4 Aralık 2024 Çarşamba

İsyan ateşini büyütmek

Yaşamanın bile bir mücadele konusu olduğu bu topraklarda, kolektif kadın bilincinin oluşturulması ve bu bilincin örgütlü bir harekete dönüşmesi, onları ayakta tutan sömürü çarkını kıracak en büyük güç olacaktır. 25 Kasım'a giderken örgütlenme bakış açısıyla çalışmaları yürütmek hem an'ı hem de geleceği kazanmanın adımı olacaktır.

Ayaklanmalar silsilesinin dünyayı sarstığı günlerden geçiyoruz. Latin Amerika'dan Uzakdoğu Asya'ya, Afrika'dan Ortadoğu'ya birçok ülkede, kentlerden isyan ateşleri yükseliyor. Toplumsal farklılıkları barındırsa da ortak olan talep, "düzenin değişmesi"... Adil, eşit, insanca ve onurlu bir yaşam en temel talepler. "Artık yeter", "Hepsi gitsin" herkesin dilinde bir haykırışa dönüyor.

Ön saflarda yer alanların kadınlar ve özellikle de genç kadınlar olması, yeni gelişen ayaklanmalar silsilesini bir de bu açıdan değerlendirmeyi gerekli kılıyor.

Ayaklanmaların dinamosu olan kadınlar, ortaya çıkardığı sinerjiyle direnişin dinamizmini sadece içeride taşımakla kalmıyor, başka ülkelerdeki kadın özgürlük mücadelesine de enerji taşıyor. Direnişteki konumları domino etkisi gösteriyor.

Şili'de tecavüze karşı karakolları yakan kadınların isyanı İspanya'da milyonlarca kadının katıldığı greve ışık taşırken, Polonya'da kürtajın yasallaşması için yüz binlerin eylemi veya Tunus'ta bir kadının yaptığı ajitasyon konuşması da kadınların yürüttüğü mücadeleyi büyütüyor, "Asla yalnız yürümeyeceksin" şiarının dilden dile yayılmasını sağlıyor. Bu aynı zamanda kadın isyanları olarak da tanımlamayı gerektiriyor.

Sadece kadın özgürlük mücadelesinin talepleriyle de değil, dünden daha farklı olarak ezilenlerin diğer bölükleri ve bileşenleriyle gittikçe daha fazla birleşen ve ortaklaşan bir zeminden ayaklanmanın veya direnişin hedef noktasına yöneliyor.

Emperyalist küreselleşmenin geldiği aşama, nesnel olarak bu birlikteliği de koşulluyor. Çünkü sömürü biçimi birbiriyle iç içe geçen, birbirini etkileyen ve ortak mücadeleyi zorunlu kılan bir durumda. Sermayenin içinden geçtiği kriz, egemenleri, geçmişte ezilenlerin bir bölümüne verilen 'sus payı'na el koyan, 'rıza' gösteremez hale getirdi. Toplumsal zenginlik, bir avuç asalağın elinde toplanırken, toplumun çok büyük bir kesiminin payına yıkım düşüyor.

Sermaye, kapitalizmin varoluşsal krizini aşmak için kadın emeğini ve bedenini, doğayı daha fazla talan etmeye yöneliyor. Nüfusun çok daha büyük bir bölümü, doğayla birlikte daha fazla yok oluşa sürükleniyor.

Emperyalist küreselleşme nasıl ki, bölge bölge, ülke ülke savaşları ve çatışmaları körüklüyorsa, benzer bir şekilde kadın emeği ve bedenini sömürme ve talan etmeyi de böyle bir savaş içinde yürütüyor. Eğilimi olarak faşist hükümetlerin kurulduğu ve reaksiyoner faşizmin gemi azıya aldığı bir dönemde, erkek egemen kapitalist düzenin çıkar ortağı olan erkek de bu savaşın, talanın parçası haline geliyor. Sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, dünyanın dört bir yanında artan erkek şiddetinin boyutu, içinden geçilen emperyalist küreselleşmeye içseldir. Kadının ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, esnek üretime dahil edilmesi, ev içine hapsedilme süreci ve bunu aile kurumunu sağlama alma girişimi vb. bu sürecin küçük örnekleri.

