Kaygısız: İşçi sınıfı sendikaları yeniden ele geçirmeli
Sendikal örgütlenmelerin önünde iki temel engel olduğunu kaydeden Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız, bunların yasalar ve sendikal bürokrasi olduğunu belirtti. Kaygısız ETHA'ya değerlendirmelerinde, sendikaların sermaye ve devlet tarafından işgal edildiğinin altını çizerek işçi sınıfının sendikaları yeniden ele geçirmesi gerektiğini söyledi. Kaygısız, "Nasıl ki sermayeye karşı mücadele işçilerin birliğinden geçiyorsa, sendika içi mücadelede işçilerin kendi öz örgütlüklerini yaratmaktan geçiyor" dedi.
Sermaye ve devleti AKP-MHP iktidarının politikaları sonucu işçi ve emekçiler günden güne yoksullaşıyor. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri "gereksiz harcama" görüldüğü için işçiler iş cinayetlerinde katlediliyor. İSİG Meclisi'nin temmuz ayı raporuna göre 144 işçi vahşi kapitalizmin sömürü çarklarında yaşamını yitirdi. Yoksulun sofrasından çalarak sermayenin karına kar katan iktidarın politikalarından güç alan patronların emek sömürüsüne karşı işçiler ise irili, ufaklı direnişte. Açlık ve sefalet ücretine karşı çıkan, iş cinayetlerinde katledilmek istemeyen işçiler örgütlendikleri sendikalarla mücadeleyi sürdürüyor.
Ancak TİS süreçlerinde kimi sendikaların işçileri satması üzerine tepkiler ve sendika yönetimlerine "istifa" çağrıları yükseliyor. Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız; görece düşen sendikalılık oranlarını, sendikaların işçileri yarı yolda bırakan tutumunu ve yürütülmesi gereken örgütlü mücadeleye ilişkin ETHA'nın sorularını yanıtladı. Devlet ve sermaye güdümündeki sarı sendikaların uygulamalarının işçilerin örgütlenmesinde kırılmalara yol açtığına dikkat çeken Kaygısız, "Sendikalar sermaye, devlet tarafından işgal edilmiş durumda, işçi sınıfının sendikaları yeniden ele geçirme mücadelesi de sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası" uyarısı yaptı.
Kaygısız'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
'80 ÖNCESİNDE SENDİKALARIN BAKANLIĞA VERDİĞİ ÜYE SAYILARI KABUL EDİLİYORDU
Türkiye'de işçilerin sendikalaşma oranında düşüklük görülüyor. Yayımlanan verileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sendikalaşma oranları konusunda temel bir bilgi eksikliği var. Bu da zaman zaman karşılaştırmalar yapılırken yanılgıya yol açabiliyor. İki temel dönemsel sorun var. 1980 öncesiyle zaman zaman günümüz karşılaştırılıyor. Biri de 2013 öncesiyle bugün karşılaştırılıyor. 1980 öncesi sendikaların üye sayıları, sendikaların bakanlığa verdiği üye sayıları üzerinden belirleniyordu. Yani herhangi bir sendika "benim şu kadar üyem var" dediğinde o doğru kabul ediliyor ve istatistikler açıklanıyordu. Bu abartılı söylemler nedeniyle sigortalı sayısından çok daha fazla sendikalı işçinin olduğuna dair rakamlar ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla gerçek dışı. Ve bugünle karşılaştırılması sağlıklı değildi.
'80 SONRASINDA SENDİKALAR GERÇEK OLMAYAN ÜYELİKLER YAPMAK ZORUNDA KALDI
İkinci sorun dönemi 1980 sonrasında başladı. '80 sonrası bu yöntemden vazgeçildi ama başka bir sorun gündeme geldi; işkollarında yüzde 10 barajı. Toplu sözleşme yapmak için sendikanın o işkolunda çalışanların yüzde 10'unu örgütlemesi zorunluluğu getirildi. Herhangi bir iş kolunda yüzde 10 barajı büyük bir rakam. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak sendikalar o dönemde, gerçekçi olmayan üyelikler yapmak zorunda kaldılar. Biraz ciddi, biraz esprili ölen insanların yazıldığı söylemlerine yol açan hem yüksek işkolu barajını aşmak hem de TİS yapmak için bu yöntem denenmek zorunda kalındı. Bu nedenle o dönemki rakamlarla kıyaslama yapılması gerçekçi değildi. Her dönemin kendi iç kıyaslaması yapılır.
