21 Kasım 2024 Perşembe

Korkuları örgütleyip hayal satmak

"Bu noktaya nasıl gelindi" sorusuna doğru bir yanıt vermediğimiz ve bu gerçeği net bir mücadele hattıyla yarıp geçecek bir silkinmeyle ayağa kalkmadığımız sürece '33'lerin Almanyası hiç de uzak bir ihtimal değildir.

AKP'nin esnaf ya da işçi-emekçilerden oluşan tabanından insanlarla 14 Mayıs'ta yapılıp ikinci tura kalan cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında hiç konuştunuz mu? Oldukça militan ve ajite olmuş bir ruh haliyle her biri ayaklı birer propagandacıya dönüşmüş durumda. Mahallenizdeki bir esnaf siyasi kimliğinizi en azından tahmin ettiği halde "sohbete" TOGG'la başlayıp Gabar'da bulunduğu rivayet edilen petrole, oradan Karadeniz'de "çıkardık" denilen doğalgaza getirir sözü. "Bu ay doğalgaz faturan ne kadardı?" diye sorarak anlattıklarının etkisini pekiştirmeye çalışır. Bir A Haber bülteni izliyormuşsunuzcasına devam ettirir bu ateşli propagandasını. "Vatanımızı bölmek istiyorlar" der, "terör örgütleriyle hemhal olmuş CE-HA-PE bunun parçasıdır" şeklinde devam eder. ABD'nin Ortadoğu'daki diğer ülkeler gibi burayı da iç savaşa sürükleyerek parçalamak için can attığını ekler. SİHA'lar, İHA'lar, askeri sanayinin ifade ettiği güçle övünür.

Yazılanlar bunu bizzat deneyimlemiş birinin aktarımları. Eksiği var, fazlası yok. Bu ruh halinin AKP ya da bir bütün olarak iktidar blokunun tabanının kolektif ruh hali olduğunu kestirmekse güç değil.

Günlerdir seçim sonuçları üzerine kritik yapıyoruz. Kimimiz meseleyi seçim hileleriyle açıklıyor, kimimiz "bu toplum adam olmaz" diyor, kimimiz mücadele biçimleri üzerinden birbirimizi yargılıyoruz. Fakat karşımızda savaş sanayisi, daha fazla militaristleşme ve yayılmacı hayallerle aslında köhnemiş tüm bir değerler sisteminin pazarlanmasının toplumun önemli bir kesiminde nasıl bir karşılık bulduğu gerçeği var.

Esas kaygı duymamız gereken de bu.

Çünkü bu aynı zamanda faşizmin sadece geçici bir devlet-rejim biçimi değil, devlet ve toplum arasındaki ilişkilere derinlemesine nüfuz eden, dönüştüren, örgütleyen bir sistem olarak varlığını nasıl pekiştirdiğinin ifadesidir. Mevcut sistemin kendisini sandıkta meşrulaştırarak daha güçlü bir kurumsallaşma ve toplumsallaşmanın üzerine oturtmasıyla yarın nelerin nerelere evrilebileceğinin yanıtı da buradadır.

Bu tablonun esas benziniyse bu topraklardaki tarihsel gericilik birikiminin neoliberal toplumsal dönüşümle harmanlanmasıdır. Sadece bir ekonomik model olmayıp siyasi-kültürel-ideolojik ve bir bütün olarak toplumsal dönüşüm modeli de olan neoliberalizmin güncel korku ve hayalleri o gericilik birikimiyle nasıl pişirdiğinin ifadesidir. Sınıf mücadelesinin yükseliş ve inişlerle ilerlediği, ancak dengenin asıl olarak burjuvazi ve devleti lehine işlediği yıllar içinde şekillenen bir toplumsal gerçeklik var karşımızda.

Faşizmin esas yapısı itibariyle insanların bıkkınlıkları ve korkuları üzerine kurulu bir ekonomi politiğe sahip olduğu söylenir. İnsanların korkularını örgütlediği, bunu hedef gösterdiği düşmanlara yönlendirdiği, varlığını bu düşmanlıklar üzerinden tahkim ettiği… İşin bir yanı budur elbette. Kürt korkusu, bölünme ya da kaosa sürüklenme korkusu, diğer tarihsel korkular faşist iktidar bloku tarafından süreklileşmiş biçimde örgütleniyor zaten.

Fakat geldiğimiz noktada faşizm sadece korkuları örgütlemiyor, aynı zamanda hayalleri de örgütlüyor. Korkuyla iç içe geçen bu hayallerin hepsi de yayılmacılığa, militarizme çıkıyor. Dünyanın yeniden paylaşıldığı, bu paylaşımda kritik bölgelerin önemli bir kaos ve iç savaşa sürüklendiği bu koşullarda iktidar bloku da hem bunun yarattığı korkuları ama hem de bunun yayılmacılık için sunduğu fırsatları hayal olarak örgütlüyor.

Bir emekçi, burjuvazi ve devletinin yayılmacı, emperyal, işgalci hayalleriyle organik bir özdeşlik ilişkisi kurabiliyor. Bu politikalarının kırıntılarından kendisine düşeni "refah" olarak kodlayabiliyor. Tam da bu noktada silah sanayi, güçlü liderlik, işgalci politikalar toplumsal bir ruhsal sarhoşluk yaratabiliyor.

"Bu noktaya nasıl gelindi" sorusuna doğru bir yanıt vermediğimiz ve bu gerçeği net bir mücadele hattıyla yarıp geçecek bir silkinmeyle ayağa kalkmadığımız sürece '33'lerin Almanyası hiç de uzak bir ihtimal değildir.

"Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar" sözünü anmadan edemiyor insan. Çünkü sorularımızın yanıtı da panzehiri de aslında burada. Bu tablo, kökleri derin olan tarihsel gericilik birikiminin onlarca yıllık neoliberal toplumsal dönüşümle sentezlenmesi ve bu sürecin kimi dönemler dışında neredeyse engelsizce yaşanmasının ürünüdür. Yanıtı da büyük bir proleterleşme dalgası anlamına da gelen bu sürecin ortaya çıkardığı sınıf ilişkileri, sınıflar arası denge ve alışılmış olan bu dengelerin sarsılmasını sağlayacak sınıf eksenli mücadelededir.