Matili Emekçi yazdı | Asgari ücret, azami sefalet
Modern kölelik düzeninin sonu geldi de geçiyor. İşçi sınıfı ve örgütlü gücü, dünyayı ve insanlığı kapitalizmden kurtaracak öznedir. Milyonlarca işçi ve ailesini masa başında sefalete mahkum edenlerin oyununu da masasını da bozacak yegane güç, patronların lütfettiği ile yetinmek yerine iktidarı isteyen işçiler ve ezilenlerin cüretidir.
Asgari ücretin sermaye hukukundaki tanımı bir işçinin 30 gün verdiği emek karşılığında alması gereken minimum ücrettir. Yine burjuva hukukuna göre haftalık çalışma süresi 45 saattir. Türkiye'de işçi sınıfının uzun yıllar ne sendika kurma hakkı, ne de grev hakkı vardı. Kemalist diktatörlüğün demir yumruğu altında yerli ve milli sermaye yaratmak uğruna grevsiz, sendikasız işçi sınıfının kanı, Koçlar, Sabancılar gibi yerli sermaye tarafından emildi. Asgari ücret 1936 tarihli İş Kanunu ile mevzuata girmesine karşın 1951'e kadar uygulanmadı. 1951'den 1967'ye dek geçen süre içinde asgari ücret mahalli komisyonlar tarafından belirlendi. Günümüze kadar birkaç değişiklikle varlığını sürdüren asgari ücret tespit komisyonu uygulaması 1967'den sonra başlamıştır.
Patronlar, iktidar temsilcileri ve Türk-İş'in içinde bulunduğu Asgari Ücret Tespit Komisyonu Aralık ayı boyunca çalışmalarını sürdürerek 2025 yılı için geçerli olacak asgari ücreti dün akşam saatlerinde belirledi. Yeni asgari ücret yüzde 30 zamla 22 bin 104 TL yapıldı.
GERÇEK TABLO RESMİ YALANLARIN ÇOK ÖTESİNDE
Ocak 2024 tarihinde açıklanan resmi rakamlara göre 15 milyon 22 bin 900 asgari ücretli var. Her asgari ücretliyi ortalama 3 kişilik bir aileye bakmakla yükümlü sayarsak, yine resmi rakamlara göre, açıklanan asgari ücret 45 milyonun yaşam koşulları belirliyor.
Resmi rakamlar ise gerçeği ifade etmiyor. "Kayış kapar kolumuzu/ Kırılan kemik kan/ Hani şimdi bizim soframıza/ Haftada bir et gelir/ Ve çocuklarımız işten eve/ Sapsarı iskelet gelir…" (N. Hikmet) Kayıt dışı çalışma ve asgari ücretin bile altındaki kayıt dışı ücretler, resmi verilerde yer almaz. Oysa bu vahşi sömürü rakamları azımsanmayacak boyuttadır. Eğitim durumu, niteliği ayırt edilmeksizin, sermayeye kazandırdığı metanın değerinden bağımsız milyonlarca işçi en asgari rakamlara çalışmaktadır. Bugün patronların vergi borçlarını sıfırlamada ve hibe krediler vermekte bonkör olan faşist şeflik rejimi, işçilere gelince enflasyon hedefini hatırlayarak, "aynı gemideyiz" hamasetine sarılıyor ve işçi sınıfına açlığı reva görüyor.
DİSK-AR'ın yayınladığı Asgari Ücret Araştırması 2024 raporuna göre; asgari ücretin altında çalışan kişilerin oranı 2002 yılında yaklaşık yüzde 25 iken, bu oran 2024 yılında yüzde 34 seviyesine yükselmiş durumdadır. Kadın işçiler, yasadışı çalıştırılan çocuk işçiler, çırak, stajyer vb. adlar altında çalıştırılanlar ve elbette ki göçmen işçiler, bu emek yağmasının kurbanı durumundadır. Hiçbir sosyal güvencesi olmadan, Marx'ın dediği gibi işçinin sadece emeğinden değil etinden, kanından da besleniyor sermaye sınıfı. İSİG Meclisi raporuna göre; 2024 yılının ilk altı ayında en az 878, her gün en az 5 işçi iş cinayetlerinde katledildi. Dünya Sefalet Endeksi'nde ise faşist şef Erdoğan'ın Türkiye'si 5. sırada. Sarayın ekonomi politikası, emperyalistlere ucuz işgücünü, güvencesiz çalışma ortamını altın tepside sunarak uluslararası finans kapitalin iştahını kabartan ülkeye yatırım adı altında leş kargası tekelleri çekme çabasına dayanmaktadır.