2013'TE AYIKLAMA YAPTI, GERÇEK ÜYELİKLER ORTAYA ÇIKTI
Peki 2013'te ne oldu? Sendikalar Kanunu'nda bir değişiklik yapıldı. Konumuzla ilgili olan kısımlarından biri, teknolojinin gelişimiyle birlikte üyelikler e-devlet üzerinden yapıldı. E-devlet halen yaşayanları, ölenleri, işsiz kalanları vs. ayıkladı. Daha gerçek işçi sayıları ve üyelikleri ortaya çıktı. Devlet bunu yaptı. Bunun yanında işkolundaki yüzde 10 barajı yerine çeşitli değişiklikler yapıldı. Geçiş süreci oldu. Yüzde 1 getirildi, yüzde 10'dan 1'e düşümü "çok kolay örgütlenme" değil. Başka bir takım sorunlar ortaya çıktı.
SON VERİLERE GÖRE TÜRKİYE'DE SENDİKALAŞMA ORANI YÜZDE 15
Ama kıyaslama bakımından 2013 ile bugüne kadar gelen süreci kendi iç tutarlılığı bakımından kıyaslamamız daha doğru. Sendikalaşma açısından bakıldığında en ciddi veriler 2013'ten bugüne kadar yayınlanan rakamlar. Sendikalaşma açısından 2013'te ilk açıklanan istatistikler -ocak ve temmuz olmak üzere yılda iki kez açıklanıyor- sendikalaşma oranı yüzde 9 olarak açıklandı. Yaklaşık 1 milyon 671 bin işçiye karşılık geliyordu. O günden bugüne giderek bir eğilim halinde sendika üyeliği arttı. En son 2024'ün Temmuz ayında açıklandı, sendikalaşma oranı yüzde 15,22.
SENDİKALAŞMADA HORMONLU BÜYÜME OLDU
Sendikalaşmada oransal artış bakımından bir iki şeyi söylemek lazım. Bir kısmı bir miktar hormonlu büyüme diyeceğimiz büyüme. Ne demek bu? 2015 yılında kamuda çalışan taşeron işçilerle ilgili düzenleme yapıldı; kamudaki taşeronların toplu sözleşmenin fiyat farklarını devlet öder dediler. Dolayısıyla kamudaki taşeron işçilerin sendikalaşmasının önünü açtı. Bir anda çok sayıda yüz binlerce taşeron işçi sendikaya üye oldu. Ve devlet yanlısı özellikle Hak-İş'e bağlı sendikalarda örgütlendi. Ama oransal açıdan bir anda yüz binlerce işçi sendikalaşmış oldu. İktidar eliyle iktidara yakın sendikalara üyelikler oldu. Ama sonuç açısından bunlar da işçi, özel durum nedeniyle sendikalaşmada bir trend, artış eğilimi söz konusu oldu. 2013'le kıyaslarsak 2 milyon 495 bin sendika üyesi var.
2 BUÇUK MİLYON İŞÇİNİN YÜZDE 10 TİS'TEN YARARLANIYOR
Bir de TİS'ten yararlanan işçi sayısı var. Yaklaşık 2 buçuk milyon işçi sendikalı ama TİS'ten yararlanan işçi sayısı yüzde 10 civarında. Bu yüzde 10'un yüzde 80'ini kamu sektöründe çalışan işçiler oluşturuyor. Yüzde 20'si ise özel sektörde. Sendikalaşma yüzde 15'lerde ama özel sektör açısından TİS'ten yararlanma oranı yüzde 5'lerde. Kamu sektöründe çalışan işçilerin hemen hemen hepsi TİS'ten yararlanıyor. Bu nedenle TİS'ten yaralananlar bir miktar yüksek görünüyor.
