3 Aralık 2024 Salı

Koray Can yazdı | 'Huzur İslamda mı?

Faşist şef Erdoğan'ın İslam uygulamasında her şey mubahtır. Yeter ki rant ve servet sağlasın. Bu kapsamda çevresel dönüşüm adına Türkiye ve Kuzey Kürdistan doğası tahrip edilmiş, uluslararası sermayeye ve Türk sermaye oligarşisine peşkeş çekilmiştir. Uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve her türlü ahlaksız yoldan kazanç sağlama faşist şef ve bakanları tarafından organize edilmiştir. Dolar ve euro faşist şefte dahil olmak üzere bu din bezirganlarının Allahı ve peygamberi olmuştur. Bu politik islamcı faşistler sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarına bu kadar zulmü reva görmemiş, yeni Osmanlıcılık adı altında bölge halklarına karşıda saldırgan bir politika uygulamıştır.

ABD ve NATO desteğiyle gerçekleştirilen 12 Eylül darbesiyle birlikte Türkiye'de askeri faşist diktatörlüğün oluşturulduğu biliniyor. Rejimin anayasal ve yasal yapısıyla, işleyişiyle "faşist MGK rejimi" olarak yeniden örgütlendiği de biliniyor. Yine Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da politik islamcı parti ve örgütlerin, cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin de esasen darbe sonrası yaygınlaşıp güç kazanmaya başladığı da bir gerçek. Diyanet İşleri Başkanlığının daha fazla işlevlendirilmesi, Alevi köylerine camilerin inşa edilmesi, imam hatip liselerinin yaygınlaştırılması, zorunlu din dersi uygulaması, ilahiyat fakültelerinin arttırılması gibi uygulamalar da "faşist MGK rejimi" dönemiyle ivme kazanmıştır.

"Faşist MGK rejimi" ve ABD'nin özel olarak devreye koyduğu bu plan, 1977-81 döneminde ABD'de başkanlık yapan Jimmy Carter'in "Yeşil Kuşak" projesinin bir parçasıdır. Bu projenin bir ayağını komünizm tehdidine karşı İslam'ı bir kalkan olarak kullanmak oluştururken, diğer ayağını ise "faşist MGK rejimi"nin Türk-İslam ideolojisiyle Türkiye'deki islamcı, sağcı ve liberal hareketleri antikapitalist, antiemperyalist, islamcı parti ve örgütlerin etkisinden uzak tutma oluşturuyordu. Bu kapsamda ANAP, DYP, Refah Partisi, MÇP, Gülen Cemaati önemli bir rol oynadı. Tabi ki en önemli nedenlerden biri de; PKK'nin, sömürgeci soykırımcı faşist Türk sermaye devletinin tekçi devlet (tek dil, tek din, tek millet, tek bayrak) anlayışına karşı başlatmış olduğu Kürt halkının özgürlük mücadelesidir. Kürt hareketinin ML temelde ortaya çıkışı, İslam'ın bu açıdan da kalkan olarak kullanılmasını kolaylaştırıyordu. 79'da Türkiye'de kurulan Hizbullah da bu projenin bir parçasıdır.

Her üç amacın başarıya ulaşması için İslam'ın ve Türkçülüğün bir kalkan olarak kullanılması gerekiyordu. "Huzur İslamda" sloganının gündemde tutulması da bu sürece rastlar. 90'lı yıllarda modern revizyonizmin çöküşüyle birlikte bu slogan daha fazla gözle görünür oldu. 12 Eylül faşist darbenin kendisine sunduğu katkı ve zemin üzerinden 1994 yerel seçimlerinde birçok büyük ilin belediye başkanlıklarının Refah Partisi'ne geçmesinden sonra "Huzur İslamda" sloganı artık her yerdeydi. Refah Partisi'ne ait tüm belediye otobüslerinin, belediyeye ait araçların arka camını süsleyen, özellikle klişeleştirilmeye çalışan bir slogan haline geldi.

1995 seçimlerinde Refah Partisi'nin birinci parti olarak çıkması, Kürt hareketine, devrimci parti ve örgütlere karşı özel savaş örgütlenmesi haline gelen DYP ile koalisyon kurarak hükümet oluşturması, MGK'nın 28 Şubat 1997 saldırısıyla bu hükümetin yıkılması; bugünün faşist şefi Erdoğan'ın, Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın, Abdüllatif Şener'in "milli görüş gömleğini çıkardık" diyerek 2001 yılında AKP'yi kurmaları, Gülen Cemaati ve diğer cemaat ve tarikatların desteğini alarak 2002 yılında iktidara gelişi; ABD ve AB desteğiyle ordunun dizayn edilmesi, Gülen Cemaatiyle girişilen iktidar kavgası, Gülen hareketinin iktidardan tasfiye edilmesi, 14 Temmuz saray darbesi, Erdoğan'ın kendisini faşist şef olarak ilan etmesi gibi gelişmeleri bilindiğinden daha fazla detaylandırmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Konumuz geçmiş tarihin dökümünü yapmak değil zaten. Bu kısa hatırlatmaları yaptıktan sonra esas konumuza dönebiliriz.