Aslında Asgari Ücret Tespit Komisyonu'na toplumsal algı yaratma komisyonu da diyebiliriz. Amaç milyonlarca işçi ve ailesinin beklentisini en aza indirmek, olası tepkileri sönümlendirmektir. Sözümüzün başında şunu söyleyelim; bu masada kaybedecek olan asgari ücrete mahkum edilen milyonlarca işçi ve aileleridir. Kazanacak olanlar ise asalak gibi çalışmadan yaşayan bir avuç mutlu patron ve onların saltanatıdır.
Aralık ayı itibarı ile görüşmeler başladı başlamasına ama meydanlar sessiz. Bu sessizlik işçilerin halinden memnun olduğu anlamına gelmiyor elbette. İşçi sınıfı 2024 yılını sefaletin pençesinde geçirdi. Sofrasında et görmeden, temel yaşam gereksinimlerini karşılayamayacak halde sürekli borçlandı. Resmi rakamlar bize; bankalara 30 bin üzerinde borcu olanların sayısının nüfusun yarısını geçtiğini söylüyor. Gıda enflasyonunun durmadan arttığı, ama asgari ücretin yerinde saydığı 2024, işçi sınıfı için hayatta kalma yılıydı diyebiliriz. Sarı sendikalar, işçi sendikaları konfederasyonları bu süreçte göstermelik olarak meydanlara çıkıp arz-ı endam etti. DİSK, Türk-İş, Hak-İş tabanda biriken tepkiyi yumuşatmak için göstermelik eylemler yaptı.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu kurulmadan Merkez Bankası başkanı, Maliye Bakanı 2025 yılı enflasyon beklentilerinin yüzde 21 olduğunu ve zammın da bu yönde olması gerektiğini açıkladı. IMF'den düzen kalemşörlerine, sermaye ekonomistlerine varana değin herkesin ana fikri Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun en iyi kararı vereceği yönünde. Zihin bulandıran, beklentileri en aşağıya çekme amacındaki bu açıklamalara siyasi şovlar da eklendi.
Sermayenin farklı kliklerini temsil eden düzen partilerinin karşılıklı siyasi hamaseti hiçbir emekçiyi aldatmasın. Esasında hepsi sermaye sınıfının çıkarları noktasında hemfikir. Meclis kürsüsünden esip gürleyen sermayenin temsilcilerinin işçi sınıfının derdine dertlenmek gibi bir amacı olamaz. Neticede sadece iki sınıf vardır. Birine karşı olan diğerine taraftır. Nitekim kendini düzenin sahibi olarak tanıtan ve her fırsatta ülkenin kurucusu olmakla övünen CHP'de bu uğursuz korodadır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Asgari ücretlinin 1 Ocak'taki hakkı 30 bin TL, bunun altında biz yokuz" sözlerini de bu sınıf gözlüğü ile okumak gerekmektedir. Cemaziyelevvelini bildiğimiz CHP'nin, bir anda "işçi dostu" kesilmesinin ardındaki gerçek, milyonların açlığını erken seçim baskısı olarak kullanmaktır. Tuzu kuru burjuva siyasetçilerinin yoksul, dar gelirli ve ezilenler için döktüğü timsah gözyaşları esasen sandık ortaya ininceye kadardır. Toplumun iliklerine kadar hissettiği derin yoksullaşmayı bir muhalif argümana çevirmek gayesinde olanlar et derdinde, milyonlarca dar gelirli ve geçim sıkıntısı çeken kesimler ise can derdinde. CHP de sonuçta iktidarın dediği olacağını pekala bilmesine rağmen "dostlar pazarda görsün" diyerek, kitlelere şirin ama içi boş, samimiyetsiz demeçler veriyor. CHP'nin, işçi sınıfının açlıkla savaştığı böyle bir dönemde, işçi sınıfının çıkarları için mücadele edeceğini düşünmek saflık olur. Asgari ücretin açıklanmasının ardından CHP lideri Özgür Özel'in, işçi sınıfına "grev" çağrısı yapması da bu çabanın bir parçasıdır. İşçileri, emekçileri, kadınları, ezilen yoksul halkın sokağı çıkmaması için özel çaba içindeki CHP'nin liderinin "grev" çağrısı laf ebeliğinden başka bir şey değildir.