SENDİKALAŞMA ÖNÜNDE İKİ TEMEL ENGEL VAR: SENDİKALARIN TUTUMU VE YASALAR
Sendika üyeliklerinde geçmiş yıllarda "şişme üyelik"lerden bahsettiniz ve sendikalaşma oranının yüzde 15 civarında olduğunu aktardınız. Sendikalaşma önündeki temel engeller nedir, örgütlülük oranı neden bu kadar düşük?
Yüzde 15 çevre ülkeler açısından da düşük bir oran. Bunun iki temel nedeni var. En birincil temel nedeni yasalar, ikinci sebebi ise tali olarak gerçekleşen mevcut sendikaların niteliği. Mevcut sendikaların önemli kısmı devlet ve sermaye güdümündeki sendikalar. İşçiler nezdinde sendikalaşma itibarını zayıflatmaya yol açtı bu sendikaların uygulamaları. Bazı kesimlerdeki işçiler bakımından dezavantajları var ama bu esastaki bir neden değil.
Yine sendikalarla ilgili bölümü, bu devlet güdümündeki ya da sarı sendikalar diyeceğimiz sendikalar, ağırlıklı olarak kamu sektöründe olanlar -Türk-İş ve Hak-İş- eğer özel sektörde mücadele edeceği bir sendika yoksa, özel sektörde örgütlenme girişiminde bulunmadı. Bu nedenle de bu alanlar örgütsüz kaldı. Ama bunlar ikincil nedenler.
ARTIK KAMUDA ÖRGÜTLENME TAMAMLANDI
Temel neden ise artık kamuda örgütlenme tamamlandı. Örgütlenme yapacaksanız özel sektörde yapacaksınız. Örgütlenmenin önünde temel bir yasal engel var; yetki itirazı. Bir sendikanın bir işyerinde örgütlenmesi için aşması gereken iki baraj var. Biri işkolunda çalışanların yüzde 1'ini üye yapacaksınız. Bunu sağladıysanız yerine getirmeniz gereken ikinci koşul şu; işyerinde çalışanların da eğer işyeriyse yüzde 50+1'ini, işletme ise -yani işyerinin birden fazla işyeri, fabrikası varsa- orada çalışanların yüzde 40+1'ini örgütleyeceksiniz. Bu iki barajı geçerseniz orada toplu iş sözleşmesi (TİS) hakkını elde ediyorsunuz.
Örneğin metal sanayinde yaklaşık iki milyona yakın insan var. Bu işkolunda TİS için 20 bin üyeniz olacak. Yetmez, örgütleneceğiniz işyerinde de yarısından bir fazlasını üye yapmanız gerek. Bir işyerine gidiyorsunuz, örgütleniyorsunuz sonra da işverenler itiraz ediyor. "Bu işyerinde sendikanın yeterli üyesi yoktur" diyor. Aslında bütün üyelikler e-devletten yapılıyor, bütün veriler devletin elinde, her ay üye sayıları sendikalara bildiriliyor. Ama buna rağmen işveren, "A sendikası benim işyerimde örgütlendi ama bu kadar üye sayısı yok, ben öyle düşünüyorum" dediği anda yetkiye itiraz ediyor. Ardından uzunca süren mahkeme süreleri başlıyor.
YETKİSİZ MAHKEMELERE İTİRAZLA SÜRE UZATILIYOR
Son yıllarda başka bir yöntem daha eklendi; yetkisiz mahkemelerde itiraz. Kocaeli'de bir fabrikada örgütlendiniz patron ya da vekilleri Ankara'daki bir mahkemede itiraz ediyor. Kocaeli'deki bir fabrikanın Ankara'daki mahkemeyle ne ilişkisi var, hiç. Ankara'daki mahkeme dosyaya bakıyor, "bu benimle ilgili değil, fabrikanın olduğu yerdeki mahkeme bakmalı" diyor Kocaeli'ne gönderiyor dosyayı. Üzerinden geçiyor bir yıl. Sadece yetkisiz mahkemelere itirazın kendisinden kaynaklı bir süre söz konusu oluyor. Hadi onu yapmadı, olan yerde yaptığında da bir itirazın kendisinden kaynaklı ciddi bir mağduriyet oluyor.
