Olcay Çelik yazdı | Türkiye'de ortalama kâr oranı, kâr kütlesi, sermayenin organik bileşimi, artı değer oranı: 1990-2022
İncelememizi daha çok AKP dönemi üzerine odaklayacağımız için, kapsamımızı onun iktidara gelişinden önceki 12 yılı da içeren bir dönemle sınırladık. Bahse konu bu 12 yıl, hem AKP iktidarının işlev farkını anlamak için, hem de uygulamada devamcısı olduğu emperyalist küreselleşme programının temel adımlarının atıldığı yıllar olması bakımından önemlidir. Türkiye kapitalizminin son 32 yıllık tablosuna baktığımızda ilk gördüğümüz şey, Marx'ın yasayla öngördüğü üzere, OKO'nun düşme eğiliminde olduğudur. 1990'ların başlarında yüzde 30'larda seyreden oran bugün yüzde 20'nin altındadır.
Gündelik dilde "kapitalistlerin kâr hırsı" dediğimiz şey bizim için bireylerin kötücül duygularını değil, bir sınıfın yasaya tabi, nesnel bir eğilimini tarif ediyorsa eğer, sermayenin krizlerini ve saldırganlığını anlayabilmek için kâr oranlarının tarihsel seyrini de marksist hesaba dayalı bir şekilde, niceliksel olarak ölçebiliyor olmamız gerekir. Biz de bunu yapmaya çalışanlardan olacağız. Bu yazının kapsamını niceliksel analiz ile sınırlayacağız.
ORTALAMA KÂR ORANI VE KÂR KÜTLESİ
Ancak öncelikle marksizmin temel kategorilerinden biri olan Ortalama Kâr Oranını (OKO) ölçmenin önünde (ideolojik ve teorik olanları bir kenara bırakırsak) teknik engeller bulunduğunu belirtmeliyiz. Çünkü burjuva devletlerin istatistik kurumları ihtiyaç duyulan verileri marksist hesaba uygun şekil ve detayda derleyip yayınlamıyor. Ancak yine de, verilerin temizliği ve yeniden-tasnifi ile gerçeğin mümkün olabildiğince yaklaşık bir tablosuna ulaşabileceğimizi ya da en azından eğilimleri tespit edebileceğimizi düşünüyoruz. Hesaplama yöntemimize ve veri kaynaklarımıza yazının sonunda ulaşabilirsiniz.
İncelememizi daha çok AKP dönemi üzerine odaklayacağımız için, kapsamımızı onun iktidara gelişinden önceki 12 yılı da içeren bir dönemle sınırladık. Bahse konu bu 12 yıl, hem AKP iktidarının işlev farkını anlamak için, hem de AKP'nin uygulamada devamcısı olduğu emperyalist küreselleşme programının temel adımlarının atıldığı yıllar olması bakımından önemlidir.
Türkiye kapitalizminin son 32 yıllık tablosuna baktığımızda ilk gördüğümüz şey, Marx'ın yasayla öngördüğü üzere, OKO'nun düşme eğiliminde olduğudur. 1990'ların başlarında yüzde 30'larda seyreden oran bugün yüzde 20'nin altındadır.
İkincisi, bazı dönemlerde karşı-eğilimlerin temel eğilime (düşüş) üstün geldiğidir. Örneğin 1990-2004 arasındaki düşüşün aksine (yüzde 37-yüzde 21), 2004-2013 arasında OKO yavaş da olsa istikrarlı bir yükselme eğilimine girmiştir (yüzde 21-yüzde 23). Sonrasında düşüş eğilimine geri dönülse de (yüzde 23-yüzde 16), 2020 yılından bugüne karşı-eğilim tekrar baskın hale gelmiş (yüzde 16-yüzde 19).
Grafiğimizde bir de kâr kütlesinin (KK) yıllık büyüme oranı var. Kâr oranı ve kütlesi birbirinden ayrı kategorilerdir. İlki, işçiden sızdırılan artı değerin yatırılan toplam sermayeye oranıyken, ikincisi artı değerin niceliksel büyüklüğünü, daha doğrusu parasal karşılığını ifade eder. Kütlenin büyüme oranı da, haliyle, bu niceliğin bir önceki seneye göre değişimini gösterir. OKO düşerken KK artabilir ve hatta artmak durumundadır. OKO düşme eğilimine girdiğinde kapitalist sınıf öncelikle çeşitli karşı-eğilimler yaratarak onu yükseltmeye çalışır. Bu çaba işe yaramadığındaysa üretimi genişleterek, burada yaşadığı kaybı KK'de elde edeceği bir artışla telafi etmeye çalışır. Ancak OKO düşmeye devam edince, bu da işe yaramaz hale gelir ve bir noktadan sonra ele geçen KK de düşmeye başlar. Aşırı-üretim gerçekleşmiştir. Atılacak taş ürkütülecek kurbağaya değmeyeceğinden, yatırım ve üretim durur, bir sonraki genişleme evresi için gereken kriz ve çöküşün nesnel zemini oluşur. Grafiğimizde, yasanın öngördüğü üzere, OKO düşerken KK'nin büyümeye devam ettiği dönemler olduğunu ve ısrarlı bir düşüş eğiliminin nihayetinde KK'nin da 1991, 1999, 2001, 2008, 2009, 2016 ve 2019'da bir küçülmeyi beraberinde getirdiğini görüyoruz.
