19 Nisan 2024 Cuma

Kömür karasıyla lekeli zirve COP24

Esasında BM'in COP konferanslarından veya ülkelerin kendiliğinden iklim krizine ve küresel ekolojik krize çözüm bulacağından aklı başında hiçbir ekolojistin beklentisi yok. Peki, neden bu kadar lafını ediyoruz o zaman? Ekolojistlerin umudunu yatırdığı toprak, dünyanın verimli toprakları gibi zengin politik sınıf mücadelesi toprağıdır. Bu zeminden yükselen kendiliğinden ekolojist ve antikapitalist tepki bugün, sistemin dünyanın neresinde olursa olsun kâr için gerçekleştirdiği projeleri durdurma mücadelesinde somut ifadesini bulmaktadır. Bu mücadeleleri yürütenler işçi sınıfındandır, toplumun ezilen kesimlerindendir. Ekolojik krizin bedelini tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi en çok ve en önce onlar ödemektedir.
Bir COP(1) daha olaysız dağıldı. 196 ülkenin katılımıyla bu yıl 24'üncüsü düzenlenen konferans bu soğuk kış günlerinde ısınmak için bol bol kömür yakan Polonya'nın Katowice kentinde düzenlenmişti. Bildiğimiz anlamda gezegenin ve insanlığın kaderi tartışılıyor. 3 yıl önce kabul edilen Paris anlaşmasıyla ilgili ödevini yapmamış öğrenciler gibi gezegenden uzatma isteniyor. Tamam şimdi başlıyoruz çalışmaya deniyor. Bunların tartışıldığı ülkenin başkanı kendimizle gurur duymamız lazım(2) diye çok matah bir iş başarmış gibi açıklama yapıyor ama aynı ülkenin başkentinde insanlar kömürlü termik santrallerinin neden olduğu hava kirliliğinden ancak maske kullanarak sokağa çıkabiliyor. Eh, ilk kez küresel ısınmadan bahsedilen bilimsel raporun '75'te, ilk iklim zirvesinin '92 Rio'da olması gerçeklerinden bakınca buna ölümcül konformizmin "post-truth" ihtiyacı mı denir, yoksa bildiğimiz orta oyunu mu bunca yıllık debdebeden sonra siz karar verin.
 
Çok hızlı hareket ediyoruz iklim konusunda ve bakın Polonya Çevre Bakan Yardımcısı Kurtyka ne demiş: "Ancak, daha da önemlisi, (mutabakatın) dünya üzerindeki etkisi olumlu olacaktır. Bu sayede, Paris Anlaşması'nda belirlenen hedefleri başarmak için büyük bir adım attık. Bu hedefler sayesinde, bir gün çocuklarımız geriye bakıp şunu düşünecekler; ebeveynlerimiz önemli bir tarihsel zamanda doğru kararlar aldı." ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve Kuveyt IPCC'nin(3) son raporunu kabul edip selamlayan, 192 ülkenin kabul ettiği bir bildirgenin reddedilmesini sağlarken(4) Paris Anlaşması'ndan daha önce zaten çıkmış olan ABD konferans sırasında kömür yanlısı bir etkinlik(5) düzenledi. Yaşamın kendisi iyi bir ironi örneği gerçekten.
 
COP24 esasen Paris Anlaşması'nın teknik detaylarının belirlendiği bir konferans oldu. Sera gazlarının miktarının nasıl ölçüleceği, ülkelerin kağıt üzerinde verdikleri taahhütleri gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin nasıl denetleneceği gibi konular karara bağlandı. Yoksul ülkeler için esneklikler içeren ortak bir kural kitabı(6) özellikle Brezilya'nın tüm itirazlarına rağmen 2020'de devreye sokulmak üzere planlandı. Tüm bunlar yığınla teknik detayı içeren günler süren toplantılar sonucu belirlenebildi. İşi karmaşıklaştıran etkenlerden biri ülkelerin karbon azaltımı için kendilerince farklı hesaplama yöntemleri kullanması. Burada pazarlığı yapılan şey aslında şu: sistemin temel hiçbir işleyiş mekanizmasına dokunmadan mevcut üretim ilişkisi ve enerji üretim-tüketim tarzımızın üzerine bunların yarattığı pisliği örtecek teknolojiden örülmüş bir örtü örtmek. O çokça tartışılan karbon azaltımının içeriğinde ihtiyaç olmayan bir enerjiyi üreten ve aslında doğaya geri dönülmez zararlar veren jeomühendislik ve yenilenebilir enerji projeleri var. Bunların arkasında da pusuya yatmış bekleyen enerji tekelleri, finansman sunacak finans tekelleri. Aklımızla dalga geçilmesine izin vermeden belirtelim; öyle bir örtü yok, o pislik kökünden kazınmak zorunda.
 