İTİRAZ MEKANİZMASI HAK DEĞİL, HAKKIN KÖTÜYE KULLANIMI
Sendikamız avukatlarının bizim işkolumuzla ilgili yaptığı bir çalışma var. Kasım'ın 2012-Ocak 2021 dönemindeki davalara baktılar. Sendikaya açılan yetki itiraz davalarının yüzde 95'ini sendikamız kazanmış. Yani patronlar haksız yere itiraz etmiş. Bu itiraz mekanizması yasal olarak hak gibi görünüyor ama bu hak değil, hakkın kötüye kullanımı. Hak olabilmesi için bir gerçek durum ortaya çıkması lazım ki ona itiraz edersiniz. Dolayısıyla yetki itirazlarının kendisi hukuki bir hak değil, hakkın kötüye kullanımı. İtiraz ettiğinde ne oluyor, uzun mahkeme süreçleri yaşanıyor. Bu sefer patronlar işyerini sendikasızlaşmaya girişiyor. İçeride sendika yok, örgütlülük yok, temsilciniz yok, TİS yok. Çeşitli baskılarla mahkemenin sürdüğü süreçte sendikasızlaşmaya çalışıyor, işten atıyor önderlerini, içeride şiddetli mobbing uyguluyor, bazen küçük zamlar da yapıyor. İkramiye istiyorsanız alın diyor "şantaj" (ikram adı altında bir miktar ücret veriyor) yapıyor, ücretlerde "iyileştirme" yapıyor. Ama sendikasızlaşmaya yol açıyor.
Bir yetki davası 681 gün sürüyor bizim işyerimizdeki 8 yıllık dava sürecinin ortalaması 681 gün sürmüş. Ve bunların yüzde 40'ı da yetkisiz mahkemelerde açılmış. Yetkili mahkemelerde 552 gün, yetkisiz mahkemelerde 3 yıl sürmüş. 3 yıllık süreçte içerideki işçilerin örgütlü tutulması çok zor. Açık bir sendikasızlaştırma uygulaması.
AYM İTİRAZIN YENİDEN DÜZENLENMESİNİ İSTEDİ
Geçtiğimiz günlerde ilginç bir gelişme oldu Nakliyat-İş Sendikası bir nedenle Anayasa Mahkemesi'ne gitti. Bu konuyu da ilgilendiriyordu. Anayasa Mahkemesi ilk defa dedi ki, "Bu yetki davalarının uzun sürmesi sistematik ve kanundan kaynaklanan bir sorun. Sendikal hakkın etkin bir şekilde kullanımına engeldir." Kanunda yer alan yetki düzenlemesinin oldukça uzun sürmesi, kanundaki gibi bir iki ayda bitmesinin gerçekçi olmaması nedeniyle, yetki süresinin kanuna karşı aleyhte kullanıldığı, işçileri mağdur ettiği, sendikasızlaşmaya yol açtığı ve binlerce işçinin sendikal haklardan, TİS'ten yararlanamaması olduğunu, yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtti. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin bugünkü siyasi iktidar nezdinde ki yeri ve rolünü bildiğimiz için ne kadar etkili olacak bilmiyoruz. Hukuksal mesele ama yetmez elbette mücadele meselesi; alanlarda, meydanlarda, işyerlerinde yapılacak mücadele daha etkin olacak. Anayasa ve diğer mahkeme kararları da bunun hukuksal bir desteği.
Sendikalaşma neden engelleniyor? İşçiler için sendikalı olmak ne anlama geliyor?
Bir işyerinde TİS olması işyerindeki işçilerin çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi demek. Bu bir yandan daha iyi çalışma koşulları daha iyi ücretken bir yandan da iş güvencesi anlamına geliyor. Bu bakımdan sendikalaşmanın olduğu yerde işçiler, kısmen diğer işyerlerine göre daha uygun koşullarda çalışıyor. Sendikalaşma bu nedenle işçileri koruyan temel mekanizma.
