GÜNCEL
Kutsal üçleme - Efe Dağlı
Bir geçiş dönemindeyiz. "Tarihin eylemsizlik momentleri" ile "yirmi yıla bedel günler" iç içe. Aynı gün içinde hem karın hem yaz sıcağının görülmesi gibi. Asgari ve azami programların ve taleplerin iç içe geçmesi de bazı hallerde kaçınılmaz hale gelecektir. Kolaj görüntüsü veya eklektizm algısı, süreçler iyi yönetildiğinde ortadan kalkacaktır. Varlığını ezilenlerin özgürlüğüne adayan ve onların nabzını tutmasını başaranlar, anın/dönemin basıncıyla çok önemli görünen ancak tarihsel akışta gayet önemsiz yerel despotluklar ve faşizmleri yıkıp geçmenin manivelası olacaktır.
"Komünistler Moskova'ya."
"Başörtülüler Arabistan'a."
Ve nihayet "Kürdistan isteyenler de defolsun Irak'a."
İlki Türk sağının ve bilhassa sivil faşistlerin sloganıydı.
İkincisi ömrü rejime hizmetle geçen Süleyman Demirel'e.
Üçlemenin tamamlayıcısı ve tüy dikeni de mevcut devlet başkanına.
Türkiye'de siyasetin, iktidar uğruna, geriye kalan toplumsal ve siyasal kesimleri nasıl da acımasızca ve düz kestiğini yeterince açık anlatıyor bu üç söz kalıbı.
Dolaysıyla, şimdi kalkıp Kürdistan kelimesinin tarihinden, Osmanlıdaki Kürdistan eyaletinden yahut 1. Meclis'teki ''Kürdistan Vekilleri''nde bahsetmenin pek bir manası yok.
Söylenenler taammüden söylenmiştir.
Bir yanıyla eğlenceli bir mantık oyununa konu olabilir bu söz. Denklem şöyle: HDP terörist, HDP siyasetçileri de öyle. Neden? Çünkü bölücüler, Kürdistan istiyorlar. Üstelik bunu her fırsatta dile getiriyorlar.
Peki ya HDP'ye oy verenler? Onlar terörist değil ve iktidar partisi lideri onlara defol demeyi hatta bunu söyleyecek kadar ''enayi'' olmadığını ekliyor. Kelimeleriniz kim olduğunuzu da söyler. Dolaysıyla bu kelime oldukça geniş ve serbest çağrışımları olan, başka bir analize de konu olabilir.
Buraya kadar tamam: HDP idarecileri külliyen terörist ve onlara oy verenler kesinlikle terörist.
Akla gelen ilk soru: Terörist idarecilerin terörist olduklarını bilerek onlara oy verenler nedir? Devlet başkanı onları niçin "masum" saymaktadır? Oy sebebiyle mi?
İkinci soru: HDP çok bileşenli bir demokratik cephe partisi. İçinde farklı düşünen oldukça farklı çok sayıda renk var. Dolayısıyla 'Kürdistan' istemeyen bir HDP idarecisi tümdengelim metoduyla def edilecek terörist iken, basbayağı Kürdistan isteyen, hatta istemeyenleri eleştiren ve HDP'ye oy veren seçmen nasıl masum olabiliyor. İktidar nasıl bunca gönlü bol olabiliyor.
Uzatmaya gerek var mı? Birbirinin içine geçen bu üç "vecize" rejimin çeşitli politik kanallarının ne denli yakın olduğunu anlatmaya yeter. Dışlayıcılık, herkesin bir yandan kendine yontup ilericilik yahut aidiyet emareleri bulduğu Cumhuriyet tarihinin tamamının asıl özelliklerinden biridir.
Bu arada AKP liderinin, karşılıklı olarak birbirlerinin uçaklarını düşürerek savaşın eşiğine gelen Pakistan-Hindistan geriliminde tansiyon düşürücü, sulh telkin edici çabası dikkat çekici.
İçeride şedit ve kahhar(şiddet ve kahretme), dışarıda mutedil ve barışçıl. Daha tam ifadesiyle sonuç alacağına inandığında, getirisi olduğunu gördüğünde Hindistan-Pakistan geriliminin "medeniyetler savaşı" penceresinden ele alınması, buna karşın içeride bütün olan bitenin "terör" gibi iptidai bir bakışa kilitlenmesi, aynı zamanda, Kürdistan özgürlük mücadelesini bastırabileceği inancıyla bağlantılı. İçeride, Kuzey'de işlerin yolunda olduğunu iddia eden, hatta eylem ve kayıp haberlerini geçiştiren iktidarın, teknik olarak, Türkiye coğrafyası bakımından "tehdit" edici bir dil ve eyleme yeltenmeyen Rojava'yı kötülük odağı sayarak, gün be gün, orasının dağıtılacağı yeminini tekrarlanması bize nereye odaklanıldığını anlatıyor.
