21 Kasım 2024 Perşembe

Kaybedecek tek bir gün bile yok

Faşist terör ve savaş rejiminin politik İslamcı şefi, iktidardan hapishaneye yuvarlanmamak için binbir plan yapıyor. Hileyle seçim kazanmak, hileli zaferin olanaklı olmadığını görürse seçimin iptalini sağlayacak bir provokasyon, bir katliam, faşist politik İslamcı ve ırkçı çetelerin başlatacağı, ordunun ve polisin devam ettireceği iç savaş saldırıları, bölgesel bir savaşın fitilinin tutuşturulması veya ?milli çıkar, milli güvenlik? ambalajlı bir başka gerekçe bu planlara dahildir.
24 Haziran seçimlerinin son dönemecine girildi. Dikkatler, diktatörün planlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine, dolayısıyla, faşist rejimin hangi biçimi alacağına odaklanmış bulunuyor. Burjuva meclis üyelerinin belirleneceği genel seçim adeta gölgede kalmış durumda. Egemen sınıf ve güçlerin iki blok olarak ayrışıp saflaştığı, emekçi solun ise bugüne kadarki en geniş antifaşist-antişovenist blok etrafında birleştiği gerçeği bile tek başına, 24 Haziran seçimlerinin özgünlüğünü anlatmaya yeter.
 
Burjuva güçler için mesele, devletin hangi biçimde, hangi ideolojiyle, hangi burjuva kesim tarafından yönetileceğinin kararlaştırılmasıdır. Bu yönüyle, sonuçlar, egemen sınıf ve güçler arasındaki ilişkilerin, bazı bakımlardan yeniden düzenlenmesini de koşullayacaktır.
 
Diktatörün kazanmasının, kapitalist düzeni, iktisadi ve mali olarak etkileyecek değişik uluslararası reaksiyonlar geliştirme ve toplumsal güçlerdeki öfkeyi ateşleme olasılıklarının, geleneksel sermaye oligarşisince dikkatle gözetildiğine şüphe yok. Saray etrafında toplanmış güçler için ise kaybetmenin, bir seçim muharebesi yenilgisinden öte bir savaşı kaybetmek olacağı, dolayısıyla ağır siyasi, mali, iktisadi bedellere yol açacağı öngörüsü dikkatlerin odağında durmakta.
 
Devrimci ve antifaşist emekçi sol güçler bakımından mesele, mücadelenin hangi siyasi koşullar altında sürdürüleceğidir. Demokratik hak ve özgürlüklerin varlığının-yokluğunun veya düzeyinin devrimci çalışmalar ve kitle mücadelesi için önemli bir sorun oluşturmadığı-oluşturmayacağı türünden bir bakış açısının siyasi ciddiyet taşımadığı kanıt gerektirmiyor. Devrimci bir partinin veya grubun, içinde savaşım yürütülecek politik koşullara kayıtsız kalması sıradan bir apolitizm olur. Varoluşları, yasal örgütlenme ve yasal haklara dayalı mücadeleyle bağlı antifaşist parti ve gruplar açısından ise böyle bir kayıtsızlık, “apolitizm” nitelemesi bile yetersiz kalır.
 
Faşist politik İslamcı diktatörün, AKP’yi doğuran ve AKP tarafından büyütülen politik İslamcı burjuvazinin sermaye oligarşisi içindeki hakimiyetini pekiştirmek istediği ortada. Burjuvazi adına bölgesel yayılmacılık politikalarını uygulamayı baş ödevlerinden biri sayıyor. İşçi sınıfını sermaye karşısında tümüyle silahsızlandırmak, burjuvazinin gücüne güç katmak için devlet terörünün, politik İslam’ın, anayasa ve yasaların tüm imkanlarını kullanabileceği türden bir faşist diktatörlük istiyor.
 
Diktatör, demokratik hak ve özgürlükleri sarayın duvarlarına çivilemek hayalleriyle yatıp kalkıyor. OHAL’e tapıyor. Hakları için mücadele eden, demokratik bilince sahip, örgütlü işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin eski bir anıya dönüşmesinin, bunların yerine köle ruhlu, köle zihniyetli, kölelik kültürüne hapsolmuş bir zavallılar, muhtaçlar, dilenciler yığınını geçirmenin, böyle bir nesil yaratmanın peşinde. Özgürlük ve adalet talep eden işçiyi, kadını, genci, emekçiyi, aydını, sanatçıyı, Kürt'ü, Alevi'yi, antikapitalist Müslüman’ı, Arap’ı, Ermeni'yi, Çerkes'i, Roman’ı, Laz’ı, Pomak’ı, Boşnak’ı, Süryani’yi, Ezidi’yi demir parmaklıkların arkasında, DAİŞ’in gözdesi olan tek tip kıyafetler içinde görmek istiyor. Saraydan izleyebileceği bir yere idam sehpaları kurulmasını, insanlıktan tümüyle çıkmaları için kitlelerin bir futbol maçına, bir konsere, bir lunaparka gider gibi idam seyrine gitmesini arzuluyor. Doğal çevrenin korunması için mücadele edenleri zincire vurmayı, “yerli ve milli” olmanın gereği sayıyor.
 