Toplumun dikkat kesildiği asgari ücret konusunda herkes konuşur da patronlar kulübü TÜSİAD sessiz kalır mı hiç? Onlarda meramını dile getirdi. "Aman cebimiz yanmasın, kar oranlarımız azalmasın, maliyet artmasın" niyetini gizleyerek 'makul' bir beklenti içerisinde olduklarını söylediler. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, "asgari ücreti belirleyen işçi, işveren sendikaları ve devletin bir araya gelip makul bir yerde anlaşabileceğini" söyledi. TÜSİAD'ın 'makul' kavramının ne anlama geldiğini, dün açıklanan asgari ücretle bir kez daha gördük. İşçi sınıfının örgütsüz, önderlikten yoksun ve zayıf olduğu bir ortamda rahat rahat fikir beyan ediyorlar, asgari ücreti belirliyorlar.
İşçi sınıfına karşı yapılan 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrası sözlerini burada yad etmeden geçmek olmaz. Ne demişti patronlar sınıfının sözcüsü zat-ı muhterem? "Şimdiye kadar işçiler güldü bundan sonra biz güleceğiz(…)" İşte şimdi bıyık altından gülme nedenleri tam olarak bu. Ülkede işçi sınıfının resmi rakamlara göre; sendikalaşma oranı yüzde 15. Var olan sendikalar da zaten işçi sınıfından çok sermaye sınıfına direkt ya da dolaylı hizmet ediyor. Üye sayıları çok olan konfederasyonlardan Türk-İş, ABD'den icazet alarak bizzat sermayenin izni ve onayı ile kurulmuş, varlık nedeni işçi sınıfının gücünü dizginlemek olan bir sarı sendikadır. DİSK de kuruluş yıllarındaki reformist çizgisinin bile gerisine düşmüş durumdadır. Tek işlevi CHP'nin arka bahçesi olmak. Yöneticilerinin CHP'den koltuk kapma telaşı dışında bir kaygısı olmayan, sendikal niteliği ve rengi sonbahar yaprakları gibi sararmaya başlamış durumdadır. Hak-İş, gerici iktidarın borazanlığını yapan ve iktidar nimetlerinden faydalanan, tabelasında yazan "sendika" kelimesini bile hak etmeyen bir diğer kurumdur. Tepeden tırnağa örgütlü olan sermaye sınıfının TÜSİAD'ı, kolluk gücü, bürokratik gücü, yargısı, medyası, düzen partileri, ekonomistleri varken, işçi sınıfının bu denli örgütsüz olması sınıf açısından ve işçiler açısından vahim bir tablodur. Masanın bir ucunda sermaye ve onun haklarını savunan hükümet diğer tarafında ise sözde işçi temsilcileri olarak sendikamsı taraf var.
MASA DA MASAYMIŞ HA!
"Masa da masaymış ha/ Bana mısın demedi bu kadar yüke/ Bir iki sallandı durdu/ Adam ha babam koyuyordu." (Edip Cansever)
Türk-İş bu yıl 4 işçi ile masada yer alacak. Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, "4 işçi ne derse o olacak. Aldıkları karara harfiyen uyacağız" dedi. Türk-İş tarafından yapılan açıklamada, asgari ücretin yüzde 45 oranında enflasyon zammı ve yüzde 20 refah payı ile 29 bin 583 lira olması talep edildi. Güya işçileri masaya oturtan Türk-İş'in patronu, kendisi asgari ücret almadığını beyan ederken, milyonlarca asgari ücretlinin kaderini belirlemekte bir beis görmüyor! Grevsiz kadük ve göstermelik bir masada, bir yandan kar hırsından gözü dönmüş sermaye sınıfı, diğer tarafta sendika patronları, masanın üstünde ise milyonlarca işçi ve ailesinin yaşam koşulları.
İşçi sınıfına sadece yüzde 30 zam lütfedilirken, sermayeye hortumlar sonuna kadar açılmaya devam edilecek. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü ve devrimci önderlikten yoksun oluşundan aldıkları güç ile işçi sınıfını asgari sefalete, aza tamah etmesini sağlamaya çalışıyorlar. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı adı altında sadece gıda, giyim gibi en temel ihtiyaçlar listelenerek, bir kez daha belirlenen rakamlar ile asgari ücret, asgari yaşama indirgenmiş olacak. Yani işçi sınıfı sadece bir sonraki gün hayatta kalmaya yetecek bir ücrete mahkum edilecek. Emeğini kapitaliste satarak geçinen milyonlarca işçinin tatil yapma, sinemaya gitme, kitap okuma gibi hakları yokmuş gibi, sadece haftalık tüketilmesi gereken protein, karbonhidrat üzerinden ya da ulaşım, kira giderleri üzerinden hesaplanan rakamlar bile esasında sermayenin yarattığı toplumsal algıyı tatmin edecek. Aslına bakarsanız, bugünkü koşullarda belirlenen asgari ücretle, bırakın büyük şehirleri nispeten yaşamın daha kolay olduğu küçük kentlerde bile kira, fatura, ulaşım, yemek gibi ücretleri karşılamak mümkün değil.