AKP'nin iktidara gelişi, yaklaşık 10 yıldır düşen OKO'nun beraberinde getirdiği KK'de çifte çöküş (1999 ve 2001) dönemi ertesine denk geliyor. İktidarının ilk yıllarında düşüş daha da hızlanıyor ancak KK (2008-9 krizini saymazsak) 12 yıllık bir büyüme eğilimine giriyor. OKO'nun artış eğilimi ise kesintisizce 2013'e kadar sürüyor. Bu tarihten sonra düşme eğilimine geri dönen OKO, KK'nin büyüme hızını da yavaşlatıyor ve 2016'da o da negatife dönüyor. Buradan toparlanma sağlanamıyor ve 2019'da hem OKO, hem de KK bir çöküş daha yaşıyor. Bir anlamda Türkiye kapitalizmi bu yılda son on yılların en ağır çukuruna yuvarlanıyor.
2020 yılı ve sonrası ise hem oransal, hem de kütlesel olarak kârlar sıra dışı bir yükseliş eğilimine giriliyor. OKO yüzde 3'lük büyük bir artış gösteriyor, KK büyüme oranı 2021 ve 2022'de tarihsel zirvelerini görüyor.
Kâr oranı ve kütlesinin seyri ve aralarındaki kaba nedensellik ilişkisini analiz etmek tek başına yetersizdir. Kâr oranı hareketini yöneten nedenlere de bakmak gerekir. Şimdi bunu yapmaya çalışacağız.
SERMAYENİN ORGANİK BİLEŞİMİ VE ARTI DEĞER ORANI
Marx'ın keşfettiği ve kapitalizmin en önemli yasası olarak tarif ettiği Ortalama Kâr Oranlarının Eğilimli Düşüş Yasası bize tekil kapitalistlerin ekstra-kâr sağlama amacıyla giriştikleri teknolojik üretkenlik rekabetinin, değişen sermayeye (canlı emek) oranla daha fazla değişmeyen sermaye (fabrika, makine, hammadde vb.) kullanımını, yani canlı emeğin makineler lehine oransal olarak üretimden daha fazla dışlanmasını beraberinde getirdiğini söyler. Kârın tek kaynağı canlı emek olduğu için ve kâr oranı da canlı emekten sızdırılan kârın yatırılan toplam sermayeye oranı olarak tanımlandığı için de, uzun dönemde OKO'nun düşme eğilimi sergilemek zorunda olduğu tespit edilir. Değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranı Sermayenin Organik Bileşimi (SOB) olarak tanımlanır ve bu oran kâr oranıyla ters orantılıdır. İlki arttıkça, ikincisi azalır veya tam tersi.
Yukarıda değindiğimiz gibi, Marx'ın yasası bir eğilim yasasıdır. Yani bu eğilime karşı çalışan eğilimler de vardır. Bunlardan en temel olanı Artı Değer Oranı (ADO), yani kapitalistin el koyduğu artı emek-zamanının, işçinin kendi geçim araçlarını ürettiği gerekli emek-zamanına oranıdır. Basitçe, patron için çalışılan saatin, ücret için çalışılan saate oranı, ya da parasal ifadesiyle, işçiden sızdırılan kâr kütlesinin, ödenen ücretlere oranıdır. ADO'nın yükseltilmesi pek çok yolla olabilir. Enflasyon, uzun mesai saatleri, geçim araçlarının ucuzlatılması, ucuz emek cehennemleri bunlardan bazılarıdır. SOB'un artmasıyla OKO düşmeye başlayınca, kapitalistler ADO'yu artırarak kâr oranlarını, dolayısıyla OKO'yu yükseltmeye çalışırlar. Ancak işçinin zamanı fiziksel günde 24 saat ile kısıtlıyken, üretimin makineleşmesinin ise sınırı yoktur. Dolayısıyla ADO'yu yükseltmek SOB'daki yükselişi sonsuza kadar durduramaz. Bu yüzden OKO'daki düşüş temel, yükseliş ise geçici, karşı-eğilimdir.
