Nehir Doğan yazdı | Yargı kıskacı tüm toplumu kuşatacak
Erdoğan'ın acelesi var, faşist iktidarı kaygan bir zeminde. Bundan dolayı her ipte tek ayak üstünde dengede durmaya çalışıyor. İpin üstünden düşmeden faşizmin bozulan dengesini kurmak için şimdi de yargıyı desteğe çağırdı. 4. Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin "etkin ve hızlı işleyen bir adalet sistemi" getireceğini iddia ederek, kazanılmış hakları, arabuluculuk ve uzlaştırma sistemi adı altında pazarlığa açmak istediğini duyurdu.
Erdoğan'ın her 'müjdesi', 'yenilikçi' politikası kadınların, ezilen halkların, işçi ve emekçilerin kazanılmış hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesi anlamına geliyor. Faşizm koşullarında elbette farklı bir beklenti içinde değiliz ve saray faşizminin zorba iktidarını yıkmadığımız sürece bizi neyin beklediğini de iyi biliyoruz. Bizi bekleyene hazırlıklı olmak, beklediğimiz o sınıfsız, sınırsız toplumun ilk savaşımını yürütürken önemli. O yüzden faşist şefin, 2025-2029 yıllarını kapsayacak Yargı Reformu Stratejisi Tanıtım Toplantısı'nda konuştuklarına kısa göz atmakta fayda var. Halklarda beklenti yaratmanın, umut tacirliği yapmanın el kitabını yazan Erdoğan, manipülatif politikalarda da bir hayli mahir elbette.
Uzun zamandır "4. yargı paketinde yenilik yapılacak" diyerek beklenti yarattı kamuoyunda, ama 4. yargı paketinin açıklandığı toplantıdan hak ve özgürlükleri genişleten değil, yargının toplumsal baskıyı artırmada daha etkin bir aparat olarak kullanılması, "2025 Aile Yılı" hedefine uygun olarak boşanmanın zorlaştırılması, yargı içindeki AKP kadrolaşmasının artırılması, yandaşların suçlarının silinmesi çıktı.
Sarayda yapılan toplantıda Erdoğan, hem ağzına hem de politik aklına bir beden büyük gelen "yargı bağımsızlığı" gibi kendisine yabancı olan sözler sarf etti. Her fırsatta yargıya talimat yağdıran, talimatlı yargı kararlarını iktidarını sağlamlaştırmak için kullanan Erdoğan, "Yargı mensuplarını kimse tehdit edemez, mahkemelere baskı kuramaz, yargı camiamıza parmak sallayamaz" diyerek küçük bir komedi gösterisi ile başladı konuşmasına. Çünkü "turpun büyüğü" torbanın altındaydı. Bu sözleri duyan kulaklar hatırladı mı bilemeyiz, ama o sözleri okuyan biz; HDP'li, DEM Partili seçilmişler hakkındaki tutuklama kararını mahkemeden önce yandaş medyadan duyduğu, kameralar karşısında Erdoğan'ın ve "şahsının" kibirle "Yargıya talimatı verdim" tandanslı konuşmalarını elbette şimşek hızıyla hatırladık. Boşuna dememiş halkımız: Hırsız arsız olunca suçlu ev sahibi olur. Hırsızın değil ev sahibinin suçlu olmasına alışkın olunan AKP faşizminde de, Erdoğan'ın, "kimse yargıyı tehdit" edemez çıkışının muhatabının "şahsı" olması da yandaş medyanın pek dikkatini çekmedi.
HIZLI YARGI ADİL YARGI DEMEK DEĞİL
Erdoğan'ın acelesi var, faşist iktidarı kaygan bir zeminde. Bundan dolayı her ipte tek ayak üstünde dengede durmaya çalışıyor. İpin üstünden düşmeden faşizmin bozulan dengesini kurmak için şimdi de yargıyı desteğe çağırdı. Zaten uzun zamandır açık şiddetin işe yaramadığı her durumda yardıma koşan ilk yardım çantası gibiydi yargı. Sadece, "Türkiye hukuk devleti" hayaline dört elle sarılan, "hukukun üstün ilkeleri" denilen, ama kimsenin varlığını kanıtlayamadığı bir mite inanan iyimser bir grup insanı ikna etmekte zorlanıyordu ki, Erdoğan artık daha kestirme yoldan gitmeye karar verdi. 4. Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin "etkin ve hızlı işleyen bir adalet sistemi" getireceğini iddia ederek, kazanılmış hakları, arabuluculuk ve uzlaştırma sistemi adı altında pazarlığa açmak istediğini duyurdu. Peki ne demek bu? Örneğin Narin Güran davasında olduğu gibi toplumsal duyarlılıkla takip edilen davaların hızla kapatılması, kadın katliamı, erkek şiddeti ve devletin işlediği suçlara yönelik davaların ise "hızlı işlem yapma" adı altında kolayca hasır altı edilmesi, boşanma, taciz, cinsel suç, istismar gibi davalarda yargının "iş yükünün" azaltılması demek. Çünkü bu "angaryadan" kurtulan yargının tüm toplumu soruşturma, tutuklama, yargılama ve hapsetme gibi daha "önemli" işleri olacak.