Dolayısıyla HDP "ağzıyla kuş tutsa" dahi işe yaramayacak ve iktidar partisi süregelen tavrını değiştirmeyecektir. Tam da bu nedenle kuruluş amacı olan tutarlı devrimci demokratik bir yaşam ve alternatif yaratma yöneliminden öte her tutum bir boş gösterendir. Ne "biz aslında öyle değiliz" türü izahatçılık ne düellocu, meydan okuyucu iç dil; iki yönlü manipülasyona karşı toplumsal, siyasal, kültürel alternatif oluşturmak en isabetli olanıdır.
İktidarın bütün konsantrasyonu kendisine karşı çıkanları dağıtmak ve kandi algısı çerçevesinde onlar hakkında toplumsal kanaat oluşturmak. Giderek zayıflayan, sonuç almakta zorlanan ancak yine de direnen bu politika bir kaç klişenin sürekli tekrarına dayalı, yoksulluğu gözden uzak tutmanın ve bunu da vatan-millet ajitasyonu arasında asimile etmenin imkanları daralıyor. Çünkü "açlık çoğunluktadır", çünkü hürriyet zincirlidir, çünkü nefes alma kanalları neredeyse tümden tıkanmıştır. Siyasal ve mali ekonomik krizin iç içe, politik despotizmin olağan yönetme biçimi olduğu bir coğrafyada ezilenleri birleştirecek mücadele metotlarının hangileri olduğu çabucak belirginleşir. Batı'nın Doğu'ya, ezilenlerin bir kısmının diğerlerine kayıtsızlığı, aşılması geciktikçe maliyet artıran, en önemli eksikliktir.
Sosyalizm mücadelesi ve sosyalizme varacak bir politik özgürlükler devrimi süreci biçim ve içerik olarak kendisini durmaksızın tazelemek göreviyle yüz yüzedir.
Varoluş bunalımıyla cebelleştiği halde yeni bir atılımla yenilenme imkanı bulamayan, yok oluşunun insanlığa hiç bir şey kaybettirmeyeceği bir kapitalizme mahkum ve mecbur edilmek başlı başına işkence.
Kapitalizm, varoluş bunalımına batarken bir şey daha yaptı. İnsanlığın son beş yüz yılda elde ettiği, kazandığı temel hakları, bazı yerlerde aşındırdı, bazı yerlerde yok etti. Bu dönemsel, yarın şu veya bu yolla aşılacak bir kriz değildir. Bizimki gibi faşizmle idare edilen ülkelerde, son beş yüz yıllık kazanımlara konu olan ne varsa bunlar tümüyle tahrip edildi. Söz gelimi toplantı ve gösteri hakkı dahil en olağan pratikler 'hak' olmaktan fiilen çıkarıldı, iktidarların insafına terk edildi.
Paradoks gibi gözükse de materyalist diyalektiğe uygun iki uçlu bir durumla karşı karşıyayız. Biten, tükenen kapitalizmi aşan ideolojik, politik mücadele, aynı zamanda, arkasına, bu beş yüz yılda kazanılmış hakları koruma, yeniden kazanma, daha zengin örneklerini talep etme çifte göreviyle yüklüdür.
Bir geçiş dönemindeyiz. "Tarihin eylemsizlik momentleri" ile "yirmi yıla bedel günler" iç içe. Aynı gün içinde hem karın hem yaz sıcağının görülmesi gibi. Asgari ve azami programların ve taleplerin iç içe geçmesi de bazı hallerde kaçınılmaz hale gelecektir. Kolaj görüntüsü veya eklektizm algısı, süreçler iyi yönetildiğinde ortadan kalkacaktır. Varlığını ezilenlerin özgürlüğüne adayan ve onların nabzını tutmasını başaranlar, anın/dönemin basıncıyla çok önemli görünen ancak tarihsel akışta gayet önemsiz yerel despotluklar ve faşizmleri yıkıp geçmenin manivelası olacaktır.