Sözün özü, diktatör, bugünkünü geride bırakacak cinsten bir faşist terör ve savaş rejimi kurmanın, onun şefliğini yapmanın peşinde. Burjuvazinin ve sarayın çıkarları için bundan bir başka yol bulunmadığını savunuyor. “Parlamenter rejim” adı verilen, emekçilerin ve ezilenlerin Kenan Evren-Tayyip Erdoğan barajını yerle bir ederek seçtikleri, ilerici, demokrat, devrimci temsilcilerin toplumsal adaletsizlikleri, faşizmi ve sömürgeciliği teşhir ettikleri, sermaye partilerini savunmaya ittikleri bir rejim biçiminin yerine, bu sesleri en fazla kısabileceği, onların grup ve vekillik statüsüyle yarattıkları engelleme çabalarını ortadan kaldırabileceği bir modele onay elde etmek, anayasal-yasal çerçeveyi son noktasına değin böyle düzenlemek peşinde.
 
Altı fotoğrafı hatırlayalım. Bir: Diktatör, Berkin’in annesini, adalet mücadelesinin kararlı savunucusu bir emekçi kadını, Gülsüm Elvan’ı özüne düşman güruhlara yuhalatıyor. İki: Diktatör “Kobane düştü, düşecek” diye sevinç çığlığı atarak DAİŞ’in kazanacağına emin olduğu zaferi kutluyor. Üç: Diktatör, Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de kitle katliamı yapılmasını emrediyor. Dört: Diktatör, TÜSİAD’ın geleneksel sahiplerine, “eskiden de OHAL vardı, o zaman işçiler grev yapıyordu, bizim OHAL’imizde grev oluyor mu?” diye sitem ediyor. Beş: Diktatör, Demirtaş’ın idam kararı önüme gelse onaylardım diye böğürüyor. Ve altı: Diktatör, yaptığı toplantıda mahalle temsilcilerine hitaben AKP'nin istediği sayıda milletvekili çıkarmasının yolunun HDP'yi baraj altında bırakmaktan geçtiğini belirterek “üzerinde farklı çalışma yapma” emri veriyor. Ardından, Suruç'ta AKP'li çeteler HDP'li esnafın dükkanını basarak kalaşnikoflarla katletti. Faşist politik İslamcı diktatör budur. Bu altı fotoğrafta simgelenen zihniyetin gereklerini sınırsızca uygulayabileceği bir faşist rejim biçimi istiyor. Buna onay verilmesini istiyor. Peki, kimin için? Sermaye, özel olarak da politik İslamcı sermaye için, saltanatı için, halk düşmanı çetesi için!
 
Fakat olaylar hiç de diktatörün istediği yönde gelişmiyor. Politik, toplumsal ve iktisadi memnuniyetsizliğin yarattığı kitle öfkesi giderek belirginleşiyor ve yaygınlaşıyor. Saray saltanatını yerle bir edecek kıyamet alametleri çoğalıyor. Diktatörün umutsuzluğu büyüyor. Moralsizliği şiddetleniyor.
 
Faşist terör ve savaş rejiminin politik İslamcı şefi, iktidardan hapishaneye yuvarlanmamak için binbir plan yapıyor. Hileyle seçim kazanmak, hileli zaferin olanaklı olmadığını görürse seçimin iptalini sağlayacak bir provokasyon, bir katliam, faşist politik İslamcı ve ırkçı çetelerin başlatacağı, ordunun ve polisin devam ettireceği iç savaş saldırıları, bölgesel bir savaşın fitilinin tutuşturulması veya “milli çıkar, milli güvenlik” ambalajlı bir başka gerekçe bu planlara dahildir.
 
Tüm bu gerçekleri görebildiği halde, 25 Haziran’la ilişkilenişini sözden öteye taşırmamak, bir iradeye kavuşturmamak, tek bir yumruk gibi yükselmenin koşullarını hazırlamamak devrimci ve antifaşist bölükleriyle emekçi solun stratejik bir hatası olur. Buna izin vermemek için, antifaşist-antişovenist seçim bloku, 25 Haziran planını netleştirmeli, faşist terör ve savaş rejimine karşı kitle mücadelesine öncülük edecek birleşik antifaşist önderliği kurmalıdır. Aksi halde, 9 Temmuz üzerine yapılan konuşmalar havanda su dövmenin ötesine geçemez. Kaybedecek tek bir gün bile yok.