2015 Paris Anlaşması, 1870'lerden bu yana küresel sıcaklık artışını ortalama 2 °C derecenin altında tutmak için kararlaştırılan fosil yakıtların kullanımının kademeli olarak azaltılması, yenilenebilir enerjinin daha yaygın kullanımı ve gelişen ülkelere tüm bunlar için bu işin yüz yıllık failleri olan gelişmiş ülkelerden ek finansman ve teknoloji transferi gibi adımları kapsıyordu. Yıllar çabuk geçiyor, hele bir de Trump gibi küresel katiller yaygınlaşınca Paris'teki bu hesap Washington'dan dönüyor. Neyse ki, dünyada Greta Thunberg(7) gibi insanlar var da gerçek mücadele o konferans salonlarının dışında sürüyor. Greta, konferansta politikacıların gözlerinin içine bakarak şunları söyledi: "Sadece yeşil sonsuz ekonomik büyümeden bahsediyorsunuz, çünkü popüler olmamaktan çok korkuyorsunuz. Sadece aynı kötü fikirlerle ilerlemekten bahsediyorsunuz, mantıklı tek şey acil durum frenini çekmek olduğu halde bunu söyleyecek kadar olgun insanlar değilsiniz... Benim popüler olmak gibi bir derdim yok. Ben iklim adaleti ve yaşanılabilir bir gezegeni umursuyorum. Devasa miktarda para kazanmaya devam etmek için bir avuç insan tüm medeniyetimiz kurban ediliyor... Çoğunluğun acıları azınlığın lüks yaşamının bedelini ödüyor. Yıl 2078, 75. doğum günümü kutlayacağım. Çocuklarım var, belki de doğum günümü benimle beraber geçirecekler. Belki bana sizinle ilgili sorular soracaklar. Bana neden zaman varken sizin harekete geçmediğinizi soracaklar"
 
 
Esasında BM'in COP konferanslarından veya ülkelerin kendiliğinden iklim krizine ve küresel ekolojik krize çözüm bulacağından aklı başında hiçbir ekolojistin beklentisi yok. Peki, neden bu kadar lafını ediyoruz o zaman? Ekolojistlerin umudunu yatırdığı toprak, dünyanın verimli toprakları gibi zengin politik sınıf mücadelesi toprağıdır. Bu zeminden yükselen kendiliğinden ekolojist ve antikapitalist tepki bugün, sistemin dünyanın neresinde olursa olsun kâr için gerçekleştirdiği projeleri durdurma mücadelesinde somut ifadesini bulmaktadır. Bu mücadeleleri yürütenler işçi sınıfındandır, toplumun ezilen kesimlerindendir. Ekolojik krizin bedelini tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi en çok ve en önce onlar ödemektedir. Hükümetin ekonomi programlarında kriz reçetesinde sadece faiz-kredi-borç konuları değil, doğanın şehirde, kırsalda daha fazla talana açılması da yer almaktadır. Devletin sermayeye kurtulması için denizin içine dahi inşaat yapmaya izin verildiği yerde doğa ekonomik kriz karşısında adeta bir dış finansmandır. İşçi sınıfı ve ezilenler, ekonomik acı reçetede sadece işsizlik fonunu, sosyal güvenlik ve temel hizmet haklarını değil, ekolojik tahribatla gıdasını, sağlığını ve yaşam alanını da kaybetmektedir.
 
Peki ekoloji mücadelesi yerele hapsolmaya mahkum mudur, sadece ekonomik bir mücadele midir? Kürdistan'da katledilen doğa, daha dün Dersim'de yakılan ormanlar, İstanbul Kuzey Ormanları, Soma zeytinlikleri, Karadeniz ormanlarının havaalanı, otoyol, HES, termik ile talanı bir yanda dururken bugün yana yakıla işçileri çekmeye çalıştığımız antifaşist mücadele için ekolojik mücadele zemininde bir ortaklaşma temeli sağlanmıyor mu? Onun politik özünü, politik mücadele için ön açıcılığını dile getirmek için sömürücü sistemin bu COP gibi orta oyunlarını ifşa etmek biz sosyalistlere düşmüyor mu? E, kapitalizmi durdurmak için ne duruyoruz?
 
Dipnotlar:
 
1. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı
2. 24. İklim Konferansı Başkanı ve Polonya Çevre Bakan Yardımcısı Michal Kurtyka'nın sonuç bildirgesindeki sözlerinde geçen bir cümle.
3. IPCC: Intergovernmental Panel on Climate Change (Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli)
4. IPCC raporunu hazırlayan bilim insanları raporun reddiyle birlikte bu yüzyılın sonuna kadar 3 °C'lik bir artışı beklediğini açıkladı.
7. 15 yaşındaki İsveçli iklim aktivisti ülkesinin iklim politikalarını protesto etmek için "okul grevine" çıkarak tek başına her cuma bakanlık önünde oturma eylemi düzenliyordu. Eylemi giderek büyüdü, okul boykotları Avustralya'ya kadar yayıldı.