ÖRGÜTLÜ MÜCADELE VE ZOR OYUNU BOZAR!
Burjuvazinin klasik ekonomi politiğinin asgari ücret tanımı, özel mülkiyetin icadına kadar dayanır. Fakat 18. yüzyıl İngiltere'sinin ekonomi politiğinde Malthus'un, "Yoksul halkın ölümünün doğal bir süreç olduğu" kabulüne ve A. Smith ve D. Ricardo tarafından da geliştirilen, "Doğal ücret teorisine" dayanır. İşçinin fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar olması gereken bu ücret, bir sonraki gün işe gelmeye yetecek ve barınma ihtiyacını karşılayacak kadar olmalıdır.
Marx'a göre ücret bir metanın üretilmesi için gereken toplumsal emekten, pazarda satıldığı değerden ve patronun karından bağımsız ele alınamaz. Her meta gibi, emek gücünün değeri de kendisini üretmek/yeniden üretmek için ihtiyaç olan toplumsal olarak gerekli emek zamanı ile belirlenir. Örneğin bir işçinin emek gücüne biçilen değer, o işçinin ertesi gün, ertesi ay da çalışmasını sağlayacak olan yiyecek, içecek, fatura, kira gibi maddi ihtiyaçlarının yanı sıra kültürel ihtiyaçlar gibi pek çok başka gereksinimin de hesaba katılmasıyla ortaya çıkar. Ücret, en geniş tanımıyla emek gücüne kapitalist tarafından biçilen değerin parasal ifadesidir. Gerçek ve tam karşılığı değildir, olamaz! Ücretlerin ne kadar yüksek ya da ne kadar düşük olacağını ise tek yönlü olarak kapitalistlerin "iradesi" değil, kapitalist ile işçi arasındaki mücadele belirler.
İşçi sınıfının sefalet ücretine değil, patronların lütfettiği harçlıklara değil, alın terinin iktidarını kurmaya ihtiyacımız var. Kapitalist barbarlığın yarattığı ve kangren olmuş kronik sorunların yegane çözümü budur. Bunun dışındaki hiçbir çözüm günü kurtarmaktan öteye geçemez. Kapitalist sömürü düzeninin alternatifi yine kapitalizm değildir, olamaz! Kapitalizm miadını doldurmuş, çoktan tarihin çöplüğüne atılması gereken gericileşmiş, çürümüş haliyle insanlığın sırtında bir yüktür. Ezilen insanlığa kan, gözyaşı, sömürü, savaş, açlık, sefalet dışında bir şey verememiştir. İnsan emeğini çalarak kar elde eden ve bu karları biriktirerek sermayesine sermaye katan bir avuç mutlu azınlığın dışında milyarlarca insan açlık ve sefalet içerisinde yaşamaya mecbur bırakılıyor. Uluslar birbirine düşman edilerek kırdırılmakta, doğal kaynaklar hızla tükenmektedir. 4.5 milyar yaşındaki yaşlı dünyamızın bu kapitalist düzeni taşıyacak gücü de mecali de kalmamıştır. Modern kölelik düzeninin sonu geldi de geçiyor. İşçi sınıfı ve örgütlü gücü, dünyayı ve insanlığı kapitalizmden kurtaracak öznedir. Milyonlarca işçi ve ailesini masa başında sefalete mahkum edenlerin oyununu da masasını da bozacak yegane güç, patronların lütfettiği ile yetinmek yerine iktidarı isteyen işçiler ve ezilenlerin cüretidir!
Öncelikle yüzleşilmesi gereken burjuva ideolojinin hakimiyetinin reformizmin, başta sendika ve bazı sol çevrelere bu kadar sirayet etmesi sorunudur. Ne acıdır ki; adında 'devrimci' ibaresi olan bir sendikanın başkanı, "asgari ücret belirlenirken bir evde iki kişinin çalışması halinde o eve yoksulluk sınırının üstünde gelir girmesi güvence altına alınmalıdır" diyor. Genç işçilere evli olmayı, ana-baba ile yaşamayı gereklilik sayarak tavsiyelerde bulunuyor. Sol-sosyalist iddiasında olan kesimlerin bile dar burjuva ideolojisi kalıpları ile ele aldığı asgari ücret konusu, esasında sınıfsal bir sorundur. Marksist leninist komünistlere düşen görev, işçi sınıfına bu düzende asla insanca yaşayamayacağı gerçeğini kavratmak ve sosyalizm mücadelesini örgütleyip büyütmektir.