SENDİKA İÇİ DEMOKRASİ TİS SÜREÇLERİNDE DAHA AÇIK VE NET ORTAYA ÇIKIYOR
İşçiler maruz kaldıkları hak gaspları karşısında çoğu zaman sendikaları da aşarak direnişe geçiyor. Özellikle TİS süreçlerinde sendikaların kendi taleplerini karşılamadığını da belirterek sendika yönetimine istifa çağrısı yapıyor. Sizce bunun nedenleri nedir?
Konuştuğumuz mesele bir anlamda sendika içi demokrasi meselesi. En görünür yansıma biçimleri TİS'lerde daha açık ve net ortaya çıkıyor. TİS sürecinde teklif nasıl hazırlanıyor, imza aşamasına nasıl geliniyor, hangi mekanizmadan onay geçiyor; işçilere ya da temsilcilerine ne kadar soruluyor, tüm bunlar sendikal anlayış ve sendika içi demokrasi meselesi. Burada çoklukla karşılaştığımız maalesef ki ben temsilcilerin elinde TİS olmadığı işyerleri gördüm. Başka bir sendikadan -Hak-İş- bize geçen bir işyeri söz konusuydu. "TİS metnine bakalım" dedim, "bize vermiyor ki şube, ihtiyaç olursa o maddeyi gönderiyorlar" dedi. TİS metninden haberi olmayan işçi temsilcisinin olduğu yerler var.
SENDİKALAR DEVLET SENDİKASI HALİNE GELMİŞ DURUMDA
Dolayısıyla sendika içi demokrasi konusu, sendikal örgütlenme kadar mücadele alanı. Sarı sendikalar, devlet sendikaları ya da işveren denetimindeki sendikalar adına ne dersek, bir bütün olarak sermaye ve devletten yana tavır aldıklarında, denge uzlaşını sermaye ve patron lehine kullandıklarında işçilerin tepkisi kaçınılmaz oluyor. Yaygın bir bastırma yöntemi var işten attırma. Bu bakımdan başarılı bir sendikal mücadele ve TİS aynı zamanda teklifin hazırlık süreçlerinin de onay süreçlerinin de işçilerin ya da mekanizmalarının katılımı ve onayıyla olması gerek. Aksi durum antidemokratik bir sendika içi dayatma, baskı rejimi. Sendikalar -ilerici, mücadeleci sendikalar dışında- sermaye ve devletin ele geçirdiği sarı sendikalardan öte devlet sendikası, sermayenin denetimi altındaki sendika haline gelmiş durumda.
İŞÇİ SINIFI SENDİKALARI YENİDEN ELE GEÇİRMELİ
Sendikalar sermaye, devlet tarafından işgal edilmiş durumda, işçi sınıfının sendikaları yeniden ele geçirme mücadelesi de sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası. Sendikal örgütlenme meselesi de sendika içi demokrasiye giden yol da işçilerin birliğinden geçiyor. Nasıl ki sermayeye karşı mücadele işçilerin birliğinden geçiyorsa, sendika içi mücadelede işçilerin kendi öz örgütlüklerini yaratmaktan geçiyor. Kolay bir şeyden bahsetmiyorum; sendika içi mücadele sermayeye verilen mücadeleden zaman zaman zor bir mücadele haline geliyor. Çünkü orada patronla işbirliği içinde bir alan oluşuyor. O sendika içinde mücadeleyi bırakmamak ve sendikal yönetimlerin teşhiri ve o sendikaların yeniden ele geçirilme çabalarının sürdürülmesi gerek.
ENERJİ VE ÖFKE PATRONLARA YÖNELTİLMELİ
Son olarak okurlarımıza neler söylersiniz?
İşçilerin mücadelesi maalesef bir taraftan sermaye ve devlete karşı hak mücadelesi, maalesef zaman zaman sendika bürokrasisine yönelmek zorunda kalıyor. Keşke enerji ve öfkelerini sadece patronlara -hangi kesimse o patronlar onlara- karşı yönetseler. Daha demokratik sendikal bir yaşam herkesin toplamda çıkarına olan bir durum ortaya çıkaracaktır. Bu aynı zamanda işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, daha iyi bir ücret daha iyi bir TİS'i de beraberinde getirecektir.