Neydi sorumuz: "Huzur İslamda" mı?

Türkiye'de politik islamcıların sahneye çıktıkları günden itibaren insanlığı İslam'ın kurtaracağını sürekli vaaz ettiler. Oysa ülkelerini İslam ve şeriat esaslarına göre yönettiklerini iddia eden ülkeler de dahil olmak üzere hiçbir İslam ülkesinde ezilenler, işçi ve emekçiler, kadınlar, farklı inanç toplulukları ve azınlıklar değil huzura kavuşmayı bir gün bile gün yüzü görmemiştir. İslam'ın şeriat kanunuyla yönetilen Osmanlı'dan tutun da, İran'daki molla rejimine, Afganistan'daki Taliban'dan 2011 yılında Tunus'da iktidara gelen İslamcı El Nahda'ya, Suudi Arabistan'dan Endonezya'ya kadar durum aynıdır. İslam adına hareket ettiğini söyleyen El Kaide, El Nusra, Boko Haram gibi politik islamcı çetelerin yaptıklarını ise anlatmaya hiç gerek yok. Bu ülkelerde bir yandan sefalete ve açlığa mahkum edilen milyonlarca insan, diğer yandan dünya zengini haline gelmiş krallar, emirler, mollalar ve işbirlikçi sermaye oligarşileri... Bu ülkelerin birçoğunda kadınların ikinci sınıf yurttaş kategorisinde bile olmadığını, erkeğin malı olarak kabul edildiğini, kadınların burkalarla ve çarşaflarla yaşamaya mahkum edildiğini, onların dayattığı yaşam tarzını kabul etmeyen kadınların recm cezasıyla katledildiğini de ayrıca belirtmiş olalım.

Türkiye Hizbullah'ının İslam adına Kürdistan'da Kürt halkına karşı Türk gladyosuyla birlikte işlediği insanlık dışı suçları ve katliamları bilmeyen yok. Peki Türkiye'deki politik islamcıların iktidara geldiği dönem bakımından durum nedir?

Biraz önce sözünü ettiğimiz ülkelerden çok da farklı olmadığını öncelikle belirtmemiz gerekir. ABD ve NATO patentli olan birçok politik islamcı yapı her dönem komünizm, emek ve Kürt düşmanlığı temelinde şekillendirilmiştir. Din onlar için sadece iktidar olmanın önemli bir aracı olmuştur. Her ne kadar AKP yoksulların desteğini alarak iktidar olsa da AKP'nin islamcı orta burjuvaziyi temsilen siyaset sahnesine çıktığı biliniyor. Politik islamcıların Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra ilk kez iktidara geldiği ve devleti ele geçirip yeniden dizayn ettiği sürece baktığınızda, İslam'ın nasıl bir 'huzur' getirdiğini görmeniz mümkündür.

Politik islamcı AKP ve Gülen Cemaati (Siz buna İsmailağa cemaatini vd. ekleyin. Çünkü dün olduğu gibi bugün de bu cemaatler faşist şefi ve AKP-MHP iktidarını desteklemekte ve de buradan beslenmektedirler) iktidara geldikleri andan itibaren yaptıkları ilk icraat 12 Eylül döneminde Özal'la devreye konulan ve uluslararası sermayenin işçi ve emekçileri, köylüleri iliklerine kadar sömürmenin ekonomik ve siyasi politikası olan neoliberal politikaları hayata geçirmek olmuştur. Devlete ait olan tüm KİT'ler uluslararası sermayenin isteği doğrultusunda özelleştirme adı altında sermaye oligarşisine ve yabancı sermayeli şirketlere peşkeş çekilmiştir.

Kürt özgürlük hareketini ve devrimci hareketi fiziksel olarak dağıtmak, ezmek ve yok etmek için her türlü yasa ve kanun çıkarmış, Kürt özgürlük hareketini ve devrimci hareketleri tasfiye etmek için uygulamadığı hiçbir aşağılık yol ve yöntem, saldırı ve katliam bırakmamıştır. AKP-MHP iktidarıyla birlikte ırkçılık ve komünizm düşmanlığı son sınırına vardırılmıştır. Antifaşist, antişovenist kitleler devlet terörüyle bastırılmaya çalışılmış, geniş yığınların büyük bedellerle kazanılmış demokratik hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Politik islamcı-ülkücü bu faşistler döneminde işkence kışlalardan, karakolların dışına sokağa taşırılmış ve meşrulaştırılmıştır. Gözaltı, tutuklama ve zindana koyma sıradan bir olay haline gelmiş, siyasi tutsaklara yönelik her türlü alçakça saldırı meşrulaştırılmıştır. İslam adına hareket ettiklerini söyleyen bu faşistler, gerilla cenazelerini mezarlarından çıkarıp kutulara koyarak kaldırım altlarına gömmüş, bir süre sonra ise torbalara koyarak kargoyla ailelerine postalamıştır, ya da gerilla cenazelerinden arta kalan kemikleri torbalara koyup anne ve babalarına teslim etmişlerdir. 12 Eylül generalleri bile bu kadar alçakça bir yol izlememişti. Bunu yapmak politik islamcı AKP faşistlerine nasip olmuştur. Eminiz ki böyle bir fikir nasıl olur da faşist generallerin aklına gelmemiştir diye onları küçümsemişlerdir.