Ayrıca "ceza mahkemelerinin görev alanlarını yeniden düzenleme", "yeni adliyeler kurma ve mahkeme sayılarını artırma" müjdesi veren Erdoğan, yaptığı hapishaneleri dolduracak ara mekanizmayı böyle oluşturacak.
Devreye giren ara mekanizma olarak "arabuluculuk", onlara göre tutuklanması gerekmeyen kadına, çocuğa ve insanlığa karşı suçlara bakacak; aile içindeki şiddete razı gelmeyip boşanmak isteyen kadınları eve gönderecek. Yani yabancısı olduğumuz bir mekanizma değil aslında. Şimdiye kadar Hrant Dink, Deniz Poyraz davasında katilin sırtını sıvazlayan polisin yaptığını; erkek şiddeti, taciz, istismar başvurularını kayıt altına almayan ve koruma kararlarını uygulamayan karakolların görevini; sendikal hakları için direnen işçi ve emekçileri patronla uzlaştırmak isteyen sarı sendikaların yaptığını, şimdi de "hukuk sistemine entegre edilecek arabuluculuk ve uzlaştırma sistemi" yapacak.
NAFAKAYA GÖZ DİKMEYE KARARLI
Erdoğan'ın "aile arabulucuğunu sisteme entegre ederek anlaşmazlığın mahkeme sürecinden önce çözülmesi" formülasyonu, kadınların boşanmasını zorlaştırma, daha önce ilan edilen, "2025 Aile Yılı" kapsamında kadınları sömürü ve şiddet dolu evlere geri gönderme politikasının bir parçası elbette. Azalan evlenme, artan boşanma oranlarını, düşen doğum hızını sadece "teşviklerle" değil, zor araçlarını devreye koyarak düzenlemeyi planlıyor. Ya isteyerek ya da zorla evlenilecek, evli kalınacak ve illa ki çocuk doğrulacak. Bu kadar para verip evlendirdiği, "yatırım yaptığı" ailenin ölü yatırım olmasındansa kadınların o evlerde ölmesini tercih ediyor. Tam bir kapitalist patron edasıyla "ölünceye kadar doğur" derken, tam bir erkek olarak da "ya isteyerek evlenirsin ya da zorla seni evlilik cenderesinde tutarım" diyor.
"Boşanma ve nafaka usullerine kadar geniş bir yelpazede yeni reformlar yapma" planını açıklayan Erdoğan, kadınların aldığı cüzi miktardaki nafakaya göz dikmeye devam ediyor. Her türlü "tedbire", tehdide, engellemeye rağmen illa boşanacak olan kadınları; yoksullaşma krizinin pençesine mahkum ederek, ya boşanmamayı ya da yoksullukla; yeni bir evlilik yaparak baş etmeyi dayatıyor. Faşist şef ve erkekler, nafakanın kaç kuruş olduğu değil, nafaka hakkını ortadan kaldırarak özgüvenini kıracağı, boşanmak isterken kararsızlığa düşecek kadınların toplumsal algıda yaratacağı güçsüzlüğü büyütmek istiyor. Kendini çaresiz hisseden kadınların varlığı ile güçten düşüreceği kadın cinsinin isyanını psikolojik savaşla bastırmak istiyor. Bu durumda da yargı devreye giriyor işte.
YARGITAY VE DANIŞTAY'DA KADROLAŞMA YETERLİ DEĞİL
Yargılama süreçlerinin kısaltılması gerekçesi ile "temyiz incelemelerinin 6 ay içerisinde sonuçlandırılması" hedefi çerçevesinde "Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yer alan daire ve üye sayılarını iş yüküyle orantılı olacak şekilde yeniden" belirleneceği iddia edilse de, AKP Yargıtay ve Danıştay içindeki kadrosunu artırmaya çalışıyor. Temel hak ve özgürlüklerin kullanımında yargı kararları, resmen cezalandırmaya dönüşürken; Erdoğan, yargıyı toplumun başının üstündeki Demokles'in kılıcı yapmaya kararlı olduğunu itiraf ediyor aslında.
Yarattığı toplumsal çürümeyle suça bulaşan, yolsuzluk ve kadına yönelik suçları ayyuka çıkan yandaşlarına yönelik adrese teslim karar alan Erdoğan, "Adli sicil sistemini yeniden yapılandıracak, suç kayıtlarının silinme sürelerini kısaltacağız" dedi. Kaç kuşak önce aile bireylerinin, "Alevi, sosyalist, Kürt" olarak fişlenmesi nedeniyle bir gecede ihraç edilen, hangi kriterlerle yürütüldüğü belli olmayan güvenlik soruşturması nedeniyle ataması yapılmayan yüzbinlerce kamu emekçisi adayı elbette "silinecek sicil" listesinde yer almayacak. Ama yandaşlarından, parti üye ve yöneticilerinden yükselen yozlaşmanın ve çürümenin pis kokularını böyle azaltmaya çalışıyor.
Erdoğan, "Uzlaştırıcı, birleştirici, özgürlükçü, toplumun tüm kesimlerini kuşatan yeni ve sivil bir anayasa çalışmalarımıza hız vereceğiz" dedi. Anayasa çalışmalarının "özgürlükçü", "birleştirici" olmayacağı da, yeni yargı düzenlemesi ile tüm toplumun yargı eliyle "kuşatılacağı" da kesin görünüyor.