8 Ocak 2025 Çarşamba

Matili Emekçi yazdı | Korkuya karşı grev!

Bir avuç patron; milyonlarca ezilene, ötekileştirilene, inkar ve imha siyaseti ile yok sayılan uluslara, işçi sınıfına, açlık, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamayı dayatıyor. Tarih yeniden yazılmaya muhtaçtır! Hem de ezilenlerin kalemi ile. İktidarlarını, yarattıkları korku duvarlarının arkasında kuruyorlar, korku duvarlarını yıkmak zorundayız. Her bireyin kafasının içine bir hapishane kurup, herkesi kendi hapishanesinin gardiyanı yapan politikaları paramparça etmek zorundayız.

7 Ocak 1943; Stalingrad Don Cephesi mevzilerine kar yağıyor. Silahların namlularının bile buz tuttuğu, kafasını kaldıran askerlerin miğferinde keskin nişancıların tüfeğinden çıkan kurşunların anında delik açtığı Stalingrad Don Cephesi! General Rokosovski'nin Nazi 6. Kolordu'sunun kuşatıldığı ve diğer ordularla iletişiminin kesildiği Stalingrad Don Cephesi! Almanca "Teslim ol" çağrıları uçaklardan kuşatılan 6. Ordu Cephelerine atılıyor. Aynı anda Rokosovki'nin sesi de megafonlarda yankılanıyor: "Teslim şartları katlanılmaz değildir. Her askere normal tayın verilecek, yaralılar ve hastalar tedavi edilecek, subaylar rütbe işaretlerini ve nişanlarını taşıyabileceklerdir. Özel eşyalara da dokunulmayacaktır. Kızıl Ordu, Wermacht'ın kolorduları arasındaki bağlantıyı kesmiş, 6. Ordu'yu kurtarılması imkansız halde kuşatmıştır." Cepheden gelen güzel haberler dünya işçi sınıfı ve komünistlere umut olmaktadır.

8 Ocak 1943; İtalya'nın kuzeyinde sanayi kenti olan Torino'da, Fiat'ın Mirafiori otomobil fabrikasında işçiler çoraplarının içine gizledikleri bildirileri gizlice güvenilir işçilere elden ele dağıtıyordu. Bildiri gizli bir grev komitesinin imzasını taşıyordu! Fabrika İtalya'nın faşist diktatörü Benito Mussolini (kendi deyimi ile İl Duçe) tarafından 1939'da açılmıştı. Mussolini 20 bin işçinin karşısında yaptığı konuşmada, "emeğin değeri üzerine kurulmuş bir medeniyet ve bir sosyal cumhuriyet" vaat ediyordu. İşçiler faşizmi iliklerine kadar yaşamışlar ve söylenenlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. Mussolini'nin sözlerinin içinin boş olduğunu, savaşın ve faşizmin bütün yıkıcılığını yaşayarak öğrenmişlerdi. Faşizmin iktidarı ele geçirdiği 1926 yılından 2. Emperyalist Paylaşım savaşının başlangıcına, 1939 yılına kadar tüm sendikalar kapatılmış, grev yasaklanmış, sendika liderleri, antifaşistler, anarşistler, devrimciler ve komünistler tutuklanmış, ağır işkencelerden geçirilmiş, katledilmiş veya sürgüne gitmek zorunda kalmışlardı. Antifaşist cephenin en önemli gücü olan komünist parti çok ciddi darbeler almıştı. Örgütsel kadrosunun tamamına yakını ya tutuklanmış, ya da katledilmişti. Parti, merkezini Paris'e taşımış, yeraltına geçmiş ve gücünü önemli oranda kaybetmiş olsa bile varlığını korumayı başarabilmişti. Mücadele ateşini diri tutmaya çalışan antifaşist cephe cılız da olsa direniyor, İtalya işçi sınıfı ve halklarına umut oluyordu. Nazi Almanyası ile birlikte Mussolini İtalyası da savaşa girmişti. Faşist ittifakın ortaklarından İtalya'da ise, ekonomik çöküş yaşanıyor, faşist diktatör, İtalya işçi sınıfı ve yoksullarını faşist ittifak askeri olarak cepheye sürüyor, halk yiyecek buğday bulamaz bir durumda açlık ve sefaletin pençesinde yaşam mücadelesi veriyordu. Toplumun korkularından beslenen faşist iktidar, tüm muhalefeti ya susturmuş, ya katletmiş ya da ülkeyi terletmesine neden olmuştu.