12 Eylül faşizminin bir uygulaması olan zorunlu din dersi, politik islamcı faşist AKP döneminde de uygulanmaya devam ettirilmiştir. Alevi inancında olan halkımız devlet ve Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle büyük bir asimilasyona tabi tutulmuştur. Alevi inancı yok sayılmaya devam edilmiştir. Alevi halkımız Maraş'da, Çorum'da, Sivas'da gerçekleştirilen katliamları hatırlatma suretiyle (belli bölgelerde Alevi halkından olanların evlerinin üzerine kırmızı çarpı işaretlerinin konulması, cemevlerine yönelik saldırıların artması, Alevi inancının kanaat önderlerine yönelik artan fiziksel ve sözlü saldırı ve tehditler vb.) sindirilmeye çalışmıştır.

Kadınların büyük bedellerle elde etmiş olduğu kısmi kazanımlar tümden ortadan kaldırılmış, kadın cinsi üzerindeki baskı ve şiddet daha da katmerleştirilmiş, kadın katliamları faşist şef Erdoğan ve AKP'si ile birlikte tavan yapmıştır. Yine kadın ve çocuklara dönük taciz ve tecavüz saldırıları artmış, taciz ve tecavüzcüler yasalarla korunmuştur. Gençlerin geleceği de yine bu politik islamcı-ülkücü faşistler tarafından yok edilmiştir. Eğitim kurumlarının tamamında bilimsel eğitim adına kalanlar da bunlar tarafından yok edilmiş, okullar Taliban ve DAİŞ vari nesiller yetiştirmenin kurumlarına dönüştürülmüştür.

Batı ve Güney Kürdistan'a yönelik işgal saldırısı, komşu ülkelere dönük saldırganlık ve savaş politikalarında yine bu politik islamcı-ülkücü faşistler döneminde ivme kazanmıştır.
 
Faşist şef Erdoğan'ın İslam uygulamasında her şey mubahtır. Yeter ki rant ve servet sağlasın. Bu kapsamda çevresel dönüşüm adına Türkiye ve Kuzey Kürdistan doğası tahrip edilmiş, uluslararası sermayeye ve Türk sermaye oligarşisine peşkeş çekilmiştir. Uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve her türlü ahlaksız yoldan kazanç sağlama faşist şef ve bakanları tarafından organize edilmiştir. Dolar ve euro faşist şefte dahil olmak üzere bu din bezirganlarının Allahı ve peygamberi olmuştur. Bu politik islamcı faşistler sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarına bu kadar zulmü reva görmemiş, yeni Osmanlıcılık adı altında bölge ülkelerine karşı da saldırgan bir politika uygulamıştır. Bölge halklarına da acılar yaşatmış, 'huzurlarının' bozulmasına neden olmuştur. Faşist şef, Filistin halkına kan kusturan siyonist İsrail devletinin de, dünyadaki bütün diktatör ve despotların da en büyük dostu olmuştur.

Bu faşist politik islamcıların insanlığa yaptıkları kötülükler saymakla bitmez. "Huzur İslamda" diyerek iktidara gelen bu faşist politik islamcılar kısacası kendilerinden olmayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerine biat etmeyen tüm kesimlere yaşamı zindan etmekle kalmamış, her türlü ahlaksızlığı yaparak Müslüman halklarımızı da rencide etmişlerdir.

Kemalist ulusalcı faşistlerin Müslüman kadınlara yasaklamış olduğu türban üzerindeki yasağı kaldırmanın dışında bu politik islamcı faşistlerin halklarımıza huzur namına vermiş olduğu hiçbir şey olmamıştır ve olmayacaktır. ABD, AB ve NATO gibi emperyalistlerin kuklası olan politik islamcı faşistlerden farklı bir şey beklemekte zaten boş bir hayaldi. "Takke düştü, kel göründü" misali politik islamcıların "Huzur İslamda" söyleminin ne kadar kof bir yalandan ibaret olduğu toplumun geniş bir kesimi tarafından anlaşılmıştır. İşçi ve emekçilerin, ezilenlerin, kadınların ve ezilen ve sömürülen halklarımızın kurtuluşu ve özgürlüğü ve de huzur içerisinde yaşayacağı bir dünya ancak sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz ve cins ayrımsız bir toplum olan komünizmdedir. Din kişisel bir sorundur. İnsanlar dinlerini yaşamakta özgürdür. Kapitalizme, faşizme, şovenizme bulaşanların bir süre sonra çürümesi kaçınılmazdır. Tıpkı politik şef Erdoğan ve emperyalizmkapitalizm-mülkiyet sevici politik islamcı faşistler gibi...

Not: İslam dinine saf ve temiz duygularla inanan, bu dinin gereklerini yerine getirerek yaşayan Müslüman halklarımızın, bu yazı konusunun tamamen dışında olduğunu belirtmiş olalım.