Aynı dönem için SOB'un seyrine baktığımızda, Marx'ın öngördüğü üzere ilk grafikte gördüğümüz OKO'nun seyri ile ters orantılı bir şekilde yükseldiğini görüyoruz (Korelasyon: -0.8). ADO da SOB'un yükseliş takip ederek, onunla doğru orantılı bir seyir izliyor. Yani sermaye sınıfı, SOB yükseldiği (OKO düştüğü) zaman ADO'yu yükseltiyor.
Amacımız Marx'ı övmekten fazlası olduğu için, Türkiye kapitalizmi özelinde bu hareketler ne ifade ediyor, ona bakalım.
Sürecin ortasında 5 yıllık bir duraksamaya rağmen, SOB, yani kabaca makine/canlı emek oranı 1990-2004 arasında 4/1'den 9/1'e kadar yükseliyor. Bu devasa artış, bir yanıyla, emperyalist küreselleşme evresinde Türkiye kapitalizminin küresel üretim işbölümünde kendi sermaye bileşimine uygun düşecek yeni taşeron rolünü gösteriyor. Ülkenin tarımsal ve düşük teknolojili sanayi üretiminden ucuz emek kullanan orta ve orta-yüksek sanayi üretimine geçişi, değişmeyen sermaye yatırımlarının (canlı emeğe oranla) artışını beraberinde getiriyor. Artışın diğer bir yanı da aynı dönemdeki özelleştirme dalgasıyla ilgili. Yenisömürge olan Türkiye'nin, mali-ekonomik sömürgeleştirme programı çerçevesinde tekelci devlet kapitalizminin, yani devletin üretici rolünün ortadan kaldırılması çerçevesinde, önceden kamu malı olan birçok fabrika, makine, arsa vb. doğrudan özel sermayenin mülkü haline geliyor. 1989'da yatırımların yüzde 66'sı özel sektöre ait iken, bu oran 2004'de 88'e kadar tırmanıyor. SOB böylece artıyor. Ayrıca bu süreçte kamudaki güvenceli ve görece yüksek istihdamın büyük bölümü de tasfiye ediliyor, emek düşmanı düzenlemeler hız kazanıyor. Bu da hem SOB'u, hem de ADO'yu artıran bir rol oynuyor. ADO'nun artışı SOB'un artışının altında kaldığı için, OKO sadece yüzde 10 düşüyor (bkz. Tablo). Ülke kapitalizminin temel dönüşüm evresi olan ve krizlerle karakterize bu evre, Türk burjuvazisinin daha düşük kâr oranlarıyla da olsa büyümeye devam edebilen bir KK ile (1990-2004 ortalama büyüme yüzde 4,3) yeni rolüne hazırlanıyor.
2004-2013 arasında OKO'nun yavaş da olsa istikrarlı bir yükselme (karşı-)eğilimine girdiğini söylemiştik. Bu SOB'daki büyük düşüşe dayanıyor. Bu düşüşün 2 temel nedeni var. İlki, küresel kapitalizmin 2001 krizi ertesi yüksek faiz geliri için dünyaya akan mali sermayenin TL'yi değerli hale getirmesi ve Türk burjuvazisinin artık ucuz olduğu için ithal ara ve sermaye mallarına yönelmesi. İkincisi ise (daha çok 2010 sonrasında) küresel tedarik zincirlerinin düşük fiyatlı, orta teknolojili taşeronu rolünün sınırlarına gelinmesi ve emek-yoğun üretime, ekstansif büyümeye ağırlık verilmesi. Bu dönemde ADO'da yaşanan kısmi azalışta refahın artışından çok, bunun payı var. AKP'nin "altın çağı" diye adlandırılan sürenin büyük bir kısmı OKO'nun 3 puan arttığı, ortalama KK büyümesinin yüzde 5,8 olduğu bu dönemdir.
2013-2019 arası AKP iktidarının hem bir bütün olarak sermayenin çıkarlarını kollamakta ve sınıf içi çıkarları uzlaştırmakta zorlandığı yıllar olarak karşımıza çıkıyor. Dünyada 2008-9 krizi sonrasında eski kâr oranlarına geri dönülemeyişine bağlı olarak, mali sermaye akımlarının azalışı, uluslararası ticaretin yavaşlaması ve sabit sermaye yatırımlarının büyüme hızının yüzde 1'lere gerileyişiyle karakterize bu inişli-çıkışlı durgunluk dönemi tüm mali-ekonomik sömürgeleri olduğu gibi Türkiye'yi de vuruyor. Zaten giderek daha ucuz fiyatlı üretim yapan (ihracatta kg. fiyatı 1,6 USD'dan 2019'da 1,1 USD'a düşüyor) ve üstüne bir de üretimde ithalat bağımlılığı artan, dolayısıyla teknolojik atılım yolunu kendi eliyle kapatmış Türkiye kapitalizminde SOB, yükselişe geçen kurla birlikte iki kat artıyor. Çünkü artan kur, değişmeyen sermayenin değerini durduğu yerde yükseltiyor. Ancak aynı dönemde faşizmin yükselen rejim krizi ve kitle konsolidasyonu çabaları, çare olarak ADO'yu artırmaya engel oluyor. Sonuç olarak OKO'nun 7 puan azaldığı, ortalama KK büyümesinin yüzde 2,3'e düştüğü bir bocalama süreci yaşanıyor. 2016 ve 2019'da negatife dönen KK büyüme oranı ülke kapitalizmini bir krizin eşiğine yuvarlıyor.