***

AKP'nin cinsel politikası da bu anlamıyla sadece politik İslamcı faşist parti karakteriyle değil, aynı zamanda emperyalist küreselleşmeye tam entegre olmuş kadın emeği ve bedeni sömürüsüne dayalı erkek egemen kapitalist sistemin partisi olma karakteriyle de uyumludur.

AKP'nin 18 yıldır sürdürdüğü kadın düşmanı olarak genelleştirdiğimiz politika, emperyalist küreselleşmeyle senkronize halindedir. Arasındaki fark, uyguladığı politikaların çeşitliliği veya şiddetinin boyutudur.

Kadın siyasetçilere uyguladığı baskı ve zor politikası, kadın özgürlük mücadelesinin kazanımlarını gasp etme hızı, erkek yargı mekanizmasının kararları buna örnek verilebilir. Ancak özünde, dahil olduğu küresel sistemin sadık uygulayıcısıdır.

AKP-MHP faşizmi, uyguladığı cinsiyetçi ekonomik politikalarıyla da kadınları bu sarmal içerisine hapsetme çizgisinde ısrar ediyor ki, bu onun varoluş nedeni.

O nedenle 'aile' içine sıkıştırılmış kadınların dışarıya adım anlamına gelecek her küçük hareketi, erkek şiddetiyle engellenmek isteniyor. Yargısı, polisi, toplumu, yöneteni; kadını 'makbul' sınırlar içinde kalmaya zorluyor.

Kadınlar her yerde ölüm ve yaşam arasında ince bir çizgi üzerinde yürüyor. Türkiye'deki erkek şiddeti ve devletin uyguladığı tüm politikaların bu şiddeti beslediği bir dönemde, 'mağduriyet' veya 'vicdani' bir hareketten çok özgücüne kavuşacak ve tüm sömürü ve şiddet sarmalından çıkaracak söz ve eylem hattı kurmak hayati bir noktaya gelmiş durumda.

***

Yaşamanın bile bir mücadele konusu olduğu bu topraklarda, kolektif kadın bilincinin oluşturulması ve bu bilincin örgütlü bir harekete dönüşmesi, onları ayakta tutan sömürü çarkını kıracak en büyük güç olacaktır. 25 Kasım'a giderken örgütlenme bakış açısıyla çalışmaları yürütmek hem an'ı hem de geleceği kazanmanın adımı olacaktır.

Ayrılıklara değil, ortaklığa; tekilliğe değil, kolektif bilince ve kolektif cins çıkarına odaklanmak, hareketi güçlendiren bir yerde duracaktır. Faşizmin ve erkek egemenliğinin topluma dayattığı bir başınalık, yalnızlık, çaresizlik ve umutsuzluk dayatmasına ve çürütücü yalanlarına inat, daha fazla karşı koyuşu ve mücadeleyi eksene alan yol ve yöntemler üzerinde yürümek önemli hale geliyor. Kadınları birbirine yakınlaştırdığı ve eylem hattında buluşturduğu sürece alışılmış olsun olmasın, çok yaratıcı olsun olmasın her araç ve yöntemi devreye sokulmalı. Özsavunmanın türlü biçimleri anlatılmalı, uygulanmalı ve yol gösterici olmalı.

Kadınların özgürlüğü için kadın devrim çağrısının yarının sorunu olmadığı açık. Özsavunma hakkını tüm meşruluğuyla kullanan, hakları ve hayatları için mücadele etmekten vazgeçmeyen her kadın, kadın devriminin parçasıdır. Önümüzdeki yol, bu parçaları birleştirmek ve hakkımız olanı almaktır. Eğer ki, bu erkek egemen kapitalist düzen, bizlerin hayatlarını yangın yerine çeviriyorsa bunun karşılığı onların evlerinde yangın çıkartmak olmalıdır. Hayatları için, emeği için, bedeni, kimliği için Şili'den Irak'a, İspanya'dan Arjantin'e, Rojava'dan Sudan'a kadınlar sokakları yangın yerine çevirmesi gibi. Amasya'da şiddet uygulayan kocasının iş yerini molotofla yakan kadının eylemi gibi.

*Yazı, Atılım Gazesinin 401. sayısında "Özgür Kadın" köşesinde yayınlandı.