FAŞİZM KORKUDAN BESLENİR
Fiat'ın Mirafiori fabrikasında işçilerin tuvaletlerde gizli gizli okudukları bildiride, genel grevden bahsediyordu. "Büyük Bıyık" [Baffone] (Stalin'in işçi sınıfı çevrelerinde çağrıldığı isim) ve Kızıl Ordu'nun ilerleyişinin durdurulamaz olduğu, yakında İtalya'ya ulaşacağı yazıyordu. Bombalanarak evleri yıkılan işçilere ödenecek olan 192 saatlik ödeneğin tüm işçileri kapsaması için, işçilerden grev yapmaları isteniyordu. Özel makine teknisyeni Leo Lanfranco bildiriyi yaktıktan sonra yanındaki işçiye "Zamanı geldi" dedi. Sonra güvenilir işçilerden oluşan gizli bir toplantı düzenlemek için kulaktan kulağa fısıldamalar başladı.

5 Mart 1943 yılında fabrikanın düdüğü çaldı ve tüm işçiler, fabrika bahçesinde toplanmaya başladı. Önceleri çok az katılım ile başarısız gibi görülen greve polisin saldırmasının ardından 5 işçi tutuklandı. İşte domino etkisi yaratacak ve faşist diktatör Mussolini'nin iktidarına son verecek olayların fitili bu grev ile ateşlenmişti. 6 Mart Cumartesi günü, Microtecnica fabrikasında işçiler kendiliğinden iş bırakarak greve gitti. 8 Mart Pazartesi ise grevin gerçekten yayılmaya başladığı gün oldu.

8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü'nü Piazza Castello'da kutlamak için bir protesto çağrısı yapan bildirileriyle grev, destek amaçlı iş yavaşlatma eylemleri de dahil olmak üzere, demiryollarına ve diğer fabrikalara yayılmaya başladı. Ayrıca grev Mirafiori'de yeniden başlamıştı ve parti, Mirafiori örneğini önce Piedmont'a (Torino'yu da kapsayan bölge) ve daha sonra da Lombardiya'ya (Milano'nun da dahil olduğu bölge) yaydı. Bir hafta içinde yüz binlerce işçi greve gitti. Grev dalga dalga büyüyerek diğer sanayi şehirleri ve başkent Roma'ya ulaştı. İki hafta süren grev boyunca 850 işçi tutuklanmasına rağmen, işçiler korkmuyor, greve her gün yeni fabrika işçileri katılıyordu. Korku duvarları bir kere yıkılmıştı. Faşist iktidar geri adım atarak taleplerin çoğunu kabul ettiğini bildirdi. İşçilerin korkularını aşması ve örgütlü gücünün farkına varması bir mücadele seline dönüştü. Savaşta yenilgi haberleriyle işçilerin direnişi daha büyüyordu. Mussolini görevden alınıp, Naziler kuzeyde Salo Cumhuriyeti'ni kurunca, işçiler bu kez faşizme karşı silahları ile savaştı. Grevde fabrikaların çoğu özellikle kuzeyde bulunan fabrikalar işçilerin kontrolüne geçti.

TARİHTEN ÖĞRENEREK TARİHİ YENİDEN YAZMAK!
Faşizmin dili, iktidarı, yönetim biçimi tek tiptir. Devlet erkinin bir amaç için tepeden tırnağa örgütlenmesi ve bunun dışında kalanının imhası, inkarı üzerine kurulmuş bir diktatörlük.

Yukarıda anlattığım grev deneyimi, bugün 'ne yapmalı' sorusunun cevabını da içermektedir. "Ne yapmalı" aslında işçi sınıfının büyük öğretmeni V. İ. Lenin'in işçi sınıfının ve partisinin 20. yüzyılın başında karşılaştığı sorunlara, kapitalizm ile mücadelede çözüm önermeyi amaçlayarak, 1902 yılında ilk kez yayımlanan eseridir. Bu eserde işçi sınıfının ve öncü partisinin nasıl bir örgütlenme ile marksist devrimci bir partiye dönüşeceğine dair önemli bilgiler içermektedir.

