezalarıyla bastırılana kadar sürecekti.
Savaşın bitiminin ardından uluslararası alanda 'kalıcı' bir statüko kuruluyordu. Artık iç politik savaşım ön plana çıkacaktı.
16 Nisan 1923'de dağılan meclisin yerine bu misyona uygun yeni bir meclis kuruldu. Tarihe 2. Meclis olarak geçen bu mecliste yeni güç ilişkileri oluşmuştu. Muhalif 2. grup zayıflarken Kemalistler iktidarın mutlak sahibi olma yolundaydı. Muhalif grubun etkin isimlerinden Rauf Orbay başbakanlıktan uzaklaştırılmış, akabinde de 2. meclisin ilk toplantısı yapılmıştı.
Tüm bu siyasal koşullar ve yeni kurulan kuvvet dengesi içerisinde tekrardan anayasa yapma gereği duyuldu. Bu anayasa yeni kurulan cumhuriyetin de karakterini belirleyecekti.
Henüz 1. Meclis açık ve işgal sürüyorken birçok söz verilmişti. Bunlar 1921'deki anayasayla da resmen teminat altına alınmıştı. Üç sene sonra ise Ankara'da çok farklı bir ruh hakimdi. Anayasa da bu ruha ve dönemin atmosferine uygun bir içerikte hazırlandı. Şimdi verilen sözlerden cayma fırsatı doğmuştu. Lozan masası kurulunca köylüye ihtiyacı kalmadığını anlayan, 'Baltalık Kanunu' kaldırılmıştı. Şimdi ise emperyalistlerle mütareke yapan Türk burjuvazisi ve feodal toprak ağaları savaş sırasındaki kendi müttefiklerine sırt çevirecekti. Yerel Kürt feodal beylerine tanıdığı ayrıcalıktan vazgeçip Kuzey Kürdistan'ı tamamen Türk iç pazarına kattılar. 1924 Anayasası "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek dil" ilkeleri üzerine üniter yapıda bir ulus devlet inşası gerçekleştirdi.
Şeyh Said isyanının ardından çıkarılan, 'Takrir-i Sükun Kanunu' ve kurulan 'İstiklal Mahkemeleri' ile hem bu inkara itiraz eden Kürt aşiretleri silah zoruyla bastırıldı hem de burjuva muhalefet yasaklanarak kanlı tasfiye operasyonuna uğradı. Dört tekçi ilkeyle başlayan sürece tek parti ve tek şeflik de eklenerek anayasanın ruhuna uygun antidemokratik bir sistem yerleştirildi.
Bu sistem üzerine Türk egemen sınıfları yeni bir anayasayı ancak 37 yıl sonra yürürlüğe koyacaktı.
Bugün anayasa ihtiyacını tartışırken, anayasa nedir sorusuna verilecek yanıt önemlidir. Bu hiç kuşkusuz ki arayışımızın yönünü belirleyecektir. Bahsi geçen anayasaların oluşum süreçlerine baktığımızda anayasanın, devletin sınıfsal kimliğini belirlediği ve mevcut egemen sınıflarla çelişmeyen üst yapı kurumlarını oluşturduğu gerçeğini görürüz. Burjuvazinin sözünü ettiği gibi, anayasa, toplumun her kesiminin uzlaştığı bir 'toplum sözleşmesi' değil, egemen sınıfın kendi değerlerini ve anlayışını dikte etmesinin legalize olmuş yüzüdür, karşımıza çıkan.
1961, 1982, 2010 ve 2017 Anayasalarını incelediğimizde, burjuva devletin egemenlik kurumlarının birbiri üzerindeki sınırlarının değişimini görürüz. Burjuva egemen sınıfın çeşitli klikleri arasındaki mücadelede zayıflayan ve kuvvetlenen güç odaklarının, siyasal iktidar organı üzerinde artan tahakkümüne şahit oluruz. Bir kesim tasfiye edilirken daima öteki klikler yönetim organlarını ele geçirecek düzenlemelere imza atmıştır.
'Kim anayasa istiyor' sorusuna verilecek net yanıtlar, oluşacak metnin içeriğini ve neyi amaçladığını da bize gösterecektir.
İktidarın istediği devletin faşist yapısının korunacağı, buna koşul olarak baskı aygıtlarının güçleneceği ve burjuvazi adına egemenlik hakkının tekçi faşist şef Erdoğan tarafından sürdürülmesinin koşullarını sağlayan bir anayasadır.
Egemenler kendilerine yönelik artan toplumsal itirazları da hesaba katarak rejim krizini, faşist devlet yapısını muhafaza edecekleri ve hatta güçlendirecekleri, yeni bir anayasa ile çözmek istiyor. Bu, tüm topluma boyun eğdirme planıdır.
Artık mızrak çuvala sığmıyor.
Faşist rejimin tüm yapısal krizleriyle birlikte çözülmeye uğrayacağı ve yıkılacağı yeni bir anayasayı hazırlayacak toplumsal devrim, işçi sınıfı ve ezilenlerin kararlı mücadelesiyle gerçekleşecektir.
Bu gerçek her gün yaşamda olgunlaşırken çürüyen yapıyı restore etmek boş bir çabadır. Amaç rejimi yapılandırmak değil, yeni bir düzenin inşası olmalıdır.