Sermayenin 2020'den bugüne kadar tahammülfersa hayat pahalılığı ve yoksullaştırma saldırısıyla sürdürdüğü bu süreç, Türkiye kapitalizminin işte bu çatırdayan zemin üzerinde ayakta kalma çabasının doğrudan bir sonucu. Ucuz dış pazar malını hem bağımlılık, hem de kur yüzünden arşa çıkan ithal girdi maliyetleriyle üretmek zorunda kalan Türkiye kapitalizminde SOB de doğal olarak 327 puan artarak tarihsel zirvesi olan 11/1'e kadar çıkıyor. Normalde bu, OKO'nun ve KK'nin çakılmasını, krizin geniş ve derin bir iflas dalgası yaratmasını gerektirirdi. Ancak ADO, diğer bir adıyla sömürü oranı, tarihsel bir sıçrayışla 3 senede en az 85 puan artarak yüzde 227'ye çıkıyor. Yani 3 sene içerisinde patron için çalıştığımız zaman yaklaşık 1 saat artarken, kendi ücretimiz için çalıştığımız zaman 1 saat azalıyor. Hayatımızın en az 1/24'ünü patronlara transfer ediyoruz.
İşte, bu 3 senede krize yuvarlanması beklenen Türkiye kapitalizmi OKO'yu böyle 3 puan artırıyor, KK'nin yıllık büyüme oranını böyle yüzde 15'e çıkarıyor. Böylece "kapitalistlerin kâr hırsı" nesnel karakterine de kavuşmuş oluyor. Türk burjuvazisi, ortalama kâr oranları ve beraberinde ele geçirdikleri kâr kütlesi azaldığı için saldırganlaşıyor, saldırıları başarıya ulaştıkça da hem kâr oranları, hem de ele geçirdikleri kâr kütleleri artıyor.
YÖNTEM
√ s = artı değer kütlesi, c = değişmeyen sermaye, v = değişen sermaye olmak üzere, marksist kâr oranı formülü olarak s/(c+v)'yi, SOB için c/v'yi, ADO için s/v'yi kullanıyoruz.
√ Üretken olan-olmayan emek/sektör tartışmalarını şimdilik askıya alıyor, İngiliz marksist iktisatçı Michael Roberts'ın yöntemini temel alarak, hesaplarımızı tüm ekonomi üzerinden yapmayı seçiyoruz.
√ Ülke içinde üretilen ancak emperyalist ülkelere aktarılan değeri şimdilik hesaba katmıyoruz.
√ TÜİK'in gelir hesabıyla GSYİH verilerinden milli gelir içinde toplam ücret ödemelerinin ve net işletme artığının aldığı payın yukarıda bahsettiğimiz kesişen kısımlarının birbirini nötrleyeceğini varsayarak, bu oranları v ve s için baz olarak alıyoruz.
√ Vergi gelirlerinin emeğe (v) ve sermayeye (s) milli gelirdeki payları oranında dağıldığını varsayarak bu oranları revize ediyoruz.
√ v ve s'nin enflasyon ve kur farkından arınmış tarihsel değerlerine ulaşmak için ise bu oranları Penn Dünya Tabloları'nın 10. sürümünde yer alan '2017 USD cinsinden ulusal sabit fiyatlara göre belirlenmiş reel GSYİH' değerleriyle çarpıyoruz.
√ Yine Penn Dünya Tabloları'nda 2017 USD cinsinden ulusal sabit fiyatlara göre belirlenmiş sermaye stoku verisini ihtiyacımız olan değişmeyen sermaye stoku (c) verisine baz olarak alıyoruz. Bu veriyi T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın sabit sermaye yatırımlarının kamu ve özel sektör arasındaki dağılımını gösteren verilerinden elde ettiğimiz özel sektör oranı ile çarpıyoruz. Elde ettiğimiz stok değerini bir de TÜİK'in gayri safi sabit sermaye oluşumu ve yapı izin ruhsatı verilerinin alt kırılımlarından faydalanarak hesapladığımız konut-dışı sabit sermaye yatırım oranı ile çarparak yıllık bazda net özel sermaye stoku (c) değerlerine ulaşıyoruz.
√ 2022 yıllık veri için ilk 6 aylık büyüme oranlarını ikinci 6 aya yansıtıyoruz.