Bizler ne yapmalıyız? İşçi sınıfı ne yapmalı? Ezilenler ne yapmalı? Sefaletin pençesine itilen milyonlar ne yapmalı? Bu sorulara verilecek cevaplardan en önemlisi, Lenin'i her zamankinden daha çok anlamak zorunda olduğumuz gerçeğini kavramaktır. Lenin bir asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen hala güncel, hala ihtiyaç! Hala bir deniz feneri gibi işçi sınıfı ve komünistlere yol gösteriyor! Bütün devlet aygıtlarını ele geçirmiş gerici faşist AKP-MHP iktidarının 22 yılı deviren diktatörlüğü altında, sermayenin siyasetinden ve sandığından medet uman ezilenler ve işçi sınıfına ayna tutmak her devrimcinin ödevidir. Tarihi sorumluluğudur. Onların örgütlü gücünün farkına varması için buzkıran olmak her marksist leninist komünistin doğal sorumluluğudur.

Bir avuç patron; milyonlarca ezilene, ötekileştirilene, inkar ve imha siyaseti ile yok sayılan uluslara, işçi sınıfına, açlık, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamayı dayatıyor. Tarih yeniden yazılmaya muhtaçtır! Hem de ezilenlerin kalemi ile. İktidarlarını, yarattıkları korku duvarlarının arkasında kuruyorlar, korku duvarlarını yıkmak zorundayız. Her bireyin kafasının içine bir hapishane kurup, herkesi kendi hapishanesinin gardiyanı yapan politikaları paramparça etmek zorundayız.

İşçi sınıfı ve ezilenlerle verilecek her mücadelenin, yapılacak her çalışmanın damla damla nicelik birikimi sağladığını ve diyalektik yasası olarak nicelik birikiminin, nitelik değişimine sıçrama yapacağı gerçeğini bilerek devrimci irademizi her gün yeniden temize çekerek, her gün kendimizi yeniden örgütleyerek uyanmalıyız. Lenin, "Ne yapmalı" broşürünü Rus sosyal demokrasisinin o an içinde bulunduğu durumdan "kopmak gerektiğini" söyleyerek bitirmişti. Kopmak ve kitleleri de beraberinde koparmak! Bugün düzen partileri ve egemen sınıfın önüne koyacağı sandık ile bir şeylerin değişeceğine inanmaktan kopmak. Mücadeleyi AKP karşıtlığına indirgemiş, AKP giderse kapitalizmin vahşi sömürü düzeninin ehlileşeceği üzerine programlanmış sosyal reformcu boş hayallerden kopmak. İşçi sınıfını ve öfkesini dizginleyen sarı sendikal anlayıştan kopmak. Sınıfın militan partisinin önündeki her türlü ideolojik engelden kopmak ve kitleleri de beynindeki kalın halatlardan, zincirlerden koparmak. İşçi sınıfı ve ezilenler kendi göbek bağını ancak böyle kesebilir!

Ocak 1943 yılında cepheden gelen umut dolu haberler, Mart 1943'te bir avuç işçinin başladığı Fiat grevi nasıl ki faşizmin sonunu getirdiyse, bugün benzeri bir toplumsal-coğrafi sürecin içerisindeyiz. Açlığa mahkum edilen işçi sınıfı, varlık savaşı veren Kürt ulusu, yok sayılan milyonlar burjuva liberal sol, reformist anlayışlardan kopmak zorundayız. İki sınıf vardır; işçi sınıfının emeği, canı, kanı ile beslenen asalak burjuvazi ve zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfı. Birine taraf olan diğerine karşıdır. Yok sayılanlar, ötekiler, ezilen ulus ve inançlar işçi sınıfının dostlarıdır. Ne diyor büyük ozan Nazım Hikmet: "Ustalaştık biraz taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta…" Taşı kırmakta ustalaşanlar, dostlarını ve düşmanlarını iyi tanımalı, anlamalı